19 Aralık 2011 Pazartesi

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul, garip görünüyordun!

İstanbul'la ilgili yakında hayata geçecek 'çılgın' projelerden söz edildiğini çeşitli vesilelerle fazlasıyla duyarız. Amacımız kavramı tartışmaya açmak değil ama burada geçen 'çılgınlık' meselesinin gurur kaynağı biçiminde algılanması biraz ilginçtir. Boyut, maliyet ve fikir düzeyindeki 'çılgınlığı' maddi gücümüzün, cesaretimizin, zekamızın işareti olarak görürüz otomatik biçimde. Fakat illa böyle olmak zorunda değil; 130 milyon lira harcayıp kocaman bir Olimpiyat Stadı yaparken ulaşımı es geçmek, rüzgar problemini hesaba katmamak ve dahası statta maç yapmayı, izlemeyi unutmaktan  büyük çılgınlık olabilir mi mesela? Çılgınlıkla gariplik, saçmalık, komiklik arasındaki ince çizgi böyle durumlarda siliniyor galiba.
Çılgın ya da garip olmak için mutlaka büyük paralar harcamaya da gerek yok üstelik. Önceki günlerde Beşiktaş - Kadıköy arasındaki vapurun saat 20:45'te son seferini yaptığını duyan birinin şaşkınlığını hatırlıyorum. Siz de küçük bir anket çalışması yaparsanız, yolcu potansiyelinin hiç de az olmadığı o saatlerde seferlerin bitmesini, çoğu kişinin saçmalık biçiminde değerlendirdiğini görebilirsiniz... Elbette mutlaka olumsuz olmak zorunda değil; fakat garipliklerle, onları fark edemeyecek kadar birbirimize alışmışız. Çılgınlık, kavuştuğumuzda gururlanacağımız bir şey değil, zaten peşimizi bırakmayan, yapışkan bir özelliğimiz sanki. Önceki aylarda yazar Özay Şendir'in gazetesinde bıkıp usanmadan bir konuyu yazdığını hatırlıyorum; İstanbul'un çeşitli semtlerindeki çöp kamyonlarının neden hep trafiğin yoğun saatlerinde işe çıktığını soruyordu. Şendir'in böyle bir soruyu bıkmadan sormasını çılgınca bulabilirsiniz ama merak ettiği durum da az garip değil. Vapur seferinin erken bitmesi kadar da 'gizemli'.
Beşiktaş Vapur İskelesi'ndeki küçük anketimizi bırakıp, çeşitli alanlarda İstanbul'la ilgili çalışmalar yürüten kişilere sorduk; 'Sizce nedir İstanbul'un büyük çılgınlıkları, gariplikleri?' İstanbul'la ilgili pek çok projede yer almış mimar Korhan Gümüş, çılgınlıklarımızı sıralarken hiç zorlanmayanlardan. 'Kentin en önemli, çevresinde kültür kuruluşlarının bulunduğu mekanı neresi sizce?' diye sordu. Cevabı Tepebaşı'ndaki meydan. 'Peki bu değerli meydan ne olarak kullanılıyor?' cevabı otopark. 'Peki buna kimler karar vermiş?' İstanbul'u planlayan Metropoliten Planlama Merkezi. İstanbul'un en büyük ironilerinden birinin bu otopark olduğunu düşünüyor Gümüş.
Peşinden bahsettiği de bu kadar ironik; 'Aksaray hızlı tramvay ana istasyonuyla Vatan Caddesi'nde çalışan tramvay hattının bağlantısı yok. Aksaray'da şöyle bir etrafınıza baktığınızda havaalanından gelmiş, ellerinde valizlerle kaldırımı, işaretleri olmayan yollarda kaybolmuş turistleri sıklıkla görebilirsiniz. Kabataş yönüne gitmek için bir kilometre uzaktaki istasyonu büfelere, taksilere sorarak bulmaya çalışıyorlar.' 
Artık efsaneleşmiş bir başka mimar Aydın Boysan en büyük çılgınlığın İstanbul'un nüfusunun fazlalığı, buna karşın ulaşım imkanlarının kısıtlılığı olduğunu söylüyor. Bugüne kadar şöyle ya da böyle idare edildiğini, insanların evlerinden fazla çıkmadığını, bizim toplumun az gezdiğini anlatıyor Boysan, ardından ekliyor; 'Gezmek herkesin hakkı, yavaş yavaş insanlar sokağa çıkmaya başladı, bundan sonra sen gör çılgınlığı.'
İSTANBUL'UN SİMGESEL İMAJI; OTOBÜSLER Türkiye Rehberler Birliği Başkanı Şerif Yenen'in anlamakta zorlandığı konu en turistik yerlerimizden Sultanahmet'le ilgili. Meydandaki yeşil alanların, yarım metre altında çok değerli tarihi kalıntıların bulunduğu alanların ciddi bir projelendirme yapılmadan, sıradan bir inşaat çalışması gibi betonla kaplanmasını garip buluyor. Bahsettiği ilginç bir durumsa Sultanahmet'in görselliğiyle ilgili. 'Artık Sultanahmet'in en belirgin imajı otobüsler' diyor Yenen. Çekilen hemen her fotoğraf karesinde park etmiş bir otobüsün göründüğünü, buna bir çözüm bulunması gerektiğini söylüyor.
Bu hafta bir haber için buluştuğumuz müzeci Mine Küçük, konu garipliklerden açılınca Dolapdere'deki Adam Mickiewicz Müzesi'nden bahsediyor. Polonyalıların milli kahramanı olan şairin yolu İstanbul'a düşmüş vaktiyle ve Dolapdere'de yaşamını yitirdiği ev müzeye dönüştürülmüş. Küçük bu müzeyi görmeyi 3- 4 kez istediğini ama telefonlarına bakan ya da kapıyı açan birini bulmanın kolay olmadığını söylüyor. Ziyaret girişimlerinde başarı sağlayamamış, yine de ısrarcılığını sürdüreceğini söylüyor. Küçük'ün anlattığı diğer olay çoğumuzun muhatap olduğu ama fark etmediği, daha büyük bir gariplik; 'Topkapı Müzesi'ni ziyaret etmişsinizdir, bazen o kadar kalabalık oluyor ki, bir şeye bakarken bekçi 'Hadi kardeşim ilerle, sırada bekleyen var' diyor. Bir müze için epey abes, görülmemiş bir durum. Bir biçimde çözümünün bulunması lazım.'
İstanbul'un sokaklarını gezip yeme içme mekanlarıyla ilgili gözlemlerini gazetelerinde aktaran iki isim var; Ansel Mullins ve Yigal Schleifer ikilisi. Yılın önemli kısmını İstanbul'da geçiren Mullins buradaki garipliklerin sonsuz sayıda olduğunu düşünüyor; 'Bu gariplikler hayatımı renklendiriyor, bazılarını anlayamıyorum, bazılarını anladığımda garip değil zekice buluyorum' diyor. 'Peki nedir bunlar?' diye soruyoruz komik bulduklarını anlatmak istediğini söylüyor; 'Sirkeci'de bir adam renkli kalemi plastik kalıp gibi bir şeyin içine koyup geometrik şekiller çiziyor. Bu hiç de garip değil ama her defasında adamı büyük bir kalabalık izliyor, sanki şapkadan tavşan çıkarıyormuş gibi. İnanamıyorum. Millet şaşırmış! Barların olduğu sokakta yaşlı bir 'doktor' amca geziyor, elinde tansiyon aleti var. Ağzında sigarası, elinde rakısı olan kişiler de tansiyonlarını ölçtürüyor. Bravo, önce sağlık!'
HAVA DA ARTIK PARAYLA
Söz tarihi yarımadadan açılmışken konuyla ilgisini kurabileceğimiz iki bilgi aktaralım. Cinliğine, zekasına güvenen ve karşılığını da alan bir girişimci gayet çılgın projesini hayata geçirip, Topkapı Sarayı Müzesi'nin mağazasında 'İstanbul Havası'nı turistlere satıyor. Konserve kutularına sıkıştırıp 33 liraya sattığı hava yüzde 78 azot, yüzde 21 oksijen, yüzde 1 karbondioksitten oluşuyor. Yani 'gerçek' havanın formülü; kimse birilerini kandırdığını iddia edemez. Rotanızı Tahtakale üzerinden Eminönü'ne çevirirseniz burada İstanbul'un en garip muhtarlığına rastlayabilirsiniz; Tahtakale Muhtarlığı. Burada nüfus gündüzleri bir milyonu aşıyor. Tahmin edebileceğiniz gibi gece de azalıyor. Fakat bu kadar da olmaz diyor insan; muhtarın seçmen sayısı yalnızca 31 kişi. Muhtar Halil İbrahim Seçer'in babası da burada 46 yıl muhtarlık yapmış.

EYÜP TATLIPINAR- AKŞAM PAZAR EKİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder