8 Aralık 2011 Perşembe

Edebiyatın liseli kalemleri

Sylvia Plath'in ilk şiiri 8 yaşında yayımlandı. Yaşar Kemal'in 'Ağıtlar'ı basıldığında ünlü yazar  17 yaşındaydı. Virginia Woolf makaleleri yayınlandığında henüz 13'ünde, Nazım Hikmet ilk şiiri 'Feryad-ı Vatan'ı yazdığında henüz 12'sindeydi. Liste uzun... Kalemle tanıştıklarında neredeyse çocuk yaştalar. Şimdi sizlerle tanıştıracağımız isimler de öyle. Henüz lise öğrencileri. Kimi üçüncü kitabını yazıyor, kimi tarihe el atıyor. Hepsi birbirinden akıllı ve 'Gençlerde iş yok' diyenlerin ezberini bozuyorlar.

Adı Rana Demiriz. Henüz 16 yaşında bir lise öğrencisi. Yazmaya okumayı çözmekle birlikte başladı. Başlarda elbette düşüncesi kitap yazmak değildi. Önce şiirler yazdı. İlkokuldayken aile bireylerine yazdığı küçük dörtlükler oldu. Daha sonra bir hikaye kitabı yazdı. Üstelik resimlerini de kendisi çizdi. Kitap kapağını bile kendi yaptı. Bu küçük hikayeler uzun öykülere dönüştü ve romanın yolunu açtı. 'Genç bir yazar olarak kitap okumak da benim için bir tutku' diyor Rana Demiriz. Her yere elinde bir kitapla gidiyor, kocaman bir kütüphanesi var. Okuduğu kitap sayısı sıkı durun, iki bine yaklaşmış. Türk ve dünya klasiklerinin tamamını okumuş. Çağdaş Türk yazarları, aşk romanları, hatta fantastik romanlar...
Yazacaklarının belli bir kurgusu var, ama genel olarak masaya oturduğunda kaleminin kendisini yönlendirdiğini söylüyor. Bir de romantik sahneler yazarken, sessiz, sakin ve biraz içe kapalı olduğunu...
'Ya aksiyon?' diyecek oluyorum. Cevabı, 'Parmaklarım klavyenin üzerinde o kadar hızlı geziniyor ve beynim o kadar hızlı çalışıp kelimelere dökülüyor ki yazdıktan sonra bunu ben mi yazdım diye geri dönüp okuyorum. Kendimi kaybediyorum kelimelerde' diyor.
Lisede okuyor. Üniversite eğitimini resim üzerine almak istiyor. Resmin kalemini desteklediğine inanıyor. Yazamadığında çiziyor. Çizemediğinde yazıyor ama kendini mutlaka ifade ediyor, 'Resim bana özellikle betimlemeler konusunda çok yardımcı oluyor' diyor. Bu ay, Ataşehir Doğa Koleji'nde ilk kişisel sergisini açacak. Üstelik üçüncü romanı 'Donmuş Ateş'in çıkışıyla sergi aynı zamana denk geliyor.
Sevdiği kitaplara ve yazarlara gelince. İskender Pala'nın 'Katre-i Matem' kitabını değişik bulduğunu söylüyor. Elif Şafak'ın Aşk'ını beğenmiş. Oğuz Atay'ın 'Tutunamayanlar'ının yeri başka. Fantastik yazarlardan Laurell K. Hamilton'ı beğeniyor, 'Aşk romanlarında ise Judith Mcnaught ve Nora Roberts zirvede bence' diyor.

Kendisi 16, kahramanı ise 20 yaşında

Kitaplarında 20 yaşındaki bir genç kızın Amerika'da başlayıp İspanya'da devam eden fantastik aşk hikayesini anlatıyor. İkinci kitabında pek çok sahne Türkiye'de geçiyor. Dört kitaplık bir seri bu.
Yazdıkları yaşadıkları değil, yaşamak istedikleri. Örneğin kitapta geçen yerlerin hiçbirine gitmemiş, ama 'Google Earth' sağolsun, gitmiş kadar olmuş. Önce internette gezinip, sonra da buralar hakkında derinlemesine bir araştırmaya girdiğini söylüyor.
Yayınevine ilk gidişini anlatıyor. 'Çok beğendiler, başarılı buldular ancak yaşımdan dolayı basmadılar. '18 yaşına gelince bu toplantıyı bir daha yapalım' dediler. On dört yaşıma geldiğimde ilk kitabımı kendi imkanlarımızla bastırdık. Başbakanımızın da kabulünden sonra ulusal basında iyice yer aldım. Ardından Doğa Koleji bana sponsor oldu. Bunun üzerine Marmaris'ten İstanbul'a taşındık. Şu anda kitaplarım Doğa Yayınları'ndan çıkıyor.'

Kitap yazıyor, peki edebiyat dünyasıyla ilgili ne biliyor?
'Ben edebiyat dünyasını dipsiz bir kuyuya benzetiyorum. Herkes içine bir taş atıyor. Kimilerinin taşları diğerlerinden daha büyük oluyor, kimilerininki daha küçük. Yığılarak gün geçtikçe ilerliyor. Okuyucu kitlesi olan yazar her zaman için en başarılı yazar değildir. Öte yandan okuyucu kitlesine ulaşamamış çok başarılı eserler de var. Edebiyat öznel bir kavram olduğu için kimine göre harika olan bir eser başkası için bir şey ifade etmiyor. Bu yüzden edebiyat dünyasının kesin sınırları yok' diyor.
Kendimi hiç de bir lise öğrencisiyle konuşuyor gibi hissetmiyorum. Ama ne yalan söyleyeyim, sürekli 'Gençler üretmiyor, düşünmüyor' diyenlere inat o kadar mutluyum ki karşımdaki genç kızın cümlelerinden. 
Rana Demiriz, arkadaşlarından çok da farklı biri olmadığını söylüyor,  herkesin içinde bir cevher olduğuna inanıyor, yeter ki işlensin.
Peki, öğrenciyken nasıl kitap yazmaya vakit buluyor. Cevabı beni şaşırtıyor, 'İlk romanımı SBS'ye hazırlanırken yazmıştım. Diğer ikisini yaz tatillerinde...' Planlı yaşayarak her şeye yetiştiğini söylüyor. Dizi de seyrediyor, sosyal hayatını da doyasıya yaşıyor. Kitap da yazıyor, resim de yapıyor, üstelik başarılı bir öğrenci...

16 YAŞINDA TARİH  KİTABI YAZDI

Sarp Ersoy, 16 yaşında. St. Benoit Fransız Lisesi'nde okudu. Sonra Fransa'da liseye devam etti. Sadece yazı yazmıyor. 10 yıldır piyano dersleri alıyor, profesyonel olarak basketbol oynuyor. Okulun, Model Birleşmiş Milletler ve Avrupa Gençlik Parlamentosu'nda da aktif görevde.  Babasıyla birlikte şarap üretiyor. Yemek kurslarına katılıyor, sevdiklerine yemek hazırlıyor. Tarihin yanı sıra dinlerle ve ateizmle ilgili araştırmalar yapıyor. Proje çocuk desem değil, ailesi kişisel gelişimi ve eğitimi için ilgi gösteriyor ama onu hiçbir konuda zorlamıyorlar. 
Gelelim kitap yazma hikayesine. İlkokul birinci sınıfa kadar, kendi isteğiyle bir sınıf dergisi çıkarıyor. Hikaye burada başlıyor. Uzun metinler yazmasıysa 10 yaşını buluyor. O zamana kadar kompozisyon, küçük hikayeler... İlk yazdığı ciddi yazı, 'Bizans'ın Altın Çağı'... İmparator İustinianos zamanını anlatan bir roman. Ancak bir türlü yazdıklarını beğenmiyor. Geceler boyu yazıyor, yetersiz geliyor, bir tuşa basıp yazdıklarını yok ediyor.
İlgi alanı edebiyattan çok tarih. İki yıldır Bizans'tan Osmanlı'ya geçiş dönemi konusunda kendini yetiştirmeye çalışıyor, işin aslı epey de yol kat ettiğini düşünüyor.
Sarp Ersoy'un yazarken bir ritüeli var. Olabildiğince dış dünyayla ilişkisini koparıyor. Bir de yazı masasından çayı eksik etmiyor.
Peki, üniversitede hangi bölümü seçecek? Amerika'ya gitmeyi planlıyor. Burada Endüstri Mühendisliği okuyacak. Tarih ve yazı... Onlardan elbette vazgeçmeyecek.
Yazdığı gibi okuduğu kitapların da konusu tarih. 'Son İmparatordan İlk Sultana' kitabında İsmail Tokalak'ın 'Bizans-Osmanlı Sentezi' ve Radi Dikici'nin 'Şu Bizim Bizans' kitabından çok etkilendiğini söylüyor.
Romanın okunması için İstanbul'un fethini konu seçmiş. Özellikle bunu son imparatorun gözünden anlatıyor ve ilginç bir kelam ediyor, 'İsyan ediyorum. Biz gençlere anlatılan resmi tarihte geçmişimizle ilgili her bilgi doğru ve eksiksiz anlatılmıyor. Bunu keşfettim. Kendime doğruyu öğrenmeyi amaç edindim'...
Ne kadar şahaneler değil mi? Tarih ne zor bir alan. Ona tarihi seçtirene bakın, 'Mummy' filmindeki mumyalar.
Şimdiye kadar 150'nin üzerinde tarih kitabı okudu. 50'si Bizans'tan Osmanlı'ya geçiş dönemiyle ilgili. Yazdığı kitaptaki karakterler ve kendi arasında bir ilişki kuruyor genç yazar, 'İmparator Konstantinos'un bana benzer yönleri çok' diyor örneğin.
Seçtiği alana dair eleştirileri var, 'Bana kalırsa Türkiye'deki tarih araştırmaları biraz taraflı yürüyor' diyor, 'Bunun en büyük örneği lise tarih kitaplarımızda Bizans Tarihi'nin sadece bir paragrafla geçiştirilmesidir. Ben şahsen Anadolu kültüründeki ağırlığın sadece İslam ve Osmanlı'ya ait olduğunu düşünmüyorum.'
Kahve ve klasik müzik olmadan yazamam
Aslı Eke, Kösem Sultan'ı yazmaya başladığında 14 yaşındaydı. Kitabı 16 yaşında basıldı. Şimdi 18 yaşında, McGill Üniversitesi'nde felsefe ve politika okuyor. Kösem Sultan'ı yaklaşık bir yılda yazdı. Her zaman Osmanlı tarihine ilgi duyduğunu söylüyor Aslı Eke, özellikle de hareme. Yaptığı okumalarda Kösem Sultan'ın adı satır aralarında geçiyor. Öyle tanışıyorlar. Eke, 'Zaten bu tür tesadüfler her yazı yazmaya başlamadan önce başıma gelir. Kafamda her şey belirsizken sokakta gördüğüm bir insan, gazetede okuduğum bir makale, bir filmde aniden beliren efekt bile bana ilham olur' diyor. Kösem Sultan'a kısa bir hikaye olarak başlıyor, sonra kendini durduramıyor. Kitabı çok satmadı ama ses getirdi, o bunu yaşına bağlıyor. Tanımadığı insanların onu okumasından büyük zevk aldığını belirtiyor. Kitabı yazdığı dönemlerde yani lise yıllarında arkadaşlarından farklı biri o. Yalnız kalmayı seviyor, okuyor, hikayeler kurguluyor. Ve karamsar, içine kapanık biri. Milan Kundera'yı seviyor, Oscar Wilde'ı, James Joyce'u, hatta Sartre'ı...
Bu yaz yeni bir romana başladı. Araştırmaları sırasında hayatının en duygusal dönemlerini geçirdiğini söylüyor, tabii kitabıyla ilgili kopya vermiyor. Yazı yazarken ritüelleri var. Kahve içmeden yazamıyor. Fonda mutlaka klasik müzik çalmalı. Odasının dağınıklığı da hoşuna gidiyor ve geceleri yazmayı tercih ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder