23 Ekim 2011 Pazar

BİRGÜN GAZETESİ'NİN İPEK ÖZBEY İLE RÖPORTAJI

İpekÖzbey'in HBB ile başlayan 13 yıllık televizyonculuk serüveninde Kanal 6", NTV ve CNN Türk var. Nokta dergisiyle Günaydın ve Cumhuriyet gazeteleri yazılı basın tadına uardujı yayın organları. İpek'in şimdilerde bir "bebeği" oldu; bir kitabı! İpek kaç yıllık dostum; onu böyle mutlu gördüğüm pek an vardır. Ben sordum, o açık açık yanıtladı.
»"Kırık Matruşka" bitmez tükenmez iç hesaplaşmaların, içindeki pek çok kişilikle boğuşmak zorunda kalan nevrotik yapılı bir kadının dramatik sunumu. Duru gerçekten nevrotik biri mi?
Semptomları bu vakaya tamı tamına uyan bir hasta hem de. Aşırı şefkat istemesi, "öteki"lere bağımlılığı, güvensizliği, yabancıların yanındaki huzursuzluğu nasıl bir sendrom yaşadığını vurguluyor. Toplumsal etkinliklerden hastalık derecesinde rahatsız. İleriye dönük plan yapamıyor. An'ın sorunlarıyla uğraşmaktan bitap düşüyor. Kendini kolayca aldatılmış ya da kırılmış hissediyor. Takıntılı, saplantılı, fiksasyon dolu. İç dünyasındaki dengesizlik sonucu dış dünyada da kimlik dağınıklığı sendromu yaşıyor. Nasıl yaşamasın! İlk çocukluk dönemlerinden başlayarak ne kadar olumlu / olumsuz ilişki varsa, her duygu tonunda tatmış. Temeli aynı döneme dayalı travma tik vakaların, içselleştiği çatışmaların tuzağına düştüğünü hissetmesine rağmen bunlarla yüzleşmeye mecalinin kalmaması, acı! Hele; yaygın deyimiyle söyleyeyim, erkek egemen toplumun yüklediği dert kamburunun bu kadınlarda sayıyı giderek kabartması daha da acı!
» Duru "İnsanlar gururumu kırdıkça ben de başkalarını kırdım. Her intikamda ateşim daha da harlanırken yalnızlığım da kocamanlaşıyor-du ne yazık ki!" diyor. Bütün bu öfkeyi salt şanssız bir ilişki ve işlediği "cinayet" tetiklemi-yor herhalde?
Durup durup melankoliye gömülmesi, yüzünün duygusal çöküntüyle allak bullak olması salt buna bağlanamaz elbette. İlklerinde hep düş kırıklığı yaşayan bir bahtsız o.
Mesela; ilk çalıştığı gazetenin havasında boğuluyor: "Ruhları işsizlikten boğulan o tembellerle işyerinde bütün bir gün avare avare takılmanın kimyasını bozduğu gün" istifayı basıyor. Bodrum'a tatile gidiyor: "Yaz aylarının çığlık çığlığa insan kalabalığı, özentilerin snopluğu, teknesini sahilde insanın burnuna kadar dayayan görgüsüzler, turist avcısı abazan-lar, ucuz taksidi turların Bodrum'a savurduğu kenar mahalle dilberleri" yüzünden midesi kalkıyor.
Irak'ta savaşı izlemeye gönderiyorlar. Biçare yavruları görüyor: "Tarih sömürgecinin kazandığı hiçbir işgali yazamadı henüz. Katliamın buz beyinli babadan embesil oğluna miras kalmasından daha da vahim olanı dünyanın bu insanlık suçuna seyirci kalması, hatta destek vermesi!" diye isyan ediyor.
Andy Garcia'nın oynayıp yönettiği Kayıp Şehir filmini görüyor. Yere göğe sığdırılamamış olması delirtiyor onu, kıyameti koparıyor: "İtici ve lümpen bir devrimci çizen bu filmin Che'ye, özelikle de halk direnişine nasıl bir saygısızlık yaptığından niyeyse hiç söz etmeyen ifrit yardağı eleştirmenler ya avanta aldılar ya da aynını düşünüyorlar; ikisi de birbirinden vahim!" diye laneüer yağdırıyor.
Duru bu; bakmayın siz sakin göründüğüne, içinde volkanlar patlıyor. Her dertle bütünleşmek yaşama biçimi, belki de böyle böyle çoğalıyor, kimbilir!
DURU POYRAZ ASLINDA İPEK ÖZBEY Mİ?
»Her acı zaten kırılgan bir yapısı olan Duru'nun yüreğinde tsunamiler yaratıyor, ama o yüzüne makyaj yaparak insan içine yine durulmuş sular gibi çıkıyor. Biraz, hatta birazdan da öte, aslında bizim İpek mi o?
Elbette zaman zaman ben de varım. Olmasam nasıl yazabilirdim ki. Gördüklerimden, duyduklarımdan çokça var. Doğaldır ki; yaşadıklarımı da aktarmaya çalıştım. Yazarın bir ürünü yayımlandığında toplumsal görevini yerine getirmenin mi; kendini ifade etmenin / içini dökmenin mi; yoksa tümünün mü tadına vardığı çok tartışılır. Senin "İpek'in bebeği" dediğin kitabımda hepsinin birden huzuruna varmakla şanslı sayıyorum kendimi.
» Çok okumaya; özellikle bizim edebiyata; ama ille de bazı isimlere düşkün olduğunu biliyorum. Bu kalem erbabını ötekilerden farklı kılan ne?
Üreten, her birinde farklı dünyalar bulduğum her yazarı seviyorum. Emeğe saygının doğal bir zorunluluğudur da bu! Hele ateşten günlerde elleri yana yana edebiyat fırınına odun atan o üs-tadlara saygı hepimizin boynunun borcu olmalı.
Nâzım Hikmet, Aziz Nesin, Vedat Günyol, Mehmed Kemal ve adları bu sayfalara sığamaya-cak denli çok olan o çilekeşler dikenli yolda çok çekti. Bu yoksunluk, bu "yoksulluk" onların kaderi olmamalıydı. Ama görüyorsun ki ne unutuluyorlar, unutturulabiliyorlar.
Kemal Tahir, Sabahattin Ali, Mina Urgan, Adalet Ağaoğlu, Cemal Süreya, Behçet Necati-gil'le ve daha niceleriyle nasıl da zengin, köklü bir kültürümüz var. İntihal ve ihanetin süse püse sarıp sarmaladığı bir fecrikazibe, bir yalancı tan ağarmasına; kimi Batı pompalaması şişme ka-lemciklere rağmen hem de! (Kırık Matruşka / Roman / İstiklal Yayınevi 9 YTL)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder