23 Ekim 2011 Pazar

HİLMİ YAVUZ: NİŞANTAŞI DA ÇARŞAMBA GİBİ GETTO


Tophane'deki galeri baskınıyla tartışılmaya başlayan "kutuplaşma" tartışmasına yazar Hilmi Yavuz da katıldı. Nişantaşı'nın da bir getto olduğunu savunan Yavuz'a göre, 'Kutuplaşma yok farklı yaşam tarzları var'
Röportaj: İpek Özbey / AKŞAM
Başbakan'ın 'Biz bu değiliz' demek için Avrupa'ya fotoğraf albümüyle gittiğini açıklamasının ardından yazar Hilmi Yavuz değişimi değerlendirdi. Yavuz, Çarşamba semtinin 50 yıl önce muhafazakar şimdi ise mutaassıp olduğunu söyledi. Sadece Çarşamba değil, Nişantaşı'nın da bir getto olduğunu savunan Yavuz, 'Kutuplaşma yok farklı yaşam tarzları var' dedi
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, önceki gün medyanın temsilcileriyle yaptığı toplantıda Fatih'in Çarşamba semtinden yola çıkarak Tophane'yle devam etti. 'Batı'ya 'biz buyuz' demekte zorlandığını söyleyen Erdoğan, bunun için İstanbul fotoğraflarından oluşan bir albümle Avrupa'ya gittiklerini açıkladı. Peki aslında biz kimiz? Bu fotoğraflardaki İstanbul, eski İstanbul'la ne kadar benziyor. Ne değişti? Şair, yazar ve felsefeci Hilmi Yavuz ile konuştuk.
- Başbakan Batı'ya bu fotoğrafları gösteremediğini söyledi. Bu fotoğraflar Türkiye adına nasıl bir çelişki yaratıyor?Önce meseleye bana sorarsanız kavramsal açıklık getirmek gerekiyor. Bu fotoğraflar bir çelişki oluşturmuyor. Çelişki, tanımı gereği farklı bir şeydir. Ama bu bir farklılıktır. Her farklılık, zorunlu olarak bir çelişkiyi içermez. Mesela siyahla beyazı bir farklılığı dile getirmek için kullanırız ya mecaz olarak. Bunlar bir çelişki değildir. Çelişki olabilmesi için, 'siyah' ve 'siyah değil' olması gerekir. Dolayısıyla bu konuda hüküm vermeye kalkanların, kavramsal farklılıklara özellikle dikkat etmesi gerekir. Bu bir farklılık, bir çelişki değil.
- Bu farklılık dediğinizi nasıl okumalıyız?Farklılık tamamen İstanbul'un, hem geleneksel hem de modern bir şehir olma kimliğinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla dünyanın tüm hem geleneksel hem de modern olan kentlerinde bu türlü farklılıkların olması son derece anlaşılabilir ve kaçınılmazdır. O yüzden meseleye böyle bakıldığında seçilen veya öne çıkarılan farklılığın ideolojik olduğunu söylememiz gerekiyor. Yani siz örneğin İstanbul'un Tophanesi'ni ya da Fatih'in Çarşamba'sını özel olarak fotoğraflayıp, 'İstanbul budur' diye, o farklı parçayı bütünün yerine koyarak sunarsanız, bu yaklaşımınız ideolojik bir yaklaşımdır.
- Avrupa'nın bizimle ilgili kafa karışıklığı AKP iktidarına özgü bir şey olmasa gerek..Değil, daha önce de Türkiye'de örneğin yabancı turistlerin köprü üzerinde sırt hamallarının fotoğraflarını çekmeleri ve sanki Türkiye'deki yaşam biçiminin bütünüyle bu tür yoksulluk, umarsızlık gibi bir takım insanlık durumlarıyla karşı karşıya olduğunu göstermek gibi bir çabaları vardı. Biz o zaman da buna bozuluyorduk doğrusunu söylemek gerekirse. Ama buna yabancıların bize atfettikleri bir tür oryantalizm yaklaşımı olarak bakıyorduk. Onlar bizi nasıl görmek istiyordu? Türkler yoksul, geri, cahil, bunlardan olsa olsa sırt hamalı olur gibi bir ideolojik bakış açısını somutladığı için o fotoğraflara hiç şüphesiz kızıyorduk. Ama şimdi artık dışarıdan gelmiyor bu. Başbakan'ın eleştirdiği şey Çarşamba ya da Tophane'deki gibi fotoğrafların bizzat içeriden Türk medyası tarafından öne sürülmüş olmasıdır.
- Bu da yeni bir şey değil ama. Yani Çarşamba fotoğrafları Türkiye'de sadece AKP döneminde çekilmedi ki, öyle değil mi?Bu meseleye dışarıdan bakanlarla içeriden bakanlar arasında kategorik bir farklılık var. Dışarıdan bakanlara biz 'oryantalist' diyoruz ama şimdi böyle bakanlar, Türkiye'yi böyle göstermek istiyorlarsa eğer o zaman onlara da 'yerli oryantalistler' dememiz lazım. Ama asıl önemli fark, bu tür ideolojik yaklaşımların belli amaçlarla özellikle Ak Parti'ye karşı kullanılıyor olmasıdır. Turistler bunu herhangi bir siyasi partiye karşı kullanmıyorlardı. Köprü üzerindeki sırt hamalının fotoğrafını çekmek o dönemin iktidarına ya da Türkiye'deki siyasal bir tavra karşı olmak gibi bir anlamı içermiyordu. Başbakan'ın şikayetinin nedeni budur ve yerden göğe kadar da haklıdır. Yaşam tarzlarından birini, ötekine karşı değer düşürücü ya da değer yüceltici diye ifade etmek ideolojiktir.
ESKİDEN DAYATMA YOKTU
- Peki bu fotoğrafların, yaşanan kutuplaşmadaki payı nedir?Böyle bir kutuplaşma söz konusu değil. İki farklı yaşam tarzı var. Bunu neden kutup olarak alıyoruz. Bu terimler beni rahatsız ediyor. Mini etek giyen bir genç kızımızla, başı kapalı bir genç kızımız arasındaki farklılık ya da karşıtlık niçin bir kutuplaşma olsun. Neden tek taraflı bakıyoruz üstelik. Tesettürlü mayoyla denize girmeye kalkan bir öğretmenin, oradaki mayolu hanımlar tarafından tartaklanması olayı var. Bunu büyütmüyor medya. 'Görüyor musunuz, laikçiler Türkiye'deki Müslümanları tasfiye etmeye kalkıyorlar' demiyor kimse. Ama tersi söz konusu olduğu zaman, 'Bunlar ulusalcıları, laikleri yok etmeye çalışıyorlar' deniyor. Neden bu tür olaylar AK Parti'yle ilişkilendiriliyor.
- Demek bir korku var, değil mi?Ben bu yaz Bodrum'daydım. Yıllardır Yahşi Adası'na giderim. Referandum öncesin maruz bırakıldığım mahalle baskısını söylesem şaşarsınız.
- Anlatır mısınız?Oradaki insanların tümü genellikle 'Beyaz Türk' diye adlandırılan insanlardır. Bunlar okumuş, yazmıştır. Ama önyargılarında 'Türkiye elden gidiyor' yorumlarının yer aldığı medyanın çok büyük payı var. Şöyle konuşmalar oluyor: 'Bu Tayyip'in ipini ben çekeceğim' diyor biri. Bir başkası şöyle diyor, duydum, yaşadım, 'Biz bunlardan kurtulamayacağız. İsrail, bunları tasfiye edecek.' Bunlar göz ardı edilip, Tophane öne çıkarılırsa, burada bir tuhaflık yok mu sizce de?
- 1950'li yıllardaki İstanbul ile bugünkü İstanbul arasında ne fark var bu bağlamda? O zaman da tesettürlü bir kadınla modern bir kadın aynı fotoğrafta yer alıyor muydu, böyle anlayabilir miyiz?Tamamıyla. 1950'lilerde Fatih'te oturuyorduk. Muhafazakar bir semtti. Ama ne örtülülerin ne de açıkların birbirlerine  dayatmaları söz konusu değildi.
- Peki Başbakan, medya toplantısında Çarşamba örneğinden yola çıktı. Siz eski bir Fatih'lisiniz madem. 1950'deki Çarşamba'yla bugünkü arasındaki fark nedir? O günkü Çarşamba'da yaşayan insanlar muhafazakardı, mutaassıp değillerdi. Şimdi mesele mutaassıblığa dönüştü.
- Muhafazakar kim, mutaassıp kim?Muhafazakar adı üzerinde, belli şeyleri muhafaza etmek ve onların yeniden üretilmesine, yaşama geçirilmesine katkıda bulunmak ve bu düşünceleri hayata geçirmekle kendini görevli saymaktır. Mutaassıp ise bunların hayata geçirilmesinin yanı sıra sadece kendilerinin yaşam biçimi değil, herkesin yaşam biçimi olması gerektiğini düşünenlerdir.
- Bu geçiş ne zaman oldu?Tahminen 70'lerden sonra. Göçlerle ilgili olduğunu düşünmek mümkün olabilir. Anadolu insanı özellikle dinsel anlamda muhafazakarlıktan çok mutaassıp olmaya yatkın. Dolayısıyla küçük gettolar oluştu. Çarşamba'da olduğu gibi örneğin Tophane'de de oldu. Aynı gettolaşmayı Nişantaşı için de söyleyebilirim.
- Nasıl yani, Nişantaşı ne anlamda gettolaşıyor?Orada da mutaassıplar var çünkü. Bu sadece Müslüman kimliğini öne çıkarmış insanlara özgü bir şey değil. Mutaassıp laikler de var Türkiye'de. Herkesin kendi gibi yaşamasını isteyen, başörtüsünü kafasından çekiştiren kadınlar da var.
- Çarşamba üzerinden yürümeye devam edersek, oradakiler mutaassıplığı nasıl yaşıyor?Diyelim ki bir cemaat oluştu. 'Biz burada bu yaşam tarzını koruyalım. Ve bu yaşam tarzının dışında kimsenin buraya girmesine izin vermeyelim' düşüncesi hakim.
- O zaman fotoğraflar doğru söylüyor, değil mi?Ama ben diyorum ki, bu gettolaşma bu kadar belirgin görünmese de Nişantaşı'nda da var. Onu neden görmüyoruz. Tek taraflı bakmamak gerekiyor.
- Nişantaşı'nın yıllar öncesine gidelim. O zamanlar da başı örtülü kişiler yaşıyordu Nişantaşı'nda. Onlar Nişantaşı'ndan el etek çekmeye başladılar diye düşünüyorum. Kısmen o çevreyi biliyorum, bir tek baş örtülü kadına rastladığımı söyleyemem. Mutaassıp Çarşambalılar gibi değil, ince bir taassupla meseleye bakıyorlar. İstanbul hem modern, hem geleneksel bir şehirdir. Dolayısıyla hem modern hem geleneksel yaşam tarzını sürdürmek isteyen  insanların mekanıdır burası.
- Siz kutuplaşma kelimesini sevmiyorsunuz. Ama bu sorunun üstesinden gelmenin yolu nedir?Reçete şudur aslında. Bu tür aşırılıkları, meseleyi ideolojik olarak ele alıp aşırıya taşımayı abartmamak ve bunu kınamak gerekir.
TÜRBAN SİMGE Mİ DEĞİL Mİ?
- Bu fotoğraf dün İstanbul'da çekildi. Bu fotoğrafı nasıl okursunuz?Çok anlaşılabilir bir fotoğraf. Neden bu fotoğraf bizi şaşırtıyor. 
- Eski İstanbul'da da bu fotoğraflar var mıydı?Eski İstanbul'da da böyle fotoğraflar vardı. Ama tesettüre gelince formel bir şekil almamıştı. Benim annem sokağa çıktığı zaman başını yarı örterek çıkardı. Saçlarının bir bölümü görülürdü.
- Beyaz Türkler bu kadarına tahammül edebiliyordu yani. İşi karaçarşaf mı bozdu yoksa türbanın siyasallaşması mı?Burada da kavramları yerli yerinde kullanmak gerekiyor. Mesela türban deniyor ki türban 'siyasal İslam'ın simgesidir. Bunun bir simge olduğunu öne sürebilmek için bu simgenin tanımı gerekir. Çünkü simgede bir nedensellik vardır. Haç Hıristiyanlığın simgesidir. Neden çünkü İsa çarmıha gerilmiştir, o yüzden seçilmiştir. Nedenli bir ilişkidir. Var mı türbanla bir nedensellik. İkincisi, mademki bunları laikliğin tehlikesi olarak görüyorsunuz o zaman taksınlar. Hitler Yahudilerin kamusal alana çıktıkları zaman kollarına pazuband taktırmıştır. Davut'un yıldızı vardır o pazıband'ın üzerinde. Yapılan işin hiçbir referansı yok. 'Ağzı olan konuşuyor' derler ya, aynen öyle. Medyamız bunlardan birinci derecede sorumludur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder