23 Ekim 2011 Pazar

SAYLAN'IN KARDEŞİ KONUŞTU

Türkan Saylan’ın kendisi gibi misyonerlikle suçlanan, evine gizli kilise yaptığı iddia edilen kardeşi Gündüz Saylan’la Akşam'dan İpek Özbey konuştu.
Özbey'in röportajı şöyle:
Bodrum’dayız. Otogardan bizi almaya gelen kişi de 10 yıl önce buraya yerleşen Türkan Saylan’ın hayattaki tek kardeşi Gündüz Saylan. Hayat dolu, esprili… Yol boyu yüzünden eksik etmediği mutluluğu, sadece ablasından bahsedilince yerini hüzne bırakıyor. Hatta gözleri yaşarıyor onun adını söylediğinde. Bizi Kızılağaç Köyü’ndeki evine götürüyor Gündüz Bey. Türkan Saylan bu eve sadece bir kez gelebilmiş. Kardeşi onun için, “Kendine vakit ayırmazdı” diyor. Oysa Gündüz Bey, ablası için bahçeye özel bir bölüm inşa etmiş. Türkan Hanım’ın en büyük düşü burada kitap yazmakmış; olmamış. ‘Türkan’ dizisinden konu açıyoruz. Gündüz Saylan, 10 yıl sonra ilk sigarasını diziyi seyrederken yakmış. Çocukluğunu ve ailesini bu dizi sayesinde yeniden yaşadığını söylüyor...

Siz de ablanız gibi Hıristiyanlığı yaymaya çalışan bir misyoner, darbeci misiniz? Aynı zamanda PKK’ya yardım ve yataklık ediyor musunuz?

Aaa tabii tabii, haberiniz yok mu sizin? Kilise yapıyordum ben bahçeye. Amacım da misyonerlikti, Hıristiyanlığı yaymaya çalışacaktım. (Gülüyor)

- Nedir kilise meselesi?

Zeytin sıktığım yeri göstereceğim size. Oraya bir depo yapacaktım. Çünkü ev bahçeli olunca, bir de üstüne ekip biçince alet edevatınız çok oluyor. Eşimle kavga ediyoruz, “hepsini ortada bırakıyorsun” diyor. Ben o depoyu yapmaya başlayınca Cihan Haber Ajansı’ndan bir muhabir oraya kilise yaptığım iddiasını ortaya koydu. Köylülere sormuş. Köylüler beni çok seviyor, “Olur mu öyle şey” demişler. Muhtara da gitmişler. En son Belediye’nin kapısını çalmışlar. Ama biliyorsunuz biz ablamla belediyeye de rüşvet veriyormuşuz! Belediyedekiler o yüzden susuyorlarmış! Ama oradan ayrılanlar ağızlarından kaçırmışlar! Sonuçta halktan bir destek bulmadı iddiaları. İmza sahte, yazı sahte. Fikri Baykal diye Ziraat Bakası eski müfettişi olan birinin imzası. Öyle biri yok.

- Çok başınız ağrıdı mı bu işlerden?

Ablam vefat ettiğinde onun anısına marketten hazır Ramazan paketleri aldım. Gittim muhtara, “Muhtar, bizim bu köyde yetim, fakir kimler varsa bana listesini yap. Onlara ablamın anısına erzak dağıtacağım” dedim. Muhtar bana liste verdi, çoğunu da ben dağıtmadım, arkadaşlar dağıttı. Vay efendim ben köylüye rüşvet veriyormuşum! Ama halk bunu kabul etmiyormuş, çünkü benim kilise yapıp, Hıristiyanlığı yaydığımı biliyorlarmış.

- Annenize dil uzatıldığında neler yaşadınız?

Hâlâ internette görüyorum. Ama ben de ablam gibi yapıyorum. İlahi adalete bırakıyorum. Ben bunu yapanlara dindar, Müslüman diyemem. Nedense ablama kin duyuyorlar. Annem, ablam doğmadan Müslüman olmuş rahmetli.

- Üstelik sizin evde Müslüman kimliği öğretilen bir kimlik değil mi?

Tabii ki. Göksu’da oturan Hafız Ahmet Bey bizim evimize din dersine gelirdi. Babam üstünde çok titizlikle dururdu. Bizi kucaklarına alıp Sakal-ı Şerif’i öptürürlerdi. Bayramları dört gözle beklerdik.

- Ablanız yaşasaydı ne için mücadele ederdi?

En çok üzüldüğü şey, 100 bin çocuğa ulaşamamaktı. Şimdi yine ona üzülürdü. Ablamın başka derdi yoktu.

DİLENCİ GİBİ DOLAŞIYORUZ

- Peki, siz onun amacına uygun hareket ediyor musunuz? ÇYDD için çalışıyor musunuz?

Bodrum’a yerleştikten sonra ilgilenmeye başladım. Ablamın çabalarının boş olmadığını anladım.

- Kaç çocuğa eğitim imkanı tanıdınız?

Valla dilenci gibi dolaşıyoruz. Ama çok iyi bir şeye hizmet ediyoruz, kimsenin kapısına gitmekten gocunmuyoruz. Kermesler düzenliyoruz. Ben burs verdim, zorla 6 arkadaşıma daha burs verdirdim. Bir de fen bilgisi dersleri veriyorum yazları dernekte. Ders araçlarını da kendi ellerimle yapıyorum, makine mühendisiyim çünkü. Bunun için de bir kulp bulanlar oldu tabii.

- Nasıl bir kulp?

Bunları ders gösteriyor diye anlatıp, Hıristiyanlığı yayıyormuşum. Alıştık bunlara artık.

TÜRBANLI HASTALARI VARDI

- Peki, Türkan Hanım hep şöyle eleştirildi. Türbanlı öğrencilere, İmam Hatiplilere burs vermedi diye. Siz nasıl bakıyorsunuz bu meseleye?

Diyelim, siz türbanlı bir öğrencisiniz. Türbanla üniversiteye girme imkanı var mıydı? O zaman ben size neden burs vereyim? Üniversiteye giremeyeceksiniz. Ablamın mantığı da buydu. Türbanlıya burs vermiyordu da, peki kaç tane türbanlı hastası vardı biliyor musunuz?

- Yani Türkan Saylan bugün yaşasaydı, üniversitelere de türbanla girilebilseydi, türbanlı öğrenciye burs verir miydi?

Hiç düşünmeden verirdi. Ablam Turhan vefat ettikten sonra, Türkan ablam bir kitaplık yaptırmış. Üzerinde de ‘Turhan Saylan’ hediyesidir yazıyor. Bana, “Sen bundan on tane alacaksın” dedi. Aldım. Götürüyorum köylere, okullara hediye ediyorum. Çamlık Köyü’ne gittim, okul kapanmış. Ben de kitaplığı camiye koydum. Harika bir imamı vardı caminin. Kitaplar istedi bizden. Ablama anlattım bunu. “Çok iyi yapmışsın, biz bunu düşünmemiştik” dedi. Ablamı dinsiz gibi anlattılar. Ama inanın din bilgisi, inancı herkesten daha iyiydi. Kimseye de ayrım göstermezdi. Bir tek bana gösterirdi.

- Nasıl yani?

Okul gereçleri imalatı yapıyordum. ÇYDD birçok okul açıyor. Benden malzeme almazdı, kayırıyor zannedilmesin diye.

- Ailenize bilerek kötülük yapıldığını düşünüyor musunuz?

Türkan ablam Ergenekon’a düşecek insan değildi, ben orada çok acı çektim. Ablam vefat ettikten sonra avukatını aradım. “Bu iftirayı temizleyelim” dedim. “Öldüğü için zaten aklanmış oldu” dediler. Ben bunu kabul edemiyorum. Allah inşallah bana ömür versin ablamın gerçekten aklandığını göreyim. Bu büyük haksızlıktı.

- Köpeği ne oldu Türkan Hanım’ın?

Maalesef ablamdan sonra o da öldü, dayanamadı.

- Bahçenizde zeytin ağacınız var, zeytin topladığınızı biliyorum. Sizin babanız zenginmiş, sonra işleri ters gitmiş. Ama yine de bir bahçeniz varmış ve oradan gelen ürünü yoksullara yollarmışsınız...

Hep bana taşıtırlardı o ürünleri. Para toplardım onlar için aynı zamanda. Annem “Bir kilo şeker al” derdi, 900 gram alıp, 100 gramının parasını biriktirirdim. Biz böyle yetiştik. Ablam okuyacaktı ya, çocuk aklımla çatıdaki çinkoları söküp leblebiciye sattım. Ona para vereyim diye. Baktılar kışın dam akıyor, çinko yok çünkü.

DİZİ AİLEMİ HAYATTA KILIYOR

- ‘Türkan’ dizisini nasıl buldunuz?

Türkan’ı oynayan Pınar, müthiş yetenekli. Ona ilk izlediğimde mail attım. “Siz gerçekten böyle biri misiniz, ablama benziyor musunuz yoksa iyi mi rol yapıyorsunuz” diye. Hemen aradı beni. Ablama hayran olduğunu anlattı. Harika bir seçim o bence.

- Perşembeyi iple çekiyor olmalısınız?

Tabii ki, tekrar bu yaştan sonra ailemi yaşıyorum. O kadar heyecan duyuyorum ki…

Aynı hayatı yine yaşamak isterdim. Çok güzel bir aileydi. Anneciğim, ablam, kardeşlerim. Şimdi tek kaldım, yalnız kaldım. Gerçi eşim var, benim hep yanımda destekçim ama ailemden kimse kalmadı. Dizi onları hayatta kılıyor.

- İlk nerede ağladınız?

Ablamın çaresizliğine ağladım. Ben ablamı çok iyi tanıyordum. Her kadın gibi ablam da bir kadındı. Onun aşkları, arzuları olmaması imkansızdı. Ama çok hassas ruhu vardı. Karakteri nasıl bir karakterse hep mücadele etti.

- Peki, şimdi izlerken şunu söyleyebiliyor musunuz? Ablam hayatta her şeyle mücadele etti, ama hiç mutlu olmadı…

Onun için yaşadıkları çaresizlik değildi. İlahi bir güç gibiydi onun gücü. Ölürken bile bir çocuğa yardımcı olmanın hesabını yapıyordu. Hem televizyona bakıp, hem proje üretiyordu hasta yatağında. İnşallah bu diziyle ablamın o yönünü bütün Türkiye görecek. Hipokrat yemini eden doktor diyorsak o ablamdır. Türkan Saylan’ın neden dizisini çekiyorsunuz diye tepkiler de geliyor tabii ama normal.

- Dizi için sizi aradılar mı?

Beni İstanbul’da misafir etmek istediler. Ben de onlara bazı anılarımı yazıp yolluyorum.

- Bu diziden sonra ne değişir?

Ablamı başkalarının cümleleriyle tanıyanlar, onun gerçek yüzünü görecekler. Cenazesinden de anlaşıldığı gibi ablam çok seviliyordu. O başkalarının mutluluğu için yaşadı. Benim isteğim, ablamın adının Lepra Hastanesi’ne verilmesi. Bence bu çoktan düşünülmeliydi. Ama yapılmadı. Buna çok üzüldüm. Ve bekliyorum, inşallah o hastaneye ablamın adı verilir. Belki bu diziden sonra yaparlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder