23 Ekim 2011 Pazar

İREM ÇİÇEK: EN ÇOK BABAMIN MAKARNASINI ÖZLEDİM


Babası 'İrticayla Mücadele Eylem Planı' davasından tutuklandı. Dursun Çiçek'in 24 yaşındaki kızı İrem Çiçek, avukatlık ruhsatını çarşamba günü annesinin elinden aldı. O şimdi genç yaşında Türkiye'nin en ağır davasında babasını savunacak. 'Erken büyümeye niyetim yoktu' dese de hayat onun için öyle akmadı.
İrem Çiçek'i, babası Dursun Çiçek'in yargılandığı duruşmaların çıkışlarından tanıyorsunuz. 'Benim babam' diye başlayan cümleler kuruyor, onu ölüm orucundan kurtarıyor, tek tek incelediği dosyalarla ilgili yorumlar yapıyor... Ona her baktığımda aynı şeyi düşündüm. Aslında ne kadar genç! Ve şimdi yeni aldığı ruhsatıyla babası için hukuk mücadelesine başlayacak. Aradım. Ankara'da buluşmak için sözleştik. 'Seğmenler Parkı sessiz olur' dedi. Parkın girişinde beklerken bir taksi yanaştı. İçinden televizyonda göründüğünden daha güzel, sarışın, büyük ve gülen gözleri olan, uzun boylu, gayet güzel bir genç kadın indi. Telefonu 'Vicky Christina Barcelona' filminin müziğiyle çalıyordu. Üzerinde sarı şifondan bir bluz ve dizde bir etek vardı, topuklu ayakkabıyla tamamlamıştı kıyafetini. Her zaman böyle bakımlı mıydı? Evet ama bugün çok daha özel bir gündü. Çünkü bugün (çarşamba) o artık avukat olmuştu. Annesinin elinden ruhsatını aldı. Bir çay bahçesine oturduk. Çantasından koca bir dosya çıkardı, 'Size getirdim' dedi. Dursun Çiçek'in ifadeleri, İrticayla Mücadele Eylem Planı gibi dava dosyasına girmiş, belgelerdi...
Tabii ki, onun hayatının çok önemli bir parçasıydı bu belgeler. Ve zaten Türkiye, her gün bunları konuşuyordu. Ben başka şeyleri merak ediyordum; Ben sordum, o anlattı...
- Bugün artık avukat oldunuz. Babanızı siz mi savunacaksınız?
Evet, ben de diğer avukatlarla birlikte artık avukat olarak vekaletini alacağım.
- Bir insanın avukatlık ruhsatını aldığı gün, babasının davasını savunacağını bilmesi, hem de bu dava Türkiye'nin en ağır davasıysa 24 yaşa göre fazla ağır bir başlangıç değil mi?
Hem de ne ağır! Bir sene önce yani 12 Haziran tarihinden önce tahmin bile edemezdim.
- 12 Haziran 2009 günü sizin evde ne oldu?
Babamın ilk davalarla haşır neşir olduğu gündü. Haberlerde gördük hepimiz. Babam akşam eve geldi. Biz durumu ciddiye almadık açıkçası. Askeri savcılık ciddiye aldı tabii ki, hemen soruşturma başlattı. Babamın duyguları çok rahattı. Babam her zaman, hatta hala da çok rahat. Neye imza atıp, neye imza atmadığını biliyor çünkü.
'BU KADAR ADAM İÇERİ ALINMAZ, VARDIR BİR ŞEY!'
- Yıllardır paşalar, gazeteciler bu davayla ilgili olarak cezaevinde tutuklu. Aslında ciddiye almanız gerekmiyor muydu?
Davanın dışında durduğunuzda, evde televizyonun karşısına geçip 'Ya bu kadar adam içeriye alınmaz, vardır bir şey' diyorsunuz. Biz de bugün aynı şeyi yaşıyoruz. Bu olay ilk ortaya çıktığında bir yazıdan babamın bu hale geleceğini hayal bile edemezdim. Bir teğmenin yazmaması gereken bir yazı var burada. Bakın harekat planı beş emirden oluşur, bu üç emirden oluşuyor. Başlık yok, sayı yok, tarih, bölüm yok. Bunları koymuyorlar, çünkü koyarlarsa sistemden girer bulursunuz bu yazışmayı. Babamın isminin yanında doktor unvanı var. Kurum hiçbir zaman doktor unvanını kullanmaz. Bu durumda ciddiye almazsınız.
- Babanız tutuklanalı dört ay oldu. Siz nasılsınız?
Ben hala tebessüm edebiliyorum. Annem de hala benim kadar güçlü duruyor.
- En büyük endişeyi nerede yaşadınız?
İlk duruşmaya girdim, babam çok güzel bir savunma yaptı. Bizim birçok talebimiz oldu. 'Gerçeği ortaya çıkarın' talepleriydi. 'Bakın bunları tespit ettik, siz bunları araştırın, dediğimiz gibi çıkacak' dedik. Parametreleri de sunduk. Ancak bu taleplerimizin hiçbiri karşılanmadı. İşte burada umutsuzluğa kapıldım.
- Sizin 'Islak İmza'dan önce nasıl bir hayatınız vardı?
Güzel, mutlu bir hayat. Annem, babam ve kardeşim açısından çok şanslıyım. Bizim eve iş gelmez, ailemiz çok huzurludur. Ailece bir yerlere gitmeyi çok severdik. Seyahatlerimizi özellikle hepimizin bir arada olabileceği zamanlarda planlardık. Güzel planlarımız vardı.
- Siz babasına aşık olan kız çocuklarından mısınız?
Evet. Bize gelen her misafir söyler bunu, 'İrem babacı, Deniz anneci' diye. O benim her zaman en iyi arkadaşım oldu.
- 'Deniz anneci' dediniz. Kardeşinizin 'Genç Siviller'den olduğunu biliyoruz. Tepkisi ne oldu?
O işin gerçeğini anlatmak isterim aslında. Deniz, Sabancı Üniversitesi'ndeyken portal halinde 30 kişilik bir topluluk kurdular. 'AB'ye girelim' falan diye çalışmalar yapıyorlar. Adı henüz 'Genç Siviller' değil. Sonra Deniz Kolombiya Üniversitesi'ni kazandı ve doktorasını yapmaya gitti. Gittikten sonra bu kuruluş 'Genç Siviller' adını alıyor. Ama Deniz'in bilgisi dışında. Çünkü irtibatı koparıyor gidince. Ama enteresan bir durum yaşanıyor o arada. Deniz'e 'Genç Siviller'den mailler geliyor. Deniz Çiçek ve Dursun Çiçek bağlantısını herhalde anlamıyorlar. Bir mail geliyor. O zaman babam evde. Skype'tan konuşuyorlar. Deniz babama diyor ki, 'Biliyor musun, bugün 'Genç Siviller'den bana mail geldi. Sana karşı Taksim'de yürümemi istiyorlar, davet geldi, gideyim mi baba?' Hepimiz güldük. Deniz liberaldir, görüşleri milliyetçi değildir.
- Peki babanız?
Babam da değildir. Gerçek Dursun Çiçek'i tanıyın çok isterdim.
- Bana çabuk büyümeyi anlatır mısınız?
Ben evin en küçüğüydüm. Babam bana her zaman 24 yaşına da gelsem hep en küçük muamelesi gösterirdi. Sahiden de hiç erken büyümeye niyetim yoktu. Babam bir arkadaşına cezaevine gittiğinde demiş ki, 'İrem bizim evin dört numarasıydı, şimdi bir numarası oldu.' Bu öyle bir psikoloji ki, oraya gittiğinizde babanızın hem avukatı, hem psikoloğu, eve geldiğinizde ailenize onun iyi olduğunu anlatan bir aracı, Deniz'e oradan gelişmeleri anlatan bir kardeş, kendinize döndüğünüzde belki hayatı daha farklı olması gerekirken hareketlerine çok dikkat etmesi gereken bir genç kız oluyorsunuz.
- Yani bir bakıma gençliğinizi yaşayamıyorsunuz şu anda, öyle mi?
Özenli davranmak zorundayım. Sadece savunduğum davanın değil, özel hayatım açısından da büyük bir ağırlık taşıyorum.
- 24 yaşındasınız. Arkadaşlarınızla dans etmeye, içki içmeye gitmiyor musunuz yani, bu o demek mi?
Paranoyamı minimum seviyede tutmaya çalışıyorum. Psikolojimi de bozmak istemiyorum çünkü. Dengelemem lazım. Ama eskisi gibi rahat değilim. Çıktığım zaman yanıma gelen, benimle konuşan ya da bir şekilde arkadaş ortamında bulunan herkese daha dikkatli davranmak zorundasınız. Herkesi bir kere süzüyorsunuz zaten. 'Zarar gelir mi, kim bu?' diye. Telefonların dinlendiği, videoların çıktığı bir dönemde her şeyimize dikkat etmek zorundayız.
RÜYAMDA BABAMI GÖRMEDİĞİM TEK GECE YOK
- Bugün ruhsatınızı annenizin elinden aldınız...
İsterdim ki babamın elinden alayım. Hukuk okumamı o istemişti. İçine doğdu herhalde babacığımın. Her gece onu rüyamda görüyorum.
- Her gece mi sahiden?
İnanın bana, babamı rüyamda görmediğim tek bir gece yok. Ama bu rüyadan kalkmak istiyorum.
- Babanızın en çok neyini özlediniz?
Onunla hafta sonları spor okuluna gidip birlikte yüzmeyi özledim. Bir de akşam eve geldiğimde babam mutlaka evde olurdu. Onların hayatı çok düzenli çünkü. Babam çok güzel salatalar yapardı. Babamın yaptığı salataları da çok özledim.
- Büronuza 'babam sağ olsun' yazdınız mı?
Ruhsatımı aldım, yazacağım büroma. Aslında 'Babam sağ olsun' büroma yazacağım somut bir şey değildi. O tamamıyla bugünü anlatan soyut bir şeydi. Avukatlığı bir şekilde bana çok hızlı öğretti ve çok yol kat etmemi sağladı babam. Hiçbir stajyerin bu kadar ağır staj yaptığını düşünmüyorum. Bu yüzden 'Babam sağ olsun' yazacağım.
- Babanız için çok kapı çaldınız mı?
Tabii ki çok çaldım. Hükümetten hiç kimsenin kapısını çalmadım ama.
- Bir televizyon programında 'Yaşar Büyükanıt yargılansın' dediniz. Hala aynı fikirde misiniz?
O tamamıyla benim yaşanan süreçte hissiyatımla söylediğim bir şey. Cam fanus içine alınmalarına anlam veremiyorum dedim. Evet, gerçekten öyle. Ama bir yandan da hukukçu olarak düşündüm. Yanlış bir tanımlamaydı. Çünkü kimin yargılanıp, kimin yargılanmayacağına ben karar veremezdim. Ben Dursun Çiçek'in kızı olarak konuştum, ama hukukçu olarak konuştuğumda bunun yanlış bir cümle olduğunun farkındayım.
- Mağdur oldunuz mu?
Öyle bir şey olmadı, çünkü yaptığım iş, çalıştığım büro belli. Ama böyle bir olay olmasaydı benim hedefim önce yüksek lisansımı yapmak, sonra şirket avukatı olmaktı. Bugün öyle bir şeye başvursam mutlaka işverenlerin 'İsterdik, ama...' diyeceklerine inanıyorum.
- Nasıl geçiniyorsunuz?
Annem çalışıyor. Babamın üçte bir maaşını alıyoruz. Deniz de iş buldu Amerika'da, o da çalışıyor. Biz şanslıyız o anlamda.
- Dostunuzu düşmanınızı tanıdınız mı bu sürede?
Bizim düşmanımız olmadığını, dostumuzun çok olduğunu anladık. Bu çok mutlu edici.
BABAMI ÇEKİP ALMAK İSTİYORUM
- Babanızın açlık grevine gireceğini biliyor muydunuz?
Babam böyle bir girişimde bulunacağını yanına gittiğimde söyledi bana. Tamamıyla karşı çıktım, 'Baba yok böyle bir şey' dedim ve konu kapandı. Hiç uzatmadı. Son gün, duruşma günü tutukluluğa devam kararı verildi. Babam orada bir not yazdı. 'İrem bunu benim için okur musun?' dedi. 'Baba hayır' dedim. Bir şekilde yapılan hukuksuzluğa isyandı ama bu bir ölüm orucu değildi. Babam öyle düşünmez, sağlığını korumalı ki mücadele etsin. Annem ve benim de ölüm orucuna gireceğimiz söylendi ki, böyle bir şey yok. Zaten hassasım. Babam savunmasını yaparken, gidip babamı çekip almak ve 'Siz ne yapıyorsunuz, benim babama bunu nasıl yaparsınız?' diye haykırmak istiyorum. Çıktım, okudum verdiği kararı. Üç gün boyunca yemek yemedi. Doktor son gün bir şeyler içmesi gerektiğini söylemiş. Tansiyonu düştü, revire kaldırılmış. Sonlandırdı grevi.
- Babanız kız kardeşlerinin türbanlı olduğunu açıklamıştı. Halalarınızın tepkisi ne oldu?
Hükümete yakın bir aileydi halamlar. Biz hiçbir zaman onların siyasi görüşlerini yönlendirmedik. Böyle bir şey yapmayız zaten. Normal bir şey. Fakat babamdan sonra, 'Yanlış yapmışız' dediler.
- Haftada kaç gün görüyorsunuz babanızı?
Her hafta ziyarete gidiyorum. Cuma, cumartesi ve pazar, üç gün boyunca iki-üç saat yanında kalıyorum.
- Ya anneniz?
Ayın ilk haftası açık görüş var. Ona gidiyor. Kapalı görüş bizi çok etkiliyor. Kötü de bir anım var. Babamın Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ait kırmızı kaplı bir kitabı vardır. Her daim de yanındadır. Not alma alışkanlığı babamla bütünleşmiştir. İlk kapalı görüşe gittik. Babam kitabı camın önüne koydu. Kapalı görüş olduğunu bilmiyordu, isyan etti duruma. Bir ara ayrıldı oradan. Kitap kaldı bir tek. Babam bir o kadar yakın, bir o kadar uzaktı ki... Bundan çok etkilendim, kapalı görüşe gidemiyorum.
- Bu işler bitince ne yapacaksınız?
Yüksek lisansı bitirip, bir yıl Deniz'in yanına Amerika'ya gideceğim. Kendim için bir süre yok olacağım.
SUÇU ERZİNCAN'IN 40 KİLOMETRE UZAĞINDAN GEÇMEK Mİ?
- Duruşma ne zaman?
18 Ekim'de yeniden hakim karşısına çıkacak. Ara kararlarla durmadan duruşmayı uzatıyorlar. Ama ben babamın hüküm giymeyeceğinden eminim. Son uzatma nedeni o kadar garipti ki!
- Nedir?
'Dursun Çiçek'in 2008 yılının 11'inci ayında Erzincan'a 40 kilometre uzaklıktaki Tercan İlçesi'nden geçerken kendi telefonuyla yaptığı iki görüşme tespit edilmiştir. Bu yüzden bu görüşmelerin kayıtlarının getirilmesi, dolayısıyla suç şüphesinin hala devam etmesi...' cümlesiyle bir buçuk ay daha tutukluluğunun devamına karar verildi. Bizi yine Erzincan'a bağlamaya çalışıyorlar. İşin aslını anlatmak istiyorum. 2008 yılının 11'inci ayında ailece Azerbaycan'a gidiyoruz. Ankara'dan arabayla çıktık. Erzincan'a 40 kilometre uzaklıktaki Tercan'dan geçiyoruz. Yol üstünde babamın bana 17 yaşında aldığı, kendisinin üzerine kayıtlı bir telefonla kuzenim Günsel Ebru Eryılmaz'ı aradık. Bir de babam bir devre arkadaşıyla konuştu. Yolda giderken bu iki kişiyle görüşmesi bile babamın bir buçuk ay daha tutuklu kalmasına sebep oldu. Suçu Erzincan'ın 40 kilometre uzağından geçmek. Kuvvetli suç şüphesi bu yüzden devam ediyor, başka bir şey yok.
HANEFİ AVCI'NIN KİTABINI OKUDU
- Cezaevine neler götüryorsunuz?
En çok kitap götürüyorum. Durmadan okuyor.
- En son hangi kitabı götürdünüz?
Hanefi Avcı'nın kitabını götürdüm, okudu. İçeride okumayan yok zaten. Duruşmada herkesin önünde var.
- Ne oldu babanızın yorumu?
"Herkesin bildiği bir şeyi kendi içlerinden biri yazdı" dedi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder