23 Ekim 2011 Pazar

BİANET KIRIK MATRUŞKA'YI YAZDI

Kırık Matruşka, Kırık Kadınların Romanı...
Kırık Matruşka bir ilk kitap. İpek Özbey ilk romanında hayatları bir biçimde birbiriyle kesişen farklı kadınların hikayalerini anlatıyor. Çünkü o da "bazen narin bir kadın gibi düşünmek istiyor, onları gibi olmak; bazen bir serseri gibi davranmak...". 

BİA Haber Merkezi
02/06/2007    Nilüfer ZENGİN

BİA (İstanbul) - İpek Özbey'in ilk kitabı "Kırık Matruşka" İstiklal Kitabevi'nden çıktı. Kırık Matruşka, Beyoğlu, Ankara, Irak ve Bodrum'da geçiyor. Farklı kadın karakterlerin hikayeleri yaşamın bir noktasında dokunaklı ve trajik bir biçimde buluşuyor. İçinde birden çok "kadın"ı barındıran Duru, taşıyıcı anne Zehra, Makbule, kürtaj... Romanı okurken içinizin burkulacağı konusunda şimdiden uyarayım...

İpek Özbey 34 yaşında, gazeteci. Pekçok dergi, gazete ve televizyon kanalında çalıştı. Cumhuriyet Dergi için röportajlar yapıyor... "Kırık Matruşka" ilk kitabı.

-Kitapta farklı kadın hikayeleri var, baş karakter ise 30'lu yaşlarında, şehirli ve mutsuz kadın portesini bir yanıyla yansıtıyor... Bu şehirli, orta sınıf, hali vakti yerinde fakat "mutsuz" kadınlarla ilgili ne söyleyebilirsiniz? Nerden gelir nereye giderler?

30 yaşlarındaki kadınların kafaları karışık 

İpek Özbey: Bir kere kafalarının çok karışık olduğunu kendimden de yola çıkarak söyleyebilirim. Bu kafa karışıklığı çoğu kez bu "nereden gelir nereye gider"i netleştirmekte zorluk çıkarıyor.

Bence her gün aynıdır aslında onlar için. Her gün aynı şeyi yaptıkları için belki, kafalarını karıştıracak hayal dünyalarına dalar ve kendilerinden başka kadınları yaratır, onları da kendilerine katarlar...

Sevgisizlik, bağlanma, şefkat, varolma, yokolma temaları arasında gidip geliyor kitap... Bir kadının varolma ve yokolma hikayesi gibi... Bu iki hal kadınların tarafından bakınca nasıl bir şey gibi görünüyor sizce?

"Birine bağımlılık insanın kendi varlığına hakaret" 

İ.Ö: Ben psikiyatr değilim, bunun bilimsel bir açıklamasını yapamam. Ancak, tamamı olmasa da kendi yaşadıklarımı da kattığım roman kişisinden yola çıkarak şunu söyleyebilirim: İnsan bağımlılığı diye bir şey var gerçekten. Bu bağımlılık türünü yaşayan kişiler tek başınalığı hiçlik sayıyorlar. Bağımlı olduğu kişiyi seçiyor, sanki o kendisine dokunmazsa teninin bir anlamı kalmıyor. O sevmezse kalbinin atmasına da gerek yok gibi. Ev onsuz boş, korkutucu...

Tek başınalığına, varlığına hakaret ediyor. Ve varoluş işte orada yokoluş oluyor. Bunu kaçımız yaşıyoruz bunu da bilmek istiyorum aslında....Üstelik neden hayata karşı bu kadar yetersiziz...

Kürtaj meselesiyle ilgili ne düşünüyorsun? Kitaptaki kadın bunu çocuğunun hayatına müdahale etmiş olarak algılıyor ve yükünden kurtaramıyor kendini sanki..

İ.Ö: Aslında çocuğunun hayatına son vermiş gibi algılıyor, çünkü bebek, istenmeyen bebek değil. Üstelik hamile kaldığını öğrendiğinde bunu çok istiyor. Sadece kendisini kontrol edemeyip, bebeğe iyi bakamayacağını düşündüğünde, aslında en çok da kendi hayatını, özgürlüklerini yitireceğinden korktuğu için kürtaj kararı veriyor. Ve bunu babaya söylemeden yaptığı için de vicdan azabı büyüyor.

"Bazılarının içi daha büyük oluyor, daha çok kişi sığdırıyorlar" 

Peki bir insan neden "bir değil birçok kişi" olmak ister? Kitabın kahramanı Duru neden öyle istiyor?

İ.Ö: Ben öyle biriyim. Hayat benim değişim hızıma yetişemiyor diye düşünürüm. Şaka tabii.. Ama gerçekten olmak istediğim o kadar çok şey var ki, yetişemiyorum. Yani kitaptaki kadın şapkaları gibi. Bazen narin bir kadın gibi düşünmek istiyorum, onları merak ediyorum, öyle olmanın hayatıma izdüşümlerini bekliyorum.

Bazen bir serseri, bazen "duygusuz-muş" gibi davranabilmek. Yetmiyor işte insana bazen kendisi. Bazılarının içi daha büyük oluyor, daha çok kişiyi sığdırabileceğini zannediyor bedenine. Bilmem ki bir hastalık mı bu? (NZ) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder