tag:blogger.com,1999:blog-22478130337087988532024-03-13T18:59:23.180-07:00IPEK OZBEYIPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.comBlogger39125tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-14642693165049386232011-12-19T07:03:00.001-08:002011-12-19T07:03:26.962-08:00Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul, garip görünüyordun!İstanbul'la ilgili yakında hayata geçecek 'çılgın' projelerden söz edildiğini çeşitli vesilelerle fazlasıyla duyarız. Amacımız kavramı tartışmaya açmak değil ama burada geçen 'çılgınlık' meselesinin gurur kaynağı biçiminde algılanması biraz ilginçtir. Boyut, maliyet ve fikir düzeyindeki 'çılgınlığı' maddi gücümüzün, cesaretimizin, zekamızın işareti olarak görürüz otomatik biçimde. Fakat illa böyle olmak zorunda değil; 130 milyon lira harcayıp kocaman bir Olimpiyat Stadı yaparken ulaşımı es geçmek, rüzgar problemini hesaba katmamak ve dahası statta maç yapmayı, izlemeyi unutmaktan büyük çılgınlık olabilir mi mesela? Çılgınlıkla gariplik, saçmalık, komiklik arasındaki ince çizgi böyle durumlarda siliniyor galiba. <br />
Çılgın ya da garip olmak için mutlaka büyük paralar harcamaya da gerek yok üstelik. Önceki günlerde Beşiktaş - Kadıköy arasındaki vapurun saat 20:45'te son seferini yaptığını duyan birinin şaşkınlığını hatırlıyorum. Siz de küçük bir anket çalışması yaparsanız, yolcu potansiyelinin hiç de az olmadığı o saatlerde seferlerin bitmesini, çoğu kişinin saçmalık biçiminde değerlendirdiğini görebilirsiniz... Elbette mutlaka olumsuz olmak zorunda değil; fakat garipliklerle, onları fark edemeyecek kadar birbirimize alışmışız. Çılgınlık, kavuştuğumuzda gururlanacağımız bir şey değil, zaten peşimizi bırakmayan, yapışkan bir özelliğimiz sanki. Önceki aylarda yazar Özay Şendir'in gazetesinde bıkıp usanmadan bir konuyu yazdığını hatırlıyorum; İstanbul'un çeşitli semtlerindeki çöp kamyonlarının neden hep trafiğin yoğun saatlerinde işe çıktığını soruyordu. Şendir'in böyle bir soruyu bıkmadan sormasını çılgınca bulabilirsiniz ama merak ettiği durum da az garip değil. Vapur seferinin erken bitmesi kadar da 'gizemli'. <br />
Beşiktaş Vapur İskelesi'ndeki küçük anketimizi bırakıp, çeşitli alanlarda İstanbul'la ilgili çalışmalar yürüten kişilere sorduk; 'Sizce nedir İstanbul'un büyük çılgınlıkları, gariplikleri?' İstanbul'la ilgili pek çok projede yer almış mimar Korhan Gümüş, çılgınlıklarımızı sıralarken hiç zorlanmayanlardan. 'Kentin en önemli, çevresinde kültür kuruluşlarının bulunduğu mekanı neresi sizce?' diye sordu. Cevabı Tepebaşı'ndaki meydan. 'Peki bu değerli meydan ne olarak kullanılıyor?' cevabı otopark. 'Peki buna kimler karar vermiş?' İstanbul'u planlayan Metropoliten Planlama Merkezi. İstanbul'un en büyük ironilerinden birinin bu otopark olduğunu düşünüyor Gümüş. <br />
Peşinden bahsettiği de bu kadar ironik; 'Aksaray hızlı tramvay ana istasyonuyla Vatan Caddesi'nde çalışan tramvay hattının bağlantısı yok. Aksaray'da şöyle bir etrafınıza baktığınızda havaalanından gelmiş, ellerinde valizlerle kaldırımı, işaretleri olmayan yollarda kaybolmuş turistleri sıklıkla görebilirsiniz. Kabataş yönüne gitmek için bir kilometre uzaktaki istasyonu büfelere, taksilere sorarak bulmaya çalışıyorlar.' <br />
Artık efsaneleşmiş bir başka mimar Aydın Boysan en büyük çılgınlığın İstanbul'un nüfusunun fazlalığı, buna karşın ulaşım imkanlarının kısıtlılığı olduğunu söylüyor. Bugüne kadar şöyle ya da böyle idare edildiğini, insanların evlerinden fazla çıkmadığını, bizim toplumun az gezdiğini anlatıyor Boysan, ardından ekliyor; 'Gezmek herkesin hakkı, yavaş yavaş insanlar sokağa çıkmaya başladı, bundan sonra sen gör çılgınlığı.' <br />
<strong>İSTANBUL'UN SİMGESEL İMAJI; OTOBÜSLER </strong>Türkiye Rehberler Birliği Başkanı Şerif Yenen'in anlamakta zorlandığı konu en turistik yerlerimizden Sultanahmet'le ilgili. Meydandaki yeşil alanların, yarım metre altında çok değerli tarihi kalıntıların bulunduğu alanların ciddi bir projelendirme yapılmadan, sıradan bir inşaat çalışması gibi betonla kaplanmasını garip buluyor. Bahsettiği ilginç bir durumsa Sultanahmet'in görselliğiyle ilgili. 'Artık Sultanahmet'in en belirgin imajı otobüsler' diyor Yenen. Çekilen hemen her fotoğraf karesinde park etmiş bir otobüsün göründüğünü, buna bir çözüm bulunması gerektiğini söylüyor. <br />
Bu hafta bir haber için buluştuğumuz müzeci Mine Küçük, konu garipliklerden açılınca Dolapdere'deki Adam Mickiewicz Müzesi'nden bahsediyor. Polonyalıların milli kahramanı olan şairin yolu İstanbul'a düşmüş vaktiyle ve Dolapdere'de yaşamını yitirdiği ev müzeye dönüştürülmüş. Küçük bu müzeyi görmeyi 3- 4 kez istediğini ama telefonlarına bakan ya da kapıyı açan birini bulmanın kolay olmadığını söylüyor. Ziyaret girişimlerinde başarı sağlayamamış, yine de ısrarcılığını sürdüreceğini söylüyor. Küçük'ün anlattığı diğer olay çoğumuzun muhatap olduğu ama fark etmediği, daha büyük bir gariplik; 'Topkapı Müzesi'ni ziyaret etmişsinizdir, bazen o kadar kalabalık oluyor ki, bir şeye bakarken bekçi 'Hadi kardeşim ilerle, sırada bekleyen var' diyor. Bir müze için epey abes, görülmemiş bir durum. Bir biçimde çözümünün bulunması lazım.' <br />
İstanbul'un sokaklarını gezip yeme içme mekanlarıyla ilgili gözlemlerini gazetelerinde aktaran iki isim var; Ansel Mullins ve Yigal Schleifer ikilisi. Yılın önemli kısmını İstanbul'da geçiren Mullins buradaki garipliklerin sonsuz sayıda olduğunu düşünüyor; 'Bu gariplikler hayatımı renklendiriyor, bazılarını anlayamıyorum, bazılarını anladığımda garip değil zekice buluyorum' diyor. 'Peki nedir bunlar?' diye soruyoruz komik bulduklarını anlatmak istediğini söylüyor; 'Sirkeci'de bir adam renkli kalemi plastik kalıp gibi bir şeyin içine koyup geometrik şekiller çiziyor. Bu hiç de garip değil ama her defasında adamı büyük bir kalabalık izliyor, sanki şapkadan tavşan çıkarıyormuş gibi. İnanamıyorum. Millet şaşırmış! Barların olduğu sokakta yaşlı bir 'doktor' amca geziyor, elinde tansiyon aleti var. Ağzında sigarası, elinde rakısı olan kişiler de tansiyonlarını ölçtürüyor. Bravo, önce sağlık!'<br />
<strong>HAVA DA ARTIK PARAYLA</strong><br />
Söz tarihi yarımadadan açılmışken konuyla ilgisini kurabileceğimiz iki bilgi aktaralım. Cinliğine, zekasına güvenen ve karşılığını da alan bir girişimci gayet çılgın projesini hayata geçirip, Topkapı Sarayı Müzesi'nin mağazasında 'İstanbul Havası'nı turistlere satıyor. Konserve kutularına sıkıştırıp 33 liraya sattığı hava yüzde 78 azot, yüzde 21 oksijen, yüzde 1 karbondioksitten oluşuyor. Yani 'gerçek' havanın formülü; kimse birilerini kandırdığını iddia edemez. Rotanızı Tahtakale üzerinden Eminönü'ne çevirirseniz burada İstanbul'un en garip muhtarlığına rastlayabilirsiniz; Tahtakale Muhtarlığı. Burada nüfus gündüzleri bir milyonu aşıyor. Tahmin edebileceğiniz gibi gece de azalıyor. Fakat bu kadar da olmaz diyor insan; muhtarın seçmen sayısı yalnızca 31 kişi. Muhtar Halil İbrahim Seçer'in babası da burada 46 yıl muhtarlık yapmış.<br />
<br />
EYÜP TATLIPINAR- AKŞAM PAZAR EKİIPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-36212793575152952552011-12-19T06:57:00.000-08:002011-12-19T06:58:43.917-08:00Nazlı Eray yazdı: St. Petersburg<img height="500" id="il_fi" src="http://www.petersemlak.com/wp-content/uploads/2011/01/pt.jpg" style="padding-bottom: 8px; padding-right: 8px; padding-top: 8px;" width="500" /><br />
<br />
Çok değişik bir kente giriyorum ve orada geçireceğim sekiz saat boyunca, beynimin içinde unutulmaz anılarım oluşacak, beynim sanki bir kamerayla kentin görüntülerini çekecek ve ben soğuk kış gecelerinde, evimde bu kenti düşüneceğim. Herhalde kolay unutamayacağım orayı. <br />
Bunları düşünerek St. Petersburg'dan içeri daldım. Hiç yanılmamışım düşüncelerimde; şehir, içine girer girmez yakama yapıştı ve beni bir daha bırakmadı. Oysa az görmüştüm orayı, topu topu yedi-sekiz saat. Gördüğüm en tuhaf, en etkileyici, belki ürkütücü ve hüzünlü kentlerden biriydi St. Petersburg. İlkbahardan yaza geçerken bir gün Alexander Nevsky Caddesi'ne ayak basmıştım, akşamları beyaz geceler devam ediyor, saat gece 11.30'da bile gökyüzünde parlak bir aydınlık oluyordu. Başlı başına bu ışık, bu gelmeyen gece, sarhoş etmeye yetmişti beni, günün bütün saatleri karmakarışıktı beynimin içinde; Alexander Nevsky Caddesi'nde yürürken bir sabah mıydı yoksa bir akşamüstü mü, bilmiyordum.<br />
Daha önce görmediğim genişlikte upuzun caddeler, durmuş oturmuş büyük binalar; fakat tuhaf bir eskimişlik, bir tarihin içine sıkışmışlık; Çarlık devrinden kalma pırıltılı saraylar ve oyuncak gibi rengarenk, akıl almaz güzellikte, soğan biçimli kubbeli kiliseler; onların hemen kenarına komünizmin kente hakim olduğu zamanlarda yapılmış, uzayıp giden sosyal konutlar; ürkütücü bir biteviyelik ve bütün bunların üstüne çökmüş olan zaman. <br />
O dünyaların ikisini de eskitip sarartmış olan zaman. Hüzün ve artık olmayan bir şeylerin izleri...<br />
<strong>FİLM PLATOSU GİBİ </strong><br />
İşte bu muhteşem kent, adeta bir Orson Welles filminin dev platosunu andıran St. Petersburg bana tüm bunları bir anda çağrıştırdı. <br />
Hermitage'ın olduğu uçsuz bucaksız meydandayım. Hafif bir rüzgar yerdeki kuru yapraklarla oynuyor. Bu olağanüstü zengin müzeye girip, kaybedecek zamanımın olmadığını anlıyorum. Belki eşsiz mücevherlerin sergilendiği bölümü daha sonra gezebilirim. Kapıda uzun kuyruk...<br />
Uzaklaşıyorum meydandan. Yavaş yavaş akmakta olan Neva Nehri'ni görüyorum o an. Nehrin üstündeki köprünün demirlerine dayanıp birçok şey düşünmeye başlıyorum. Bu kentin insanları... Ünlü yazar Puşkin. Güzel karısına göz koydu diye düello ettiği Dantes. Puşkin çirkin, maymun gibi. Karısı Nathalie. O bir rüya. Beyazlar içinde bir resmi yatağımın yanında durur. Kara Nehir kenarında yapılan düello da Puşkin ağır yaralanır, 36 saat yaşar. Evine taşırlar onu. Orada, üst kattaki odasında kan kaybından ölür. Puşkin'in dadısı Arina. Ona çocukluğundan beri bakan yaşlı, şişman Rus kadın Arina. <br />
Lenin Caddesi'nde yürüyorum şimdi. Devrim'den sonra Lenin, karısı Krupskaya ile o zamanlar Çar II. Nikola'nın kışlık sarayı olan Hermitage'a yerleşmişti. Krupskaya'nın çocuğu olmuyordu. Zehirli guatrı vardı. <br />
Moskova'da Lenin'in mumyasını görmüştüm. Bir yıl önce. Mumya yeraltındaydı, tepeden bir spotla aydınlatılmıştı. Lenin siyah takım elbisesinin içinde orada yatıyordu. Bordo bir kadife örtünün üstünde. Gözleri kapalıydı, kravatı özenle bağlanmıştı. Ufalmıştı boyu. 'Bu bir bebek!' diye bağırmıştım onu görünce. 'Gerçek olamaz!'<br />
Ama yanına yaklaşınca mumyanın gerçek olduğunu anladım. Sanki yeni tıraş olmuştu yüzü. İncecik çıkan sakalını yaklaşınca görmüştüm. <br />
Yürüyorum St. Petersburg'da. Hotel Europa. Kül tablalarının bile altınla kaplanmış olduğu lüks, pahalı bir otel. Ama onda da bir eskilik, bir başka dünyaya ait olma havası var.<br />
Birden buluyorum kafamdaki sorunun yanıtını. <br />
St. Petersburg.<br />
Artık başka bir dünyaya ait olan bir kent burası. Zengin geçmişiyle, içinde yaşanan dramlarla, şu anki ürkütücülüğü ve başıboşluğuyla başka bir dünyanın şehri burası. <br />
<strong>GOGOL GECELERİ </strong><br />
Bunu bulunca rahatlıyorum. Burada geceler Gogol'un geceleri... Benim için St. Petersburg'da geceler ünlü yazar Gogol'a ait olmalı. Onun o bürokrasiyi kamçılayan, yer yer fantastik olan öyküleriyle, geceler Gogol'un. Paltosu çalınan bir zavallı memurun hortlayan ruhu gece yarısı St. Petersburg sokaklarında dolaşır ve çalınan paltosunu arar...<br />
Az ileride Aurora Gemisi. 1918 ihtilalini yapan gemi. Şehrin el değiştirmesi...<br />
Bir cafe'de piruşki yerken bir Rus ile konuşuyorum. <br />
'Lenin nasıldı?'<br />
'Belki de eşcinseldi' diyor.<br />
Şaşkınım. <br />
'Öyle mi?'<br />
'Bu bir argüman' diyor. Kahvesini içiyor. <br />
Artık hiçbir ideolojiye ait olmayan, sanki yalnız kalmış, binalarının boyaları eskimiş ve solmuş, gücüyle bana adeta bir tokat atan şehir, St. Petersburg. <br />
Beni gittikçe içine çekiyor. <br />
'Pekiyi Stalin bu kentte yaşadı mı?' diye soruyorum. 'Hayır, o Moskova'yı severdi' diyor Rus. Kahvesinden bir yudum daha alıyor. <br />
'Şu Lenin hakkındaki az önceki söylediğiniz... İnanmadım' diyorum. 'Hiç duymadım. Dünyada duyulmadı.'<br />
'Kim bilir...' diyor Rus. 'Konuşulur bu.'<br />
St. Petersburg'da her şeye hazırdım, gene de şaşırdım biraz. Bu, devrimcileri tedirgin eder, diye düşündüm. Gene de yazmalıyım bunu, St. Petersburg'un gözümde bir parçası olan Lenin hakkında bir 'yoldaş'ın fısıltısı bu. <br />
St. Petersburg. İnanılmaz bir kent. <br />
Şimdi mavi beyaz bir sarayın önündeyim. Katerin Sarayı olmalı bu. Nefis bir düğün pastası gibi önümde uzanıyor. Öyle büyük, öyle görkemli ki. Uçuk mavi, beyaz ve altın rengi kubbeler... Bir rüya sarayı. <br />
İçindeki bir odaya girip, o gece orada uyumak istiyorum. Çar'ın yatağında deliksiz bir uykuya dalayım, sabah o görkemin içinde uyanayım, aklıma hiç devrim filan gelmesin. Yiyip içeyim aynı Çar'ın yaptığı gibi...<br />
Fakat Nikolai Gogol'un gecesi peşimi bırakmıyor. Şehir birden ürkütücü bir hal alıyor, sokaklarda yalnızlık var şimdi. Gogol, St. Petersburg'da yaşamış ve en ünlü eserini burada vermişti. Kafamda, 'Bir Delinin Hatıra Defteri', 'Müfettiş', 'Palto'... Tekrar Alexander Nevsky Caddesi'nde yürüyorum. Gogol'un gecesinin içinde. <br />
Şehir başlı başına bir içki gibi, günün her rengi ve saatiyle başımı döndürüyor. <br />
Petergof - Yazlık Saray.<br />
Ulaşıyorum oraya. Gördüğüm ihtişam şaşırtıyor beni. Yemyeşil bir ormanın içinde altın renkli heykeller, onlarca altın adam, havaya fışkıran fıskiyeler, kat kat şelale olup akan sular, köprülerin üstünde kameralara poz veren yeni evlenmiş gelin ve damatlar. Bembeyaz gelinlikli Rus kızları... Altın heykeller gözlerimi kamaştırıyor, sular, fıskiyeler ıslatıyorlar beni, yakınlarına gidiyorum, altından adalelerine dokunuyorum. <br />
Yeniden Alexander Nevsky Caddesi'ndeyim. <br />
Şehir eski ve köhne. Yıllardır boyanmamış yapılar çevremde. Bir kapıdan içeriye girsem, bu kentin gecesini burada yaşasam, daracık bir sosyal konutun küf kokan bir odasında. Bir işçi gibi uyansam sabah. Şapkamda çekiç-orak amblemi olsa. Dünyanın yükünü sırtımda taşısam. Akşam köşe başındaki yoldaşların gittiği kahveye gitsem. Cebimde birkaç ruble olsa. İçimde inancım.<br />
Çelişkiler kenti St. Petersburg. Seni nasıl unutabilirim? Rüyalarda görülen, kötü, zedelenmiş bir çocukluğun rengi var sende. <br />
Çariçe'nin hekimi ve danışmanı Rasputin. Yusupof Sarayı'nda bir yemekte zehirli şarapla zehirleniyor. Ölmüyor. Yürüyor yollarda. Bir iki kurşun sıkıyorlar. Gene ölmüyor. Neva Nehri'nin içinde çırpınıyor. <br />
Tüylerim diken diken. <br />
Neva Nehri yanı başımdan akıyor. Senden korkuyorum ama aşık oldum sana St. Petersburg. Ayrılamıyorum köprünün üstünden.<br />
<br />
AKŞAM GAZETESİ<br />
PAZAR EKİ'NDE YAYINLANMIŞTIRIPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-35295481059471780422011-12-09T12:56:00.000-08:002011-12-09T12:56:31.779-08:00Ezberini bozmak isteyenlere tavsiye edilir<a href="http://www.mimozayasam.com/Nefes/default.asp?dokuman=254&d=Ulker-Uzun-Polatin-Tam-Benlik-Kitabi" title="Ülker Uzun Polat'ın 'Tam Benlik' Kitabı çıktı..."><span style="color: maroon;"><img alt="Ülker Uzun Polat'ın 'Tam Benlik' Kitabı çıktı..." border="0" height="329" src="http://www.mimozayasam.com/nefes/images/3.jpg" style="height: 211px; width: 162px;" width="210" /></span></a><br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Herkesin yaşadığı sıkıntılar, sorunlar kendine göre az ya da çok gelir. Başa çıkamadığımız anlarda da başkaları tarafından anlaşılamamaktan şikayet ederiz. Fakat durup da kendimizi anlamaya çalışmayız. Ülker Uzun Polat da böyle olumsuz düşünenlerden biriyken bir arkadaşından nefes çalışmalarıyla ilgili duydukları ve bu konuda araştırmaya başlamasıyla çok farklı bir hayatın kapılarını araladı. ODTÜ Elektrik ve Elektronik Mühendisliği’nden mezun olan Polat, Bilişim sektöründe uzun yıllar çalıştı. Ülker Uzun Polat, çocuklarının hayatına girmesiyle birlikte önceliğini huzur, denge ve mutluluk arayışına vermiş. Bu süreçte Reiki, NLP, Taichi, Yoga, Meditasyon, EFT, Kuantum Yaşam ve Nefes Koçluğu, Access- Bars, Meleklerle Koçluk eğitimlerini almış. Şimdi sahibi olduğu Mimoza Yaşam Merkezi’nde bu çalışmalarını herkesle paylaşmayı bir yaşam biçimi haline getirmiş. Biz de Ülker Uzun Polat’a kitabın ortaya çıkışını ve bu yaşam felsefesinin ayrıntılarını sorduk. </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Yazma fikri nasıl ortaya çıktı?</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Yazmak vazgeçemediğim bir şey. Kendimi yazar olarak görmüyorum, sadece hobi diyebilirim. Ama ilk kitabım ‘Tam Benlik’, yazmazsam öleceğim dediğim ve paylaşma isteğiyle benden taşan duygulardan ortaya çıktı. Sadece konuşarak, seminer vererek bir boşalıma ulaşamıyorsunuz. Kitabı daha çok insana ulaşma gayesiyle yazmadım. Sadece benden çıksın, insanlar okursa da paylaşayım, bunu bilsinler istedim. </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Kitapla ilgili geri dönüşler oldu mu?</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Açıkçası anlaşılacağından bile çok emin değildim. Böyle bir düşünceyle de yazmamıştım. Kitap yayınlandıktan sonra birçok kişi bana ulaştı ve benimle aynı düşünceleri paylaştıklarını söyledi. Bu durum beni çok mutlu etti tabii.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Ön yargılarımızdan nasıl kurtulacağız?</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">İnsan hayatında en önemli olgu ‘farkındalık’ aslında. Hayatın içinde birçok olayla karşı karşıya kalıyoruz ve bu boğuşmanın içindeyken farkında olmadan ezbere yapıyoruz her şeyi. Bu yüzden kitabımın adı da ‘Ezber Bozduran’. Yaşadıklarımızdan anlamamız gerekeni alıncaya kadar devam etmek ve farkındalığımızı geliştirmek, affetmeyi öğrenmek gerekiyor. Affetmiyoruz ve sürekli mutsuz oluyoruz. Aslında herkes birbirine ayna tutuyor. Dışarıda olanı gözlemlerken ve dışarıdaki olaylara tanıklık ederken aslında senin de yaşadığın benzer durumları fark ediyorsun. Bu bir yolculuk, bir günde, bir seansta olacak bir şey değil. Her şey yeni bir farkındalığa doğru bir yolculuğa götürüyor insanı. </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Vapuru kaçırmış ve beklerken not almaya başlamışsınız sonra da bu kitap ortaya çıkmış. Bir sonraki kitap için de yine böyle bir işaret olur mu dersiniz?</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Aslında işaretler kendiliğinden geliyor. Bizlerin yapması gereken tek şey onları anlamlandırmak. Bir sonraki kitap için de işaretler oluşuyor. ‘Tam Benlik’ kitabımın ikinci baskısı yapıldı. Her baskıda yeni bir bölüm ekliyorum. Üçüncü baskı için ekleyeceğim bölüme daha şimdiden karar verdim. Bu konuda şu an kafa yoruyorum, vapuru kaçırmayacağım belki ama yeniden başka bir şey olacak ve ben yazacağım.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Kitabınızda size enerjisiyle ışık tutan 12 kişinin olduğu bir listeniz var. Bu listeyi nasıl oluşturdunuz? </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Bu listeyle anlatmak istediğim; herkesin hayatında, yakın çevresinde çok güzel enerjiler aldığı insanlar var. Işık tutmak istediğim şey; hepimiz bireysel olarak çok güçlüyüz ama bir araya geldiğimizde daha da güçlü bir enerji oluşturuyoruz. Ayrıca 12 sayısında tamamlayıcı bir şey olduğunu düşünüyorum. Bütünü tamamlamak adına oluşturduğunuz küçük gruplar yani bir çiçek gibi düşünün ki bir yuvarlağın bir sürü yaprağı var ve bu zincir kelebek etkisi gibi bütün dünyaya yayılıyor. Tabii kitap yayınlandıktan sonra çok talep oluştu. O liste şimdi hızla gelişiyor. </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Sürekli pozitif bakmak mümkün mü? Hiç pes ettiğiniz olmuyor mu? </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Evrene sürekli sorular sormayı öğrendim. Bunun sana öğretmek istediği bir şey var. Her şey bir deneyim. Bunu deneyimledim ve bundan anlamam gereken ne var diyorum. Yaşananlara hiçbir zaman başarısızlık demiyorum. Kendime drama yaratmıyorum ve bir cevap aramıyorum. Zaten o cevap bana geliyor. Böyle sorulara çok maruz kaldım. Hayatım nasıl değişti, ilk kitabımı bu yüzden sadece bunları anlatmak için yazdım.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Kitapta meleklerden ve onlara mesajımızı iletmekten bahsediyorsunuz. Son zamanlarda bu tarz kitapların sayısı arttı mı sizce? </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Kişisel gelişim sektörünün içinde olmama rağmen bu konuda nerede ne olduğunu takip etmiyorum. Nefes konusunda da yaşadım. “Allahın nefesinin kursu mu olur?” diyenler oldu ve gelmediler. Onları da yadırgamıyorum. Bu iş manevi yönümüzle alakalı ve ancak buna inanan insanlar gelir. Eğer son günlerde bu konuda çok fazla yayın çıkıyorsa bunun da mutlaka bir sebebi vardır diye düşünüyorum. Ben bir ara bu şekilde düşünemediğim için üç yıl ara verdim. Herkesin her yaptığına ve herkesin görüşüne saygı duyuyorum. Benim uğraşım kendimle. </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">İstediğimiz her şeyi yapacak güçteyiz</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Retrotik yani beklentisiz olmakla ilgili neler söyleyebilirsiniz?</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Şu an yaptığım şey bu beklentisiz olma hali. Bilinçli bir şekilde beklentisiz olmak gerekiyor. İstediğimiz her şeyi yapabilecek güçteyiz. Düşüncelerimizi ve isteklerimizi serbest bırakalım ve hayatın bize neler verdiğine bakalım. Tabii ki bu düşünce hedeflerimiz olmasın anlamına gelmiyor. Tabiî ki hedeflerimiz olsun ama bunu beklentilerle yapmayalım. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşündüğüm zamanlar hep çuvalladım. Beklenti içinde olan aslında zihnimiz. İç sesimiz yüzde 99 bizim için doğru olanı söylüyor. Ama biz bunu dinlemeyip zihnimizin yani yüzde birlik kısmın dediğini yapıyoruz ve mutsuz oluyoruz. </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Beklentisiz davranmak bilinçsizce yapılan bir şey. Bu davranışımızı değiştirebilmemiz için ne tavsiye ediyorsunuz?</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Sevgi denen şeyde koşul, karşılık ve beklenti olmamalı. Yeni bir şeye başlarken bunu kendi kendimize hatırlatabiliriz. Madem bilinçsizce beklenti içinde bulunuyoruz. O zaman bilinçli bir şekilde beklentisiz olabiliriz. Kendimize beklenti içinde olmadığımız şeyleri yazdığımız bir liste yapabiliriz. Bir davranışı kazanabilmek için defalarca yapmak gerekir.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Egolarımızdan nasıl sıyrılacağız peki?</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Kişide farkındalık oluşmaya başladığında neyin ego, neyin öz olduğunu anlamaya başlıyor. Çok ısrar ettiği zaman bu egodan mı, içten gelen bir ses mi olduğunu anlamaya başlıyor. Bize danışanların çok sık kurduğu bir cümle var. “Ben eskiden” diye başlıyorlar, bu cümleyi duyunca çok mutlu oluyorum. Çünkü artık farkında olarak hareket ediyorlar. Onlarda cümlenin devamında artık aynı tepkileri vermediklerini ve daha mutlu olduklarını söylüyorlar.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Haber: Pınar Hiçdurmaz- Akşam Gazetesi</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><br />
</div>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-20425585623886315832011-12-08T08:14:00.000-08:002011-12-08T08:14:54.789-08:00Edebiyatın liseli kalemleri<div class="newsspot1" style="margin: 0cm 0cm 9pt;"><strong><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Verdana;">Sylvia Plath'in ilk şiiri 8 yaşında yayımlandı. Yaşar Kemal'in 'Ağıtlar'ı basıldığında ünlü yazar <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>17 yaşındaydı. Virginia Woolf makaleleri yayınlandığında henüz 13'ünde, Nazım Hikmet ilk şiiri 'Feryad-ı Vatan'ı yazdığında henüz 12'sindeydi. Liste uzun... Kalemle tanıştıklarında neredeyse çocuk yaştalar. Şimdi sizlerle tanıştıracağımız isimler de öyle. Henüz lise öğrencileri. Kimi üçüncü kitabını yazıyor, kimi tarihe el atıyor. Hepsi birbirinden akıllı ve 'Gençlerde iş yok' diyenlerin ezberini bozuyorlar.</span></span></strong></div><br />
Adı Rana Demiriz. Henüz 16 yaşında bir lise öğrencisi. Yazmaya okumayı çözmekle birlikte başladı. Başlarda elbette düşüncesi kitap yazmak değildi. Önce şiirler yazdı. İlkokuldayken aile bireylerine yazdığı küçük dörtlükler oldu. Daha sonra bir hikaye kitabı yazdı. Üstelik resimlerini de kendisi çizdi. Kitap kapağını bile kendi yaptı. Bu küçük hikayeler uzun öykülere dönüştü ve romanın yolunu açtı. 'Genç bir yazar olarak kitap okumak da benim için bir tutku' diyor Rana Demiriz. Her yere elinde bir kitapla gidiyor, kocaman bir kütüphanesi var. Okuduğu kitap sayısı sıkı durun, iki bine yaklaşmış. Türk ve dünya klasiklerinin tamamını okumuş. Çağdaş Türk yazarları, aşk romanları, hatta fantastik romanlar...<br />
Yazacaklarının belli bir kurgusu var, ama genel olarak masaya oturduğunda kaleminin kendisini yönlendirdiğini söylüyor. Bir de romantik sahneler yazarken, sessiz, sakin ve biraz içe kapalı olduğunu...<br />
'Ya aksiyon?' diyecek oluyorum. Cevabı, 'Parmaklarım klavyenin üzerinde o kadar hızlı geziniyor ve beynim o kadar hızlı çalışıp kelimelere dökülüyor ki yazdıktan sonra bunu ben mi yazdım diye geri dönüp okuyorum. Kendimi kaybediyorum kelimelerde' diyor.<br />
Lisede okuyor. Üniversite eğitimini resim üzerine almak istiyor. Resmin kalemini desteklediğine inanıyor. Yazamadığında çiziyor. Çizemediğinde yazıyor ama kendini mutlaka ifade ediyor, 'Resim bana özellikle betimlemeler konusunda çok yardımcı oluyor' diyor. Bu ay, Ataşehir Doğa Koleji'nde ilk kişisel sergisini açacak. Üstelik üçüncü romanı 'Donmuş Ateş'in çıkışıyla sergi aynı zamana denk geliyor. <br />
Sevdiği kitaplara ve yazarlara gelince. İskender Pala'nın 'Katre-i Matem' kitabını değişik bulduğunu söylüyor. Elif Şafak'ın Aşk'ını beğenmiş. Oğuz Atay'ın 'Tutunamayanlar'ının yeri başka. Fantastik yazarlardan Laurell K. Hamilton'ı beğeniyor, 'Aşk romanlarında ise Judith Mcnaught ve Nora Roberts zirvede bence' diyor. <br />
<b><br />
<strong>Kendisi 16, kahramanı ise 20 yaşında</strong></b><br />
Kitaplarında 20 yaşındaki bir genç kızın Amerika'da başlayıp İspanya'da devam eden fantastik aşk hikayesini anlatıyor. İkinci kitabında pek çok sahne Türkiye'de geçiyor. Dört kitaplık bir seri bu. <br />
Yazdıkları yaşadıkları değil, yaşamak istedikleri. Örneğin kitapta geçen yerlerin hiçbirine gitmemiş, ama 'Google Earth' sağolsun, gitmiş kadar olmuş. Önce internette gezinip, sonra da buralar hakkında derinlemesine bir araştırmaya girdiğini söylüyor. <br />
Yayınevine ilk gidişini anlatıyor. 'Çok beğendiler, başarılı buldular ancak yaşımdan dolayı basmadılar. '18 yaşına gelince bu toplantıyı bir daha yapalım' dediler. On dört yaşıma geldiğimde ilk kitabımı kendi imkanlarımızla bastırdık. Başbakanımızın da kabulünden sonra ulusal basında iyice yer aldım. Ardından Doğa Koleji bana sponsor oldu. Bunun üzerine Marmaris'ten İstanbul'a taşındık. Şu anda kitaplarım Doğa Yayınları'ndan çıkıyor.'<br />
<br />
<strong>Kitap yazıyor, peki edebiyat dünyasıyla ilgili ne biliyor? </strong><b><br />
</b>'Ben edebiyat dünyasını dipsiz bir kuyuya benzetiyorum. Herkes içine bir taş atıyor. Kimilerinin taşları diğerlerinden daha büyük oluyor, kimilerininki daha küçük. Yığılarak gün geçtikçe ilerliyor. Okuyucu kitlesi olan yazar her zaman için en başarılı yazar değildir. Öte yandan okuyucu kitlesine ulaşamamış çok başarılı eserler de var. Edebiyat öznel bir kavram olduğu için kimine göre harika olan bir eser başkası için bir şey ifade etmiyor. Bu yüzden edebiyat dünyasının kesin sınırları yok' diyor. <br />
Kendimi hiç de bir lise öğrencisiyle konuşuyor gibi hissetmiyorum. Ama ne yalan söyleyeyim, sürekli 'Gençler üretmiyor, düşünmüyor' diyenlere inat o kadar mutluyum ki karşımdaki genç kızın cümlelerinden. <br />
Rana Demiriz, arkadaşlarından çok da farklı biri olmadığını söylüyor, herkesin içinde bir cevher olduğuna inanıyor, yeter ki işlensin. <br />
Peki, öğrenciyken nasıl kitap yazmaya vakit buluyor. Cevabı beni şaşırtıyor, 'İlk romanımı SBS'ye hazırlanırken yazmıştım. Diğer ikisini yaz tatillerinde...' Planlı yaşayarak her şeye yetiştiğini söylüyor. Dizi de seyrediyor, sosyal hayatını da doyasıya yaşıyor. Kitap da yazıyor, resim de yapıyor, üstelik başarılı bir öğrenci...<br />
<b><br />
<strong>16 YAŞINDA TARİH KİTABI YAZDI</strong></b><br />
Sarp Ersoy, 16 yaşında. St. Benoit Fransız Lisesi'nde okudu. Sonra Fransa'da liseye devam etti. Sadece yazı yazmıyor. 10 yıldır piyano dersleri alıyor, profesyonel olarak basketbol oynuyor. Okulun, Model Birleşmiş Milletler ve Avrupa Gençlik Parlamentosu'nda da aktif görevde. Babasıyla birlikte şarap üretiyor. Yemek kurslarına katılıyor, sevdiklerine yemek hazırlıyor. Tarihin yanı sıra dinlerle ve ateizmle ilgili araştırmalar yapıyor. Proje çocuk desem değil, ailesi kişisel gelişimi ve eğitimi için ilgi gösteriyor ama onu hiçbir konuda zorlamıyorlar. <br />
Gelelim kitap yazma hikayesine. İlkokul birinci sınıfa kadar, kendi isteğiyle bir sınıf dergisi çıkarıyor. Hikaye burada başlıyor. Uzun metinler yazmasıysa 10 yaşını buluyor. O zamana kadar kompozisyon, küçük hikayeler... İlk yazdığı ciddi yazı, 'Bizans'ın Altın Çağı'... İmparator İustinianos zamanını anlatan bir roman. Ancak bir türlü yazdıklarını beğenmiyor. Geceler boyu yazıyor, yetersiz geliyor, bir tuşa basıp yazdıklarını yok ediyor. <br />
İlgi alanı edebiyattan çok tarih. İki yıldır Bizans'tan Osmanlı'ya geçiş dönemi konusunda kendini yetiştirmeye çalışıyor, işin aslı epey de yol kat ettiğini düşünüyor. <br />
Sarp Ersoy'un yazarken bir ritüeli var. Olabildiğince dış dünyayla ilişkisini koparıyor. Bir de yazı masasından çayı eksik etmiyor. <br />
Peki, üniversitede hangi bölümü seçecek? Amerika'ya gitmeyi planlıyor. Burada Endüstri Mühendisliği okuyacak. Tarih ve yazı... Onlardan elbette vazgeçmeyecek.<br />
Yazdığı gibi okuduğu kitapların da konusu tarih. 'Son İmparatordan İlk Sultana' kitabında İsmail Tokalak'ın 'Bizans-Osmanlı Sentezi' ve Radi Dikici'nin 'Şu Bizim Bizans' kitabından çok etkilendiğini söylüyor. <br />
Romanın okunması için İstanbul'un fethini konu seçmiş. Özellikle bunu son imparatorun gözünden anlatıyor ve ilginç bir kelam ediyor, 'İsyan ediyorum. Biz gençlere anlatılan resmi tarihte geçmişimizle ilgili her bilgi doğru ve eksiksiz anlatılmıyor. Bunu keşfettim. Kendime doğruyu öğrenmeyi amaç edindim'...<br />
Ne kadar şahaneler değil mi? Tarih ne zor bir alan. Ona tarihi seçtirene bakın, 'Mummy' filmindeki mumyalar. <br />
Şimdiye kadar 150'nin üzerinde tarih kitabı okudu. 50'si Bizans'tan Osmanlı'ya geçiş dönemiyle ilgili. Yazdığı kitaptaki karakterler ve kendi arasında bir ilişki kuruyor genç yazar, 'İmparator Konstantinos'un bana benzer yönleri çok' diyor örneğin. <br />
Seçtiği alana dair eleştirileri var, 'Bana kalırsa Türkiye'deki tarih araştırmaları biraz taraflı yürüyor' diyor, 'Bunun en büyük örneği lise tarih kitaplarımızda Bizans Tarihi'nin sadece bir paragrafla geçiştirilmesidir. Ben şahsen Anadolu kültüründeki ağırlığın sadece İslam ve Osmanlı'ya ait olduğunu düşünmüyorum.'<br />
<strong>Kahve ve klasik müzik olmadan yazamam</strong><br />
Aslı Eke, Kösem Sultan'ı yazmaya başladığında 14 yaşındaydı. Kitabı 16 yaşında basıldı. Şimdi 18 yaşında, McGill Üniversitesi'nde felsefe ve politika okuyor. Kösem Sultan'ı yaklaşık bir yılda yazdı. Her zaman Osmanlı tarihine ilgi duyduğunu söylüyor Aslı Eke, özellikle de hareme. Yaptığı okumalarda Kösem Sultan'ın adı satır aralarında geçiyor. Öyle tanışıyorlar. Eke, 'Zaten bu tür tesadüfler her yazı yazmaya başlamadan önce başıma gelir. Kafamda her şey belirsizken sokakta gördüğüm bir insan, gazetede okuduğum bir makale, bir filmde aniden beliren efekt bile bana ilham olur' diyor. Kösem Sultan'a kısa bir hikaye olarak başlıyor, sonra kendini durduramıyor. Kitabı çok satmadı ama ses getirdi, o bunu yaşına bağlıyor. Tanımadığı insanların onu okumasından büyük zevk aldığını belirtiyor. Kitabı yazdığı dönemlerde yani lise yıllarında arkadaşlarından farklı biri o. Yalnız kalmayı seviyor, okuyor, hikayeler kurguluyor. Ve karamsar, içine kapanık biri. Milan Kundera'yı seviyor, Oscar Wilde'ı, James Joyce'u, hatta Sartre'ı...<br />
Bu yaz yeni bir romana başladı. Araştırmaları sırasında hayatının en duygusal dönemlerini geçirdiğini söylüyor, tabii kitabıyla ilgili kopya vermiyor. Yazı yazarken ritüelleri var. Kahve içmeden yazamıyor. Fonda mutlaka klasik müzik çalmalı. Odasının dağınıklığı da hoşuna gidiyor ve geceleri yazmayı tercih ediyor.<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><br />
</div>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-65935590469991902232011-10-28T23:27:00.000-07:002011-10-29T03:38:05.858-07:00MÜGE ANLI'NIN ENKAZINI KİM KALDIRACAK?<div style="font: 12.0px Helvetica; margin: 0.0px 0.0px 0.0px 0.0px;"><br />
</div><div style="font: 12.0px Helvetica; margin: 0.0px 0.0px 0.0px 0.0px;"><br />
</div><div style="font: 12.0px Helvetica; margin: 0.0px 0.0px 0.0px 0.0px;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: Times; font-size: small;"></span></div><h1 class="news_title" style="clear: both; color: #db0a2d; font: normal normal 700 18pt/40px 'Arial Black'; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><br />
</h1><div class="news_spot" style="font: normal normal 700 9pt/17px Verdana; margin-bottom: 12px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;">'Kimse kusura bakmasın'... Sosyolog, psikolog, toplum bilimci, sorgu hakimi ve aynı zamanda avukat olan Müge Anlı'nın programında en çok kullandığı cümle bu... Sen de kusura bakma Müge Anlı, biliyoruz bir Müge Anlı kolay yetişmiyor! Ama buraya kadarmış...</div><div class="content content_12" id="news_content" style="clear: right; font-family: Verdana; font-size: 9pt; line-height: 16px; margin-bottom: 5px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px;"><div style="font-family: Verdana; font-size: 9pt; margin-bottom: 20px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: justify;"><b><br />
</b>Bir röportajında Müge Anlı'ya soruyorlar. 'Bir kız çocuğuna acımasızca babasının üvey olduğunu söylemişsiniz. Sizi suçlayanlara neden cevap vermediniz?' Cevap şu: 'Bazı insanlar konuşurlar, bazı insanlar konuşulur. Ben konuşulmayı tercih ediyorum.' Müge Anlı bugün düştüğü durumdan rahatsız mıdır sizce?<br />
Onu ilk tanıdığımızda saçlarıyla dikkatimizi çekmişti. Beline kadar, gerçekten de güzel saçları vardır/ hala da var. Magazin muhabiriydi. İşini de iyi yapıyordu. Zira işini iyi yapanların her işi yapacaklarını zanneden nadide medyamız onu düşünmeden bir stara dönüştürdü. Sabah programıyla karşımıza çıktı. Partneri magazin gazeteciliğinin duayenlerinden Şenay Düdek'ti. Programları çok ses getirdi. Kimseye çıkmayan konuklar onlara gidiyor, 'Dobra Dobra' içini açıyor, gündemi belirliyorlardı. Kısa süre sonra ihtilafa düştüler. Yolları ayrıldı. Müge Anlı'dan bir Oprah Winfrey yaratma çabası içine düşen medya, ona saatlerce süren televizyon programlarını emanet etti.<br />
<strong>YÜKSEK REYTİNGLİ CİNAYETLERİN DEDEKTİFİ</strong><br />
Türkiye'de kriminal suçların ekranda tartışıldığı dönemdir bu dönem. Müge Anlı ekrana çıkar, cinayetin şifrelerini konuklarla çözmeye çalışırdı. Münevver Karabulut cinayetini lütfen hatırlayın. Yüksek ratingi nedeniyle televizyon kanallarının haber bültenlerinde dahi ilk sırayı alan bu cinayetin ardından Türkiye Münevver Karabulut'un ailesinin gözyaşlarına Müge Anlı'nın programında şahit olmuştu. Günlerce aile neredeyse stüdyoda yattı kalktı. Bir dedektif edasıyla sunucu Anlı, bu ve birçok cinayetin peşine düştü. Öyle ki zamanın İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, katilleri bulmada yardımcı olan yerli Oprah Winfrey'e teşekkürlerini sundu.<br />
Sonra Karabulut ailesinin acılarını evire çevire verip, ratingleri patlatan Müge Anlı gün geldi, babasının psikolojisinin bozulduğunu ve artık canlı yayınlara çıkmaması gerektiğini söyledi. Bununla da gurur duydu. Oysa artık başka cinayetlerin ratingini yeme zamanı gelmişti.<br />
Anlı şanlı magazinci, günümüzün sorgu hakimi Müge Anlı, yaşı küçük, zorla evlendirilen kızların ailelerini hatta başı önünde konuşamayan çocuk gelinleri karşısına aldı. İstanbullu modern kadın, Türkiye'nin çözemediği sorunu işaret parmağı sürekli havada, 'Ama siz de canım' diyerek çözmek için uğraştı. Bazen ders verdi, bir annenin tecavüzcüsünden de olsa çocuğunu sevmesi gerektiğini söyledi örneğin...<br />
<strong>IRKÇILIK SÖYLEMİ</strong><br />
Otobüslerle kanal kanal gezen seyirciler, ekran başında ahkam kesenler Müge Anlı'nın hayran kitlesinin başında geliyordu. 'Tatlı Sert'in tatlısını umutla bekleyen bizlerin karşısına bu kez geri dönülemez söylemle çıktı. Söylemin tarifi asla gaf olamazdı, bu düpedüz ırkçılık söylemiydi.<br />
Peki ne dedi?<br />
Türkiye, hafta başında Van'dan gelen kötü haberle uyandı. 7.2 şiddetinde deprem olmuştu. Çocuklar, yaşlılar, gençler, kadınlar... Yıkık binaların altında kurtarılmayı bekliyordu. Bir çocuğun fotoğrafı aynı gün gazete manşetlerinde umudun fotoğrafı olabiliyor, ertesi gün tüm Türkiye aynı çocuğa ağlıyordu. Binlerce insanın hayatı artık asla eskisi gibi olmayacaktı.<br />
İşte toplumbilimci Müge Anlı yine en bilgiç hali ve fönlü saçlarıyla kameranın karşısına geçti, utancın nutkunu attı.<br />
Dedi ki, 'Canımız istediği zaman boyuna taş atıyoruz. Kuş avlar gibi dağlarda vuruyoruz. Bir şey olduğu zaman hadi Mehmetçik gelsin hadi polis gelsin diyoruz. Biraz da dengeleri kuralım. Zor günlerde ah canım cicim, sonra kuş avlar gibi avlamayalım bunları. İnsanlar biraz da hadlerini bilsinler demek istiyorum.'<br />
Türkiye'nin kanı dondu. Program yaptığı kanalın muhabiri onun yüzünden bölgede çalışamadığını söyledi. Başbakan'dan vatandaşa herkes onun lanetli söylemini bir kez daha lanetledi.<br />
Bugün yeni bir Müge Anlı çıkmalıdır televizyon ekranlarına. Vicdanlı olmalıdır. Ve şimdiki Müge Anlı'yı onun konuklarını oturttuğu sanık sandalyesine oturtmalıdır. O, enkaz altında yardım eli bekleyen insandan daha çok muhtaçtır insana şimdi.<br />
Umarız medyamız, onun son şöhretini rating aracı olarak kullanmaz. Ve yine umarız ki Müge Anlı bundan sonraki hayatında her şeyin bir insanı sevmekle başlayacağını öğrenir.</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 9pt; margin-bottom: 20px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: justify;"><strong>Kim ne dedi?</strong><br />
Çok tepki aldı Müge Anlı. Sunucunun günah keçisi olduğunu savunanlar da oldu. Kendisi de bir açıklama yaptı ve hedef gösterildiğini söyledi, özür gibi de bir şey diledi. Peki kimler, ne yazdı?<br />
<strong>RUHAT MENGİ:</strong> Anlı'nın kasıtlı olarak 'Türk-Kürt ayırımı' yapmak üzere konuşmayacağına inanıyorum. Herhalde onun hatasında da olayın şokunun, üzüntünün büyük payı vardır. Ve tabii canlı yayının geri dönülmezliği.. Böyle kritik günlerde ya bant yayını veya 'geciktirmeli yayınla hata denetimi' uygulaması yapılması onun için önemlidir, kanallar bunu neden ihmal ediyor anlamıyorum. 'Kırk yılda bir' ortaya çıkmış canlı yayın hatalarında hemen 'çarmıha germe' kampanyaları başlatılması da aynı derecede yanlış.<br />
<strong>CAN ATAKLI:</strong> Anlı'ya karşı bir 'linç' kampanyası başlatıldı. Ne faşistliği kaldı, ne insanlık suçu işlediği. Kimi 'hemen işinden atılmasını' istiyor kimileri 'Çek git bu ülkeden' diyor. Anlı'nın söylediklerini beğenmedim. Ama biliyorum ki o sözleri ırkçı olduğu için söylemedi.<br />
<strong>BARIŞ YARKADAŞ:</strong> Depremzede Van halkıyla 'Kardeşlik Köprüsü'nü güçlendirmeye çalışır ve 'bir kişi daha geceyi soğukta geçirmesin' diye uğraşırken, Müge Anlı ve onun zihniyetindekiler kardeşlik köprüsünün temeline dinamit koyuyorlar...</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 9pt; margin-bottom: 20px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: justify;"><strong>Koynumdaki Yılan</strong><br />
Müge Anlı, yine magazin gazetecisi olan Burhan Akdağ ile evliydi. Boşandılar, Akdağ, Anlı'yı anlattığı bir kitap kaleme aldı ve kitaba 'Koynumdaki Yılan' başlığını koydu. Akdağ, kitabı 'acılı, kızını görmek isteyen bir babanın kimi zaman öfkeli kimi zaman hüzünlü direnişi' sözleriyle ifade etti. Burhan Akdağ, eski eşini sosyal paylaşım sitesi facebook'tan da anlatıyordu: 'Kendi aldığım eve girdiğim söylenerek 'Hırsız!' dendi. Uygulamadığım bir şiddet için şikayet edildim, karakollarda terörist veya katil muamelesi yapılıp kelepçe takıldı. Boşanmıyorum diye durmadı bana 'Çeteci!' dedi. Kızımı görmek için icra dairelerinin kapılarında saatlerce bekledim.. Hukuki olarak kızımı ayda iki kez pazar günü sabahtan akşama kadar, yılda bir kez de on gün görebilme iznim olduğu halde ıvır zıvır gerekçelerle kızım benden uzaklaştırıldı.'<br />
<strong>SAVUNMA ZAMANI!</strong><br />
Bu kitabı her ne kadar eski eş Burhan Akdağ yazmış olsa da, şimdi yüreği yumuşamış, öfkesini zamana gömmüş olacak ki, zor zamanında Müge Anlı'yı savunur oldu. Akdağ, yazdığı yazıda, 'Hepimiz bir gün çizmeyi aşabiliriz' diyor ve hepimiz bir gün günah keçisi ilan edilebiliriz. Akdağ devam ediyor, 'Müge Anlı, düşünüldüğü ve yaftalandığı tarzda bir insan olmuş olsa, bölgede kendi adına bölge insanı için, 'o çocuklar' için 'Ödev Evleri' yaptırır mıydı? Sorarlar adama, siz bugüne kadar ne yaptınız da, böylesi bir linç girişiminde kendinizi haklı görebiliyor ve bundan prim yapmaya çalışıyorsunuz?</div><div style="font-family: Verdana; font-size: 9pt; margin-bottom: 20px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: justify;"><strong>Ekrandaki unutulmaz gaflar</strong><br />
l Van'da meydana gelen 7,2'lik depremin ardından Habertürk'te canlı yayın yapan Duygu Canbaş'ın gafı programa damgasını vurdu. Spiker Duygu Canbaş, canlı yayında depremle ilgili bilgileri paylaşırken 'Deprem her ne kadar Van'da da olsa hepimiz üzüldük' dedi. Canbaş sözlerinin yanlış anlaşıldığını söyledi ve özür diledi.<br />
l 1995 yılında 'Turnike' adlı programı sunan Güner Ümit canlı yayında 'Yoksa siz Kızılbaş mısınız?' demiş ve Alevilerden gelen tepkiler nedeniyle ekranlara veda etmek zorunda kalmıştı.<br />
l İzdivaç programını sunan Zuhal Topal'ın 42 yaşındaki talibini kabul etmeyen 82 yaşındaki Rahmi Bey'e 'Sen erkek olarak 42 yaşındaki bir bayana nasıl hayır diyorsun?' diye sordu. Rahmi Bey, 'Kızım ben Kızılbaş mıyım?' şeklinde cevap verince stüdyoda soğuk rüzgarlar esti. Canlı yayın konusunda tecrübesiz olan Zuhal Topal susup kalınca, reji reklama girmek zorunda kaldı. Reklamdan sonra Zuhal Topal, 'Canlı yayın bu, istemeden insanlar ağzından bazı yanlış şeyler kaçırabiliyor. Onun yaşlılığına ve heyecanına verelim. Onun adına özür diliyorum. Kendisi de özür diliyor. Seyircilerimiz haklarını helal etsinler... Böyle bir hata oldu. Rahmi Bey de çok üzüldü. Haklarınızı helal edin diyorum ve özür diliyoruz' açıklamasını yaptı. Star TV program devam ederken alt yazı geçmeye başladı: 'Konuğumuzun ağzından çıkan yanlış sözden dolayı seyircilerimizden özür diliyoruz'<br />
l Kanal D muhabiri Özay Erad, İstanbul-Şile'ye bağlı Oruçoğlu köyünde bayram ziyareti için gittiği yerde 3 yaşındaki bebeğini kaybeden anneyle canlı yayın röportajı yaptı. Çocuğunu kaybeden annenin yaşadığı dramı ekrana getiren haber inanılmaz bir son dakika rezaletiyle adeta skandala dönüştü. Muhabir, anneye bir son dakika haber geldiğini söyleyerek 'kara haber'in ipuçlarını verdi. Annenin diğer çocuğunu yayının yapıldığı odadan çıkartan muhabir, köylülerin bir çocuk cesedi bulduğunu söyledi. Haberin şokuyla neye uğradığını şaşıran acılı anne adeta sinir krizi geçirirken, muhabir haberi yanlış verdiğini söyleyerek izleyenleri hayretler içinde bıraktı. Aldığı ölüm haberiyle çılgına dönen anneyi kontrol edemeyen muhabir, 'son dakika haberi yanlış gelmiş, çocuk cesedi bulunmamış, çocuk sesi duyulmuş' dedi. Kanal D rejisi skandal canlı bağlantıyı keserek stüdyoya döndü bültene ve sıradaki haberle devam edildi.<br />
l TRT, Milliyet gazetesi Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi'nin katili Mehmet Ali Ağca'yı Kozmik Oda'da ağırladı! Ağca'ya, İpekçi cinayeti ve arkasındakilerle ilgili soru sorulmadı. Sunucu Papa suikastı ile ilgili sorular sorarken Ağca'yı 'Yasalar karşısında suçsuz' ilan etti.<br />
l Çarkıfelek programında Erzincan'la yapılan canlı yayın sırasında bağlantının kesilerek ekranın aniden kararması üzerine program sunucusu Mehmet Ali Erbil'in 'Mum söndü mü yapıyoruz burada?' ifadesini kullanmasına Aleviler tepki gösterdi. Kanal, programı yayından kaldırdı. Mehmet Ali Erbil'in eski şöhretinden eser kalmadı.</div></div>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com26tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-64883036227856154632011-10-25T06:36:00.000-07:002011-10-25T06:36:50.430-07:00RUH ÜŞÜMESİ<div><img align="left" alt="Bak işte bu olmadı Yunus..." src="http://www.hurriyet.com.tr/_np/8633/14788633.jpg" style="padding-right: 10px;" /></div><div> </div><div> </div><div> </div><div> </div><div> </div><div> </div><div> </div><div> </div><div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Bir haber düşer ülkenin gündemine</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Yüreğinin tam orta yerine oturur yumru...</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Gencecik çocukların yüzleri belirir ekranda</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Çocuğu olacaktı, eşi hamileydi der spiker</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Ya da babasına “İşim var baba, seni arayacağım” dedi</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Ama arayamadı…</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Terhisine üç gün kalanlar vardır aralarında, </div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Gariban, yıkık dökük taş evlerinden yükselir ağıtlar. </div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Sen ağlarsın, Türkiye ağlar…</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Sonra bir sabah sen yine sırça köşkünde oturmuş kahvaltını ediyorken</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Bir haber daha düşer ülkenin ve senin yüreğine…</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Geceden sabaha, bir sonraki güne ve önümüzdeki yıllara kalacak bir acıdır onun adı. </div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Deprem…</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">7.2 şiddetinde bir yok oluş. </div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Yer Van…</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Binaların hemen hepsi çökmüş. </div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">En çok öğretmenler ölmüş. </div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Bir de Yunus var. Omzunda bir ölünün bembeyaz eli, dışarıya bakıyor. </div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Deklanşör yakalamış. Yunus sapasağlam duruyor. </div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Tam diyorsun kurtulmuş işte…</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Yok diyorlar “Ölmüş Yunus”…</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Nasıl olur…</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Sabah haber toplantısı…</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Herkesin gözü yaşlı. </div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">İşin kötüsü bir tek Sabah gazetesi vermiş öldüğünü Yunus’un…</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Yanılmış olmasını diliyorsun ama ıııh , Yunus dayanamamış…</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Küçücük bedeniyle, sırtında bir bina taşırken vakur bir bakış atmış objektife</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Sonra o binanın ezdiği bedenine yenik düşmüş. </div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">14 aylık bir Azra bebek…</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Annesinin kucağına verilmiş nihayet. </div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Yaşlı bir adam, elinde onlarca ekmek, gözünde yaş…</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">1999 depreminin simge fotoğrafının neredeyse aynısı.</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Uykuların kaçıyor</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Sen uyumaya çalışırken sıcacık yatağında</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Hava durumu akşama Van’a kar geleceğini duyuruyor</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Battaniyene ve sonuna kadar açık kaloriferine rağmen üşümeye</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Hatta donmaya başlıyorsun</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">İşte buna ruh üşümesi diyorlar. </div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">Gitmek istiyorsun, gidemiyorsun…</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><br />
</div></div>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-39012716429976827562011-10-25T04:29:00.001-07:002011-10-25T04:29:56.952-07:00BUGÜN VAN'A YARIN İSTANBUL'A! DEPREMİ UNUTMA, YARDIMINI ESİRGEME!<a href="http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/GaleriDetay.aspx?cid=51331&rid=2&p=4"><img src="http://imggaleri.hurriyet.com.tr/LiveImages/Foto%20Haber/331/Van'da%20şiddetli%20deprem/R24201053.jpg" /></a>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-22415929180870032782011-10-25T04:27:00.000-07:002011-10-25T04:27:00.098-07:00NE OLUR YAŞA AZRA BEBEK!<a href="http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/GaleriDetay.aspx?cid=51388&rid=2&p=4"><img src="http://imggaleri.hurriyet.com.tr/LiveImages/Foto%20Haber/388/14%20günlük%20bebek%20sağ%20kurtarıldı/F25133819.jpg" /></a>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-51669170574549702022011-10-23T10:09:00.000-07:002011-10-23T10:09:01.017-07:00KALEM SUSMAZ! YETER Kİ YÜREK SOLMASIN<div style="color: #222222; font-family: Verdana; font-size: 9pt; line-height: 16px; margin-bottom: 20px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: justify;"><strong>İpek Özbey<br />
<a href="mailto:ipek.ozbey@aksam.com.tr" style="color: blue; text-decoration: none;">ipek.ozbey@aksam.com.tr</a></strong>Mustafa Mutlu, Vatan Gazetesi'ndeki yazılarını sürdürüyor. Aynı zamanda bugünlerde yeni kitabının da heyecanını yaşıyor. Kitabın adı 'Sonra Hayat Yeniden Başlar'... Bir roman ama içinden Ergenekon da geçiyor, Türkan Saylan da... Mutlu'yla kitabı için buluştuk ama gündem o kadar yoğundu ki konuşmadan geçemedik.<br />
<br />
<strong>- Hakkari saldırısının olduğu gün bir yazı yazdınız ve dediniz ki 'yapılacak tek şey nefsi müdafaa'. Kara harekatı başlatıldı. Nefsi müdafaa bu muydu sizin için?</strong>Bu yıllardır yapılıyor. 30 yıldır bize saldırıdan sonra Kuzey Irak'a gidip bombalıyoruz, üç beş kişiyi öldürdük diye açıklama yapıyoruz ya da kara harekatı yapıp sonra Amerika biraz şarlayınca geri dönüyoruz. Benim kast ettiğim bu değil.<br />
<br />
<strong>- Ne peki?</strong>Öyle bir noktadayız ki ülkenin bir tarafında hayat durma noktasında. Anayasa'da bu gibi durumları tarif eden iki madde var, olağanüstü hal ya da sıkıyönetim hali. Biz Ankara'da, İstanbul'da, İzmir'de bunun çok farkında değiliz, sadece şehit cenazelerinde hissediyoruz ama orada hayat artık böyle yaşanıyor. Orada ciddi bir kalkışma, ciddi bir savaş hali var. Karşınızdaki düşman bir ülke değil, bir terör örgütü. Devletle çarpışırken savaşın kuralları vardır, terör örgütüyle savaşırken yoktur. Bu yüzden durmadan zaiyat verirsiniz. Her seferinde zayiat ikiye katlanıyor. Ben bu durumda Anayasa'da yer alan maddelerin uygulanmamasını görevi ihmal olarak görüyorum.<br />
<br />
<strong>- MHP'nin olağanüstü hal çağrısını doğru buluyorsunuz yani?</strong>Onu bile yetersiz buluyorum.<br />
<br />
<strong>- Olağanüstü hal Türkiye'de denenmiş bir şey. Çok mu başarılı oldu ki bunu yeniden uygulamaya koyalım?</strong>Olağanüstü hal ya da sıkıyönetim halinde yapılabilecek şeyler yasalarda yazılı. Örneğin askerin kontrolü, aramalar, denetimler daha yaygın yapılabiliyor. Orada canlarını ortaya koyan insanlar yolda yürüyen iki kişiyi çevirip kimlik bile soramıyorlar. Teröristlerin girdikleri evin arama iznini çıkarana kadar teröristler başka yere gidiyor. Güvenlik güçlerinin elindeki yetkiler demokratikleşme adı altında elinde alındı.<br />
<br />
<strong>GÜVENLİK GÜÇLERİNE 'GİT ÖL' DEMEK HAKSIZLIK<br />
- Demokratikleşmeyi desteklemiyor musunuz?</strong>Elbette destekliyorum ama bölge şartları için geçerli değil. Terör pasif haldeyken, harekete geçmeden yakasına yapışılmalı. Ben bunun yapılabildiğini düşünmüyorum. Oradaki güvenlik güçlerine sadece 'Git, öl' demek çok büyük haksızlık.<br />
<br />
<strong>- Habur'un yıldönümünde ya da Cumhurbaşkanı'nın ziyaretinin beş gün sonrasında bu saldırının olmasını nasıl okumalıyız?</strong>Başbakan diyor ki, 'Tam Anayasa çalışmalarının başladığı gün bunun yapılması manidardır.' Muhalefet de, 'Tam Anayasa çalışmalarının başladığı gün bunun yapılması manidardır, bu terör örgütüyle iktidarın dayanışmasıdır' diyor. Yani nereden baktığınıza bağlı. Ben komplo teorileriyle ilgili değilim, ilgi olduğum tek şey terör gerçeği. Devletin nasıl mücadele edeceğine karar vermesi gerekiyor.<br />
<br />
<strong>- Ve bunun için tek yol silah mı?</strong>Elinde silah olan insanla barış yapılmaz. En son BASK örgütüyle gelinen noktayı biliyorsunuz. Yıllardır süren bir mücadele var ve dünyanın en kanlı örgütlerinden biri barış için silahı bırakma kararı alıyor. Birileri namluyu size çevirmişken, 'Gel barışalım' derseniz bu sadece bir zaafın göstergesidir. Durmadan kendinizden bir şeyler verirsiniz. Tamam, çocuklarımız ölmesin, kendimizden verelim ama Güneydoğu'yu verdiniz, yetineceğini mi zannediyorsunuz. Siz hiç 'İstanbul'un da yarısını istiyoruz, İstanbul'u da size bırakmayacağız' diyenleri duymadınız mı? Vermenin sonu yok, önce silahı bırakacaklar.<br />
Belli bazı çevreler Kürt televizyonu, Kürtçe dil istediklerinde ne dediler, 'Bunlar demokratik talepler, bunlar toplumsal barışa kavuşturur.' E ne oldu, Kürtçe TV, Kürtçe halledildi, şimdi bölücü başının özgürlüğünü konuşur olduk, onu da halletsinler toprağı konuşmaya başlayacağız. Demokratik özerklik zaten orada belediyeler aracılığıyla var.<br />
<strong>DEVLETİN İNTİKAMI DEĞİL ADALETİ OLUR<br />
- Meclis'in aldığı tavrı nasıl buluyorsunuz?</strong>Meclis'te kapalı görüşme yapılıyor. Kapalı görüşme neden yapılır? Kritik bilgiler onu aleyhe kullanabilecek kesime ulaşmasın diye. Örneğin terör örgütüne karşı yeni bir eylem planı hazırlanacaktır, onun detayları sızmasın diye yaparsınız. Ancak bu arkadaşlar (BDP) zaten PKK'ya yakınlıklarını ilan ediyorlar. Bu gizli görüşme yıllar sonra halka açıklanacak, benim yıllar sonra haberim olacak. Ama biliyorum ki akşamüzeri Kandil'e ulaştırılacak. Peki o zaman neden kapalı yapıyorsunuz görüşmeleri? Biz demokrasicilik oynuyoruz. Sahtecilik üzerine demokrasi inşa etmeye çalışıyoruz.<br />
<br />
<strong>- İlk açıklama Cumhurbaşkanı'ndan geldi ve ilk kez 'intikam' kelimesini kullandı. Devlet intikam alır mı?</strong>Cumhurbaşkanı iki sene önce de 'Çok yakında çok iyi şeyler olacak' demişti. Devletin intikamı olmaz, devletin adaleti olur.<br />
<br />
<strong>- Vamık Volkan yıllar önce sorunun çözümü için konuşurken, birbirimiz için yas tutmanın önemine değinmişti. Biz yas tutabiliyor muyuz sizce?</strong>Bu çocukları biz bayrağımızı korumak için oraya gönderiyoruz. Ve onlar bu bayrak için şehit düşüyorlar. Böyle katliam gibi toplu ölümlerde bile o bayrak yarıya inmiyorsa bu onlara yapılabilecek en büyük saygısızlık.<br />
<br />
<strong>- Peki ya yıllardır yaşanan acılar, onları görmezden mi geleceğiz?</strong>Ben sosyalist bir kültürden geliyorum. Eski solcu falan değilim, hala sosyalistim. Temel felsefemde en büyük çelişki emek-sermaye çelişkisidir. Onun dışındaki örneğin dine, etnik kökene dair çelişkiler bu temel çelişkiyi unutmak ve baskılamak için büyütülen çelişkidir. Toplumlar din ve ırkçılık afyonuyla uyutuluyorlar. Türkiye'de sadece Kürtler'in ezildiğini düşünmüyorum. Emekçiler, memurlar, işsizler, köylüler ezilip sömürülüyor. Bunların hepsi haklarını aramamaları için birtakım afyonlarla uyutuluyorlar. Türkçülük-Kürtçülük afyonu da bunlardan biri. Türk ırkçılığına ne kadar karşıysam Kürt ırkçılığına da o kadar karşıyım.<br />
<br />
<strong>- Peki, bu hükümetin yaptığı hiç mi iyi bir şey yok?</strong>Ben gazeteciyim. Hem alaylı, hem mektepliyim. Ustalarımın öğrettiği şudur: Sen gazeteciysen hayata tersten bakmalısın. Gazeteci hataları görmek zorundadır ki, o hataların da giderilmesini sağlayabilsin. Alkış tutmak gazetecinin işi değildir. Türkiye'nin her yerini duble yol yaptık. Ama zıplaya zıplaya gidiyoruz. O yollar delik deşik. Ben bunu görmek zorundayım. Bu benim görevim. Bu ülkede mutlaka iyi şeyler oluyordur, ama ben bunlarla ilgili değilim. İşkencede öğrenciler ölüyorsa, ben bu ayıbı onların suratına tükürürüm.<br />
<br />
<strong>GAZETECİLER TOPLUMA İHANET ETMEMELİ<br />
- Liboş anchorman'ler... Yazınızda böyle diyorsunuz, kim onlar?</strong>Zamanında gidip Apo'yla röportaj yapıp, onun propagandasına katkıda bulunanlar, daha türban meselesi kamuoyunun gündeminde yokken, baş örtüsü özgürlüğünü tartışmaya açanlar, türbanlı kadınları her gece ekran ekran dolaştıranlar. O anchorman'lerin hepsi bugün gelinen karmaşada çok büyük günah sahibidir.<br />
<br />
<strong>- Onların bugün bir şeylerin farkına vardıklarını söylüyorsunuz?</strong>Evet, kendileri söylüyorlar. Demek vererek çözülmesinden onlar da umudunu kestiler ki artık savaş diyorlar.<br />
<br />
<strong>- 'Liboş anchorman' diyorsunuz. Sizin gibi düşünmeyenlerin fikirlerine neden saygı duymuyorsunuz?</strong>Bu insanların ne düşündükleri benim için hiç önemli değil ama gazeteci olarak mesleğinizi icra ederken, toplumu kendi düşünceniz yönünde ve gerçekleri bir kenara bırakarak yönlendirirseniz bu mesleğe de ihanet edersiniz. Bana sorduğunuz soruyu onlara da şöyle sormalısınız o zaman, 'Bu ülkede hiç mi kötü bir şey olmuyor?' Bir kere de çık bir şeyi eleştir arkadaş. Bunu liboş anchorman'lik olarak görüyorum.<br />
<br />
<strong>- Peki bu muhalif tavrınızı Ergenekon'da da işletiyor musunuz, buradaki 'yanlış'a da odaklandınız mı?</strong>Tabii ki. Ergenekon Davası'nda yargılananların tümünün temiz olduğunu söylemiyorum. 50 senedir 'Bu ülkede derin devlet çok kirli işler yapmıştır' diyoruz. Ama siz kalkıp da o insanların yanına hayatlarını bu insanlarla mücadeleye adamış Mustafa Balbay'ları, Tuncay Özkan'ları, Nedim Şener'i, Ahmet Şık'ı nasıl koyarsınız? Bugünkü Ergenekon soruşturması derin devleti legalize etmektir.<br />
<br />
<strong>- Siz birgün benim de başıma gelirse diye bir korku yaşadınız mı?</strong>Hayır, hiç yaşamadım. Böyle bir talihsizlik başımıza gelmez mi, gelebilir. Bu ülkede her şey oluyor.<br />
<br />
<strong>- Ya bir gün size yazdırmazlarsa?</strong>Silivri, Türkiye ve dünyanın en büyük yayınevi. Oraya tıkılıp da susan var mı? Herkes takır takır kitap yazıyor. Kalem susmaz, yeter ki yürek solmasın.<br />
<br />
<strong>- Hiç susturulmaya çalışıldınız mı?</strong>Tabii ki baskılar altında kaldım. Hakkımda açılan davalar, patronlarıma kesilen vergi cezaları, özel konuşmalardaki siyasilerin hakkımdaki telkinleri.</div><div style="color: #222222; font-family: Verdana; font-size: 9pt; line-height: 16px; margin-bottom: 20px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: justify;"><strong>Objektif bir gazeteci ve hayalperest bir romancı...</strong><br />
<strong>- Kitabınızın önsözünü yine Zülfü Livaneli yazmış. Sizin için nasıl bir önemi var bunun?</strong>Zülfü Ağabey çocukluk idolüm benim. 10 yıldır yan yana odalarda oturuyoruz. Yaşama biçimi, hümanistliğiyle gerçekten çok saygı duyduğum bir isim.<br />
<strong><br />
- Size bu kitap olmamış deseydi... </strong>Ya o önsözle yayınlardım ya da yayınlamaktan vazgeçerdim.<br />
<br />
<strong>- Önsözünde, 'Bu kitap, doğumdan mutluluk çıkaranla, ölümden mutluluk çıkaranların çarpıklığını anlatıyor' diyor. Kim ölümden mutsuzluk çıkaran?</strong>Çevrende yok mu? Bugün 24 askerimizin ölümünden mutluluk çıkaran yok mu?<br />
<br />
<strong>- Kitapta ailenin ölen babasından bahsediyorsunuz. Emekli olduktan sonra Atatürk'ün koruma polisi olarak kart bastırıyor kendine... </strong>Atatürk döneminin öğretmenlerinin, polislerinin, devlet memurlarının çok önemli bir özellikleri var. Bu insanlar sadece ve sadece devlete hizmet ilkesiyle yaşadılar. İmtiyaz istemediler. Benim babam da bir öğretmendi. Ben o adamı çok iyi tanıyorum.<br />
<br />
<strong>- Hasan Nişancı polis, Nazım Hikmet'i gözaltına almaya gidiyor. Orada, 'Ben de komünistim ulan' diye bağırmak istiyor. Aklıma bir şeyler geliyor ama bunu ne düşünerek yazdınız?</strong>Balyoz Davası'nda yargılanan birçok asker, askeri savcılık tarafından ya da inzibatlar tarafından lojmanlarından alındı. Komutanlarını gözaltına almaya giden askerlerin çelişkisi Hasan Nişancı'yla anlatmaya çalıştım.<br />
<br />
<strong>- Halil, ailenin avukat oğlu. Ergenekon'la ilişkilendiriyorsunuz. Aslında bir aile içinde bütün Türkiye'nin fotoğrafını çekiyorsunuz. </strong>Bir tarafta da Hayri var. İktidarla ilişki içinde. Bizim evlerde hep neden televizyon dizileri ve futbol konuşulur. Siyasete girilmez, çünkü diğer konularda ortak dil oluşturabilir. Ancak iş siyasete gelince farklılıklar başlar. Karı-koca ayrı siyasi düşüncede olabilir ama hayatlarında siyaset yok gibi davranıp mutluluk yakalamaya çalışırlar.<br />
<br />
<strong>- Sizin aileniz nasıl bir aileydi?</strong>Benim böyle bir ailem yoktu, bu benim uydurma ailem.<br />
<br />
<strong>- 'Siz Türkan Saylan'a bile ölüm döşeğinde damga vurmaya kalktınız...' Bazı cümleleri karakterlerinize söyletiyorsunuz. </strong>Bu Halil'in cümlesi. Ama Hayri'nin sözleri de benden çıkıyor. Ama bana hangisi gibi düşünüyorsunuz diye sorarsanız, Halil gibi düşünüyorum.<br />
<br />
<strong>- Bir gazeteci roman yazınca gündeme değmeden olmuyor mu? </strong>Bir gazetecinin hem objektif kalıp, mesleğini devam ettirebiliyor olması, hem de yaratıcı olup karakter ve olay üretebilmesini okurun yorumuna bırakmak istiyorum.</div><div style="color: #222222; font-family: Verdana; font-size: 9pt; line-height: 16px; margin-bottom: 20px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: justify;"><strong>Haftada 600 sayfa okuyorum</strong><br />
- Gazeteciler, su gibi içilen romanlar yazarlar. Dili çok kullanmış olmanın avantajıdır bu.<br />
- Haftada ortalama 600 sayfa kitap okuyorum. Kimi zaman okuyacak yeni bir şey bulamamanın sıkıntısını yaşıyorum.<br />
- Ergenekon ile ilgili bütün kitapları okudum. Sanırım sırada Deniz Feneri'yle ilgili kitaplar var.<br />
- Yeni bir roman ve güncel yazılarla ilgili kitap olmak üzere 2 çalışmam var.<br />
- Şiirin öldüğüne inanmıyorum. Benim romanımda Halil şiir yazdı örneğin. Şiir yazmak için şair olmak gerekmiyor.</div><div style="color: #222222; font-family: Verdana; font-size: 9pt; line-height: 16px; margin-bottom: 20px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: justify;"><strong>Ergenekon soruşturması derin devleti legalize etmektir</strong>50 SENEDİR BU ÜLKEDE DERİN DEVLET ÇOK KİRLİ İŞLER YAPMIŞTIR DİYORUZ. SİZ KALKIP O İNSANLARIN YANINA MUSTAFA BALBAY'LARI NASIL KOYARSINIZ?</div>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-37705992504115677142011-10-23T09:09:00.001-07:002011-10-25T04:05:23.456-07:00SAYLAN'IN KARDEŞİ KONUŞTU<div class="col-left"><div id="article-body"><div class="rnd-img article-img"><div class="img-content"></div><div class="rnd rnd-tl"></div><div class="rnd rnd-tr"></div><div class="rnd rnd-bl"></div><div class="rnd rnd-br"></div></div><div class="article-content">Türkan Saylan’ın kendisi gibi misyonerlikle suçlanan, evine gizli kilise yaptığı iddia edilen kardeşi Gündüz Saylan’la Akşam'dan İpek Özbey konuştu.<br />
Özbey'in röportajı şöyle:<br />
Bodrum’dayız. Otogardan bizi almaya gelen kişi de 10 yıl önce buraya yerleşen Türkan Saylan’ın hayattaki tek kardeşi Gündüz Saylan. Hayat dolu, esprili… Yol boyu yüzünden eksik etmediği mutluluğu, sadece ablasından bahsedilince yerini hüzne bırakıyor. Hatta gözleri yaşarıyor onun adını söylediğinde. Bizi Kızılağaç Köyü’ndeki evine götürüyor Gündüz Bey. Türkan Saylan bu eve sadece bir kez gelebilmiş. Kardeşi onun için, “Kendine vakit ayırmazdı” diyor. Oysa Gündüz Bey, ablası için bahçeye özel bir bölüm inşa etmiş. Türkan Hanım’ın en büyük düşü burada kitap yazmakmış; olmamış. ‘Türkan’ dizisinden konu açıyoruz. Gündüz Saylan, 10 yıl sonra ilk sigarasını diziyi seyrederken yakmış. Çocukluğunu ve ailesini bu dizi sayesinde yeniden yaşadığını söylüyor...<br />
<br />
Siz de ablanız gibi Hıristiyanlığı yaymaya çalışan bir misyoner, darbeci misiniz? Aynı zamanda PKK’ya yardım ve yataklık ediyor musunuz?<br />
<br />
Aaa tabii tabii, haberiniz yok mu sizin? Kilise yapıyordum ben bahçeye. Amacım da misyonerlikti, Hıristiyanlığı yaymaya çalışacaktım. (Gülüyor)<br />
<br />
- Nedir kilise meselesi?<br />
<br />
Zeytin sıktığım yeri göstereceğim size. Oraya bir depo yapacaktım. Çünkü ev bahçeli olunca, bir de üstüne ekip biçince alet edevatınız çok oluyor. Eşimle kavga ediyoruz, “hepsini ortada bırakıyorsun” diyor. Ben o depoyu yapmaya başlayınca Cihan Haber Ajansı’ndan bir muhabir oraya kilise yaptığım iddiasını ortaya koydu. Köylülere sormuş. Köylüler beni çok seviyor, “Olur mu öyle şey” demişler. Muhtara da gitmişler. En son Belediye’nin kapısını çalmışlar. Ama biliyorsunuz biz ablamla belediyeye de rüşvet veriyormuşuz! Belediyedekiler o yüzden susuyorlarmış! Ama oradan ayrılanlar ağızlarından kaçırmışlar! Sonuçta halktan bir destek bulmadı iddiaları. İmza sahte, yazı sahte. Fikri Baykal diye Ziraat Bakası eski müfettişi olan birinin imzası. Öyle biri yok.<br />
<br />
- Çok başınız ağrıdı mı bu işlerden?<br />
<br />
Ablam vefat ettiğinde onun anısına marketten hazır Ramazan paketleri aldım. Gittim muhtara, “Muhtar, bizim bu köyde yetim, fakir kimler varsa bana listesini yap. Onlara ablamın anısına erzak dağıtacağım” dedim. Muhtar bana liste verdi, çoğunu da ben dağıtmadım, arkadaşlar dağıttı. Vay efendim ben köylüye rüşvet veriyormuşum! Ama halk bunu kabul etmiyormuş, çünkü benim kilise yapıp, Hıristiyanlığı yaydığımı biliyorlarmış.<br />
<br />
- Annenize dil uzatıldığında neler yaşadınız?<br />
<br />
Hâlâ internette görüyorum. Ama ben de ablam gibi yapıyorum. İlahi adalete bırakıyorum. Ben bunu yapanlara dindar, Müslüman diyemem. Nedense ablama kin duyuyorlar. Annem, ablam doğmadan Müslüman olmuş rahmetli.<br />
<br />
- Üstelik sizin evde Müslüman kimliği öğretilen bir kimlik değil mi?<br />
<br />
Tabii ki. Göksu’da oturan Hafız Ahmet Bey bizim evimize din dersine gelirdi. Babam üstünde çok titizlikle dururdu. Bizi kucaklarına alıp Sakal-ı Şerif’i öptürürlerdi. Bayramları dört gözle beklerdik.<br />
<br />
- Ablanız yaşasaydı ne için mücadele ederdi?<br />
<br />
En çok üzüldüğü şey, 100 bin çocuğa ulaşamamaktı. Şimdi yine ona üzülürdü. Ablamın başka derdi yoktu.<br />
<br />
DİLENCİ GİBİ DOLAŞIYORUZ<br />
<br />
- Peki, siz onun amacına uygun hareket ediyor musunuz? ÇYDD için çalışıyor musunuz?<br />
<br />
Bodrum’a yerleştikten sonra ilgilenmeye başladım. Ablamın çabalarının boş olmadığını anladım.<br />
<br />
- Kaç çocuğa eğitim imkanı tanıdınız?<br />
<br />
Valla dilenci gibi dolaşıyoruz. Ama çok iyi bir şeye hizmet ediyoruz, kimsenin kapısına gitmekten gocunmuyoruz. Kermesler düzenliyoruz. Ben burs verdim, zorla 6 arkadaşıma daha burs verdirdim. Bir de fen bilgisi dersleri veriyorum yazları dernekte. Ders araçlarını da kendi ellerimle yapıyorum, makine mühendisiyim çünkü. Bunun için de bir kulp bulanlar oldu tabii.<br />
<br />
- Nasıl bir kulp?<br />
<br />
Bunları ders gösteriyor diye anlatıp, Hıristiyanlığı yayıyormuşum. Alıştık bunlara artık.<br />
<br />
TÜRBANLI HASTALARI VARDI<br />
<br />
- Peki, Türkan Hanım hep şöyle eleştirildi. Türbanlı öğrencilere, İmam Hatiplilere burs vermedi diye. Siz nasıl bakıyorsunuz bu meseleye?<br />
<br />
Diyelim, siz türbanlı bir öğrencisiniz. Türbanla üniversiteye girme imkanı var mıydı? O zaman ben size neden burs vereyim? Üniversiteye giremeyeceksiniz. Ablamın mantığı da buydu. Türbanlıya burs vermiyordu da, peki kaç tane türbanlı hastası vardı biliyor musunuz?<br />
<br />
- Yani Türkan Saylan bugün yaşasaydı, üniversitelere de türbanla girilebilseydi, türbanlı öğrenciye burs verir miydi?<br />
<br />
Hiç düşünmeden verirdi. Ablam Turhan vefat ettikten sonra, Türkan ablam bir kitaplık yaptırmış. Üzerinde de ‘Turhan Saylan’ hediyesidir yazıyor. Bana, “Sen bundan on tane alacaksın” dedi. Aldım. Götürüyorum köylere, okullara hediye ediyorum. Çamlık Köyü’ne gittim, okul kapanmış. Ben de kitaplığı camiye koydum. Harika bir imamı vardı caminin. Kitaplar istedi bizden. Ablama anlattım bunu. “Çok iyi yapmışsın, biz bunu düşünmemiştik” dedi. Ablamı dinsiz gibi anlattılar. Ama inanın din bilgisi, inancı herkesten daha iyiydi. Kimseye de ayrım göstermezdi. Bir tek bana gösterirdi.<br />
<br />
- Nasıl yani?<br />
<br />
Okul gereçleri imalatı yapıyordum. ÇYDD birçok okul açıyor. Benden malzeme almazdı, kayırıyor zannedilmesin diye.<br />
<br />
- Ailenize bilerek kötülük yapıldığını düşünüyor musunuz?<br />
<br />
Türkan ablam Ergenekon’a düşecek insan değildi, ben orada çok acı çektim. Ablam vefat ettikten sonra avukatını aradım. “Bu iftirayı temizleyelim” dedim. “Öldüğü için zaten aklanmış oldu” dediler. Ben bunu kabul edemiyorum. Allah inşallah bana ömür versin ablamın gerçekten aklandığını göreyim. Bu büyük haksızlıktı.<br />
<br />
- Köpeği ne oldu Türkan Hanım’ın?<br />
<br />
Maalesef ablamdan sonra o da öldü, dayanamadı.<br />
<br />
- Bahçenizde zeytin ağacınız var, zeytin topladığınızı biliyorum. Sizin babanız zenginmiş, sonra işleri ters gitmiş. Ama yine de bir bahçeniz varmış ve oradan gelen ürünü yoksullara yollarmışsınız...<br />
<br />
Hep bana taşıtırlardı o ürünleri. Para toplardım onlar için aynı zamanda. Annem “Bir kilo şeker al” derdi, 900 gram alıp, 100 gramının parasını biriktirirdim. Biz böyle yetiştik. Ablam okuyacaktı ya, çocuk aklımla çatıdaki çinkoları söküp leblebiciye sattım. Ona para vereyim diye. Baktılar kışın dam akıyor, çinko yok çünkü.<br />
<br />
DİZİ AİLEMİ HAYATTA KILIYOR<br />
<br />
- ‘Türkan’ dizisini nasıl buldunuz?<br />
<br />
Türkan’ı oynayan Pınar, müthiş yetenekli. Ona ilk izlediğimde mail attım. “Siz gerçekten böyle biri misiniz, ablama benziyor musunuz yoksa iyi mi rol yapıyorsunuz” diye. Hemen aradı beni. Ablama hayran olduğunu anlattı. Harika bir seçim o bence.<br />
<br />
- Perşembeyi iple çekiyor olmalısınız?<br />
<br />
Tabii ki, tekrar bu yaştan sonra ailemi yaşıyorum. O kadar heyecan duyuyorum ki…<br />
<br />
Aynı hayatı yine yaşamak isterdim. Çok güzel bir aileydi. Anneciğim, ablam, kardeşlerim. Şimdi tek kaldım, yalnız kaldım. Gerçi eşim var, benim hep yanımda destekçim ama ailemden kimse kalmadı. Dizi onları hayatta kılıyor.<br />
<br />
- İlk nerede ağladınız?<br />
<br />
Ablamın çaresizliğine ağladım. Ben ablamı çok iyi tanıyordum. Her kadın gibi ablam da bir kadındı. Onun aşkları, arzuları olmaması imkansızdı. Ama çok hassas ruhu vardı. Karakteri nasıl bir karakterse hep mücadele etti.<br />
<br />
- Peki, şimdi izlerken şunu söyleyebiliyor musunuz? Ablam hayatta her şeyle mücadele etti, ama hiç mutlu olmadı…<br />
<br />
Onun için yaşadıkları çaresizlik değildi. İlahi bir güç gibiydi onun gücü. Ölürken bile bir çocuğa yardımcı olmanın hesabını yapıyordu. Hem televizyona bakıp, hem proje üretiyordu hasta yatağında. İnşallah bu diziyle ablamın o yönünü bütün Türkiye görecek. Hipokrat yemini eden doktor diyorsak o ablamdır. Türkan Saylan’ın neden dizisini çekiyorsunuz diye tepkiler de geliyor tabii ama normal.<br />
<br />
- Dizi için sizi aradılar mı?<br />
<br />
Beni İstanbul’da misafir etmek istediler. Ben de onlara bazı anılarımı yazıp yolluyorum.<br />
<br />
- Bu diziden sonra ne değişir?<br />
<br />
Ablamı başkalarının cümleleriyle tanıyanlar, onun gerçek yüzünü görecekler. Cenazesinden de anlaşıldığı gibi ablam çok seviliyordu. O başkalarının mutluluğu için yaşadı. Benim isteğim, ablamın adının Lepra Hastanesi’ne verilmesi. Bence bu çoktan düşünülmeliydi. Ama yapılmadı. Buna çok üzüldüm. Ve bekliyorum, inşallah o hastaneye ablamın adı verilir. Belki bu diziden sonra yaparlar.</div></div></div><img src="http://h.superonline.com/i.gif?i=249067" />IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-18487030589581759432011-10-23T09:08:00.000-07:002011-10-25T04:07:52.553-07:00OKYANUS ÖTESİ DEĞİL FETHULLAH GÜLEN<div style="color: #161616; display: block; font-family: tahoma; font-size: 9px;"><br />
<center><br />
<div><span class="Apple-style-span" style="color: black; font-family: Times;"><span class="Apple-style-span" style="font-size: small;"><div id="news_text" style="color: #161616; float: left; font-family: tahoma; font-size: 12px; height: 3823px; min-height: 73px; overflow-x: hidden; overflow-y: hidden; padding-bottom: 0px; padding-left: 15px; padding-right: 0px; padding-top: 5px; width: 663px;"><div align="center" class="bnr" style="float: left; padding-bottom: 5px; padding-left: 0px; padding-right: 10px; padding-top: 0px; width: 300px;"><div style="display: block;"><br />
</div><div class="bosluk" style="clear: both; display: block; font-size: 1px; height: 12px; line-height: 1px; width: 468px;"></div></div><div id="divAdnetKeyword"><div><span style="font-family: Verdana; font-size: x-small;"> Siyasetin aktörleri, Fethullah Gülen`i eleştirseler de selam da yollasalar şifreli dil kullanıyor. Referandum sonuçlarından her iki taraf da Gülen ile ilgili pay çıkarıyor. Zaman Gazetesi Yazarı Hüseyin Gülerce`yle referandum sonuçlarını ve `Okyanus Ötesi`ni konuştuk<br />
<br />
Tarih 12 Eylül 2010. Türkiye sandık başında, yeni anayasasını oyluyor. Oylama bitiyor ve yeni anayasaya `evet` diyenler sandıktan zaferle çıkıyor. Başbakan Erdoğan, ikinci balkon konuşması için mikrofonun başına geçiyor. Teşekkürlerini sunuyor, herkesi kucaklayacağını ifade ediyor. Sonra bir cümleyle, `Okyanus Ötesi`ne selam yolluyor. O anda tek düşündüğüm neden Fethullah Gülen`in ismini zikretmedikleriydi. Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce`ye sordum, o da yadırgadığını anlattı. Bu konuşmadan dört gün sonra kendi yazısında da bir cümleyle bu itirazını anlattı. Gülerce`yle sadece bunu değil, PKK`nın eylemsizlik kararından sonra ne olacağını, Tayyip Erdoğan`ın doğrularını-yanlışlarını, Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli`yi önümüzdeki dönemde nelerin beklediğini konuştuk.<br />
<strong>- Deniz Baykal, `Pensilvanya`dan aldığım destek mesajlarının samimiyetine inanıyorum` dedi. Referandum sonrası Tayyip Erdoğan, Okyanus Ötesi`ne selam gönderdi. Fethullah Gülen`in bir adı varken, ona neden `Pensilvanya` ya da `Okyanus Ötesi` deniyor? Neden isminin söylenmesinden imtina ediliyor?</strong><br />
Benim de yadırgadığım bir şey. Hem bu işe bir gizem veriyor, bir de konuşan insanlar başbakan, ana muhalefetin eski ve yeni başkanları, Sayın Bahçeli... Sayın Gülen, gizli mesajlar vermiyor ki... Mehtap Televizyonu`nda, kendi internet sitesinde görüntülü sohbet esnasında ismen, cismen soruları cevaplıyor. Referandumla ilgili görüşünü açıklıyor. Bu kadar somut bir belge varken, gerçekten böyle Okyanus Ötesi, Pensilvanya gibi ifadeleri yakıştıramıyorum.<br />
<strong>- Peki, niye böyle diyorlar? Meşruiyet sorunu mu var, yoksa Fethullah Gülen`in adı zikredildiğinde başka tarafa gitmesinden mi çekiniyorlar?</strong><br />
Bir korkuyla ilgili değil de, bizim Sayın Gülen`i sevip saydığımız, Türkiye için önemine inandığımız gibi yürekten, gönülden sahiplenme gerekiyor. Bu insan belli çevrelerin, Türkiye`de vesayet sisteminin devamını isteyenlerin bugüne kadar hedefi haline getirildi. Hatta hatırlayacaksınız 28 Şubat sürecinden itibaren kendisi hakkında suçlayıcı bazı iddialarla dava da açıldı. O dava Yargıtay Ceza Kurulu`nda beraatle sonuçlandı. Türkiye`de Ergenekon Davası devam ederken bazı çevrelerin yargısız infazlardan şikayetlerini daha yüksek söylediklerini biliyoruz ama Sayın Gülen`in hakkında Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararı olmasına rağmen, yargısız infaz yapmaya devam edenler var. O, şaibeli bir insan değil ki. Açıktan ülkeye eğitim faaliyetleriyle hizmet ederken, yaptığı insani hizmetlerle dünyanın pek çok ülkesinde takdirle anılıyorken, kendi ülkesinde hala bu durumda olması tuhaf değil mi? Sayın Gülen`in kıymeti önümüzdeki dönemde daha da artacak, bir mana kazanacak. Okyanus Ötesi ve Pensilvanya ifadelerinin bir kenara bırakılması lazım.<br />
<strong><br />
BAŞBAKAN`INKİ BAHÇELİ VE KILÇDAROĞLU`NA ATIFTI<br />
- Siz Fethullah Gülen ile görüştünüz mü? Bu ifadelerle ilgili bir yorumu var mı?</strong><br />
Ben görüşmedim. Bir yorum yapacağını da zannetmiyorum. Bu tür konulara girmek istemez. Diyor ya, `Her şeyi görmeyelim, her şeyi duymayalım.` Ama sayın Başbakan`ınki biraz da Sayın Bahçeli ve Kılıçdaroğlu`na atıftı... Espriyle cevap vermiş olabilir ama ben yine de yadırgıyorum. Fethullah Gülen böyle atıflar yapılacak, imalarla işaret edilecek bir insan değil.<strong><br />
- Referandumdan beklediğiniz sonuç çıktı mı?</strong><br />
Evet, tam da beklediğim sonuç çıktı. Endişeleri devam eden bir kesim var, onları dikkate almak lazım. Yüzde 70 gibi daha ezici bir sonuç çıksaydı, o zaman `mahvolduk` moduna girebilirdi laik kesim. Ama durum böyle değil. Şimdi her iki tarafın da empati yapması lazım. Laik kesimin içerisinde `laikçi` bir kesim var. Yine bir sürü mazeret bulmaya çalışıyorlar. İşte `Okumuş, aydın kesim ve gençler hayır dedi` gibi abuk sabuk sonuçlar çıkarmaya çalışıyorlar. Türkiye`de statükoya karşı gittikçe şuurlanan, demokratikleşmeyi çok arzulayan bir çoğunluk var. Bu çoğunluğun göbeğini kaşıyan adam olmadığı artık kabul edilmeli, bu hakaretlere son verilmelidir. Kaygıların sebebi de giderilmelidir.<br />
<strong><br />
ERDOĞAN, BAŞBAKAN GİBİ MUHALEFET ETMELİ<br />
- Türkiye sahiller ve diğer bölgeler diye ikiye ayrıldı. AKP, sahilleri hangi noktada ikna edemiyor, orada neyi söyleyemiyor?</strong><br />
Sahil bandında AK Parti`yi hazmedememek psikolojisi hakim. Şimdi bunda bir kısım medyanın da rolü var. Dünya Basketbol Şampiyonası`ndan sonraki ödül töreninde Sayın Başbakan ve Cumhurbaşkanı`nın yuhalanması ve tepki gösterilmesini de anlamış değilim ama.<br />
<strong>- Başbakan`ın hiç mi suçu yok?</strong><br />
Sayın Başbakan zaman zaman CHP`nin kökleriyle ilgili değerlendirmeler yapıyor. Özellikle İsmet İnönü`yle ilgili suçlayıcı ifadeler kullanıyor. Bunlar AK Parti Genel Başkanı olarak belki biraz idare edilebilir ama Sayın Erdoğan aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı`dır. AK Parti Genel Başkanı gibi değil, Başbakan gibi muhalefet etmesini bekliyorum.<br />
<strong>- Referandum sonuçlarına bakıldığında iki `evet`ten birinin Tayyip Erdoğan`a gittiği belirtiliyor. Peki, neyi doğru yaptı?</strong><br />
Tayyip Erdoğan baştan beri iki şeyi doğru yapıyor. Siz bir parti ve onun yöneticilerini düşünün, neredeyse her iki kişiden birinin oyunu alıyorsunuz ama başınızın üzerinde Demokles`in kılıcı gibi bir kapatma tehdidi dolaşıyor. Sizin bir çıkış yolu bulmanız lazım. Anayasa Mahkemesi ve HSYK`nın yapısının değiştirilmesi bu psikolojiyle izah edilmeli. Yani yüksek yargı seçilmiş iktidarın en büyük tehdidi haline geldi. Böyle bir durumda demokrasi adına bir çıkış yolu gerekiyor. AK Parti ismi mühim değil, aynı şey yarın bir gün CHP için geçerli olabilir. Yani o yüksek yargıya gelenler CHP karşıtı insanlar da olabilir. Yüksek yargının halkın seçtiği iktidarları böyle tehdit edebilmesi demokrasilerde kabul edilebilecek bir şey değildir. Onun için burada HSYK ve Anayasa Mahkemesi`yle ilgili tavrı doğru bir tavırdı. Türkiye`de demokratikleşmeyi isteyen insanlar bu tavrı doğru okudular.<br />
<strong>- İkincisi neydi?</strong><br />
İkincisi CHP, başörtüsü meselesinde sistemi kilitledi. Bugün bunu bir problem olarak Kılıçdaroğlu da kabul ediyor, `Çözeriz` diyor. Ama daha önce kendisinin de içinde olduğu 411 milletvekili, bunu Anayasa Mahkemesi`ne götürdü. Ve Anayasa Mahkemesi`nin gerekçeli kararı dehşet verici bir şeydir. İktidarın, anayasanın değiştirilemez maddelerini dolaylı bir şekilde kaldırmayı amaçladığını söyledi. Şimdi anayasada bir değişiklik yapamıyorsunuz, Anayasa Mahkemesi karşınıza çıkıyor. Dolayısıyla bunu da çözmenin tek bir yolu kalmıştı, o da kararı millete verdirmek. Referanduma gitmek, Erdoğan`ın doğru tavrıydı ve bu doğru tavra, Türkiye`nin demokratikleşmesini isteyen insanlar destek verdi.<br />
<strong><br />
KILIÇDAROĞLU NET TAVIR KOYMALI<br />
- Kılıçdaroğlu`nun türban konusunda söylediklerini samimi bulmuyor musunuz?</strong><br />
Ben samimi buluyorum. Fakat CHP`nin tavrını samimi bulmuyorum. Yani dikkat ederseniz Kılıçdaroğlu bu hamleyi yaptığında CHP içinden farklı sesler yükseldi. `Bu Sayın Kılıçdaroğlu`nun şahsi görüşüdür` dendi. Halbuki bir genel başkan partisini bağlayıcı konumdadır. CHP`de dini mevzularla ilgili konularda netlik yok. Bence CHP yönetiminin, başta Sayın Kılıçdaroğlu`nun yapması gereken şey, dindarlar ve CHP konusunda partinin net tavrını ortaya koymaktır. Yüzde 42 ile yüzde 58`in barışması konusunu Türkiye`nin en önemli toplumsal uzlaşması olarak görüyorum.<br />
<strong>- Siyasi otoritelere göre Kemal Kılıçdaroğlu bu referandum sürecinde de Don Kişot`luk yaptı. CHP`de politbüro görev başında oldukça değişim ancak bu kadar rüzgar estirir kanısı hakim, siz de bu görüşte misiniz?</strong><br />
Ben bu soruyu Sayın Kılıçdaroğlu`nun samimiyeti için çok önemli buluyorum. Şimdi göreceğiz. Sayın Kılıçdaroğlu bir lider midir? Tavırları siyasi değil, içten gelerek mi sergilemektedir? Bu sorunun cevabında gizli. Yani Kılıçdaroğlu, eğer CHP`de söz sahibiyse politbüroya rağmen konuştuğu istikamette ilerlemesi lazım. CHP, demokratik laiklik konusunda bir hamle yapmak mecburiyetindedir. Bu hamleye Türkiye`nin de, CHP`nin de ihtiyacı var. Bir örnek vereyim. Sayın Önder Sav, peygamberimiz ve hacla ilgili alayvari şeyler söyledi. O gün CHP, Önder Sav`ı cezalandırsaydı CHP, demokratik laiklik konusunda ciddi bir adım atmış, dindar insanlarla barışma yolunda sözde değil özde bir şey yapmış olurdu. Ve bu CHP`nin çarşaflı kadınlara rozet takmasından çok daha anlamlı bulunurdu.<br />
<strong>- MHP`ye bakalım biraz da... Bu referandumun kaybedeni ilan edildi. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz. Nerede yanlış yapıyor?</strong><br />
MHP`nin kuruluşuna bakıldığında milliyetçi ve muhafazakar bir söylemi vardı. `Hira Dağı kadar Müslüman, Tanrı Dağı kadar Türk` sloganlarıydı. Fakat sonra MHP yönetimi enteresan bir şekilde bu Müslümanlığı öne çıkaran milliyetçileri tasfiye etti. Özet olarak MHP, milliyetçilikten ulusalcılığa kaydı. Mesela Sayın Bahçeli`nin en son, Sayın Gülen`e laf edecek noktaya gelmesi Türkiye`de sağ cenahta siyaset yapan insanlar arasında ilk defa görülen bir şeydir. Bunu Demirel bile yapmadı. İkinci büyük hatası, 12 Eylül`cülere yargı yolunu açan bir değişiklik geldiğinde MHP `hayır` için çalışmaya başladı ve bu `hayır`ı hiçbir şekilde izah edemedi. Çünkü 12 Eylül`de en büyük zararı gören ülkücülerdi, MHP tabanıydı. MHP, `hayır` diyerek kendisini inkar etti. Bundan sonra MHP`nin işi daha da zorlaşacak, yönetimin aleyhine işleyecektir.<br />
<br />
<strong>ÇÖZÜM, PKK`YA BIRAKILMAYACAK<br />
- BDP`li vekiller referandum öncesi, `13 Eylül sabahı kadar Türkiye`de 21 Eylül sabahı da önemlidir` diyerek eylemsizlik kararına dikkat çektiler. 21 Eylül sabahında ne olur?</strong><br />
Kürt sorununu Kürt ırkçılığı yaparak çözmenin mümkün olmadığını da önümüzdeki günlerde göreceğiz. Boykot kampanyası sorunu çözmekten çok kabadayılık gösterisine benziyor. Kendileri bulundukları yeri, konumu sağlamlaştırarak bu sorunu çözeceklerini sanıyorlar. BDP, inisiyatif ellerinden kaçacak diye rahatsız oluyor. Türkiye Kürt sorunu damgasından kurtulmadıkça dünyada kendine yakışan hamleyi yapamaz. 21 Eylül sabahı şiddetin, çatışmanın sona ermesi, Kürt sorununun demokratikleşmeyle çözülmesi gerekir.<br />
<strong>- Genel aftan mı bahsediyorsunuz?</strong><br />
Bunun için genel affın çok önemli olduğunun anlaşılması gerekir. Sayın Cumhurbaşkanı`nın `Devlet her yolu dener` diye bir sözü var. Kürt sorununun çözümü PKK`ya ve BDP`ye bırakılamayacak kadar önemli bir sorundur. Bunu çözebilmek için büyük düşünmek gerekir.<strong><br />
- Ne kadar büyük düşünmek, muhataplık meselesi bunun içinde mi?</strong><br />
Bu, Öcalan`ın affı anlamına gelmiyor. `Öcalan`ın affı olmazsa çözülmez` diyenleri görelim o zaman. Elinde kan olmayan, bizim askerimize, polisimize zarar vermemiş, dağda yatmış kalkmış adama af getirilsin, ne olmuş yani.<br />
<strong><br />
BEN BİLE SAHAYA İNDİM<br />
- PKK, bununla yetinir mi?</strong><br />
PKK`lılar kabul etmelidir ki, bu çözüm onlara bırakılmayacaktır. Ama en azından bu konuda kim mızıkçılık yapacak, onun görülmesi için hükümetin inisiyatif alması lazım. Şunu Güneydoğu halkı çok iyi biliyor; bu işin kanla çözümü yok. Silahlı Kuvvetler bünyesinde artık özel birliklere ağırlık veriliyor. Bir-iki ay eğitim almış, gariban milletin gariban evlatları değil, profesyoneller görev yapacak. O karakollar, baraka olmaktan çıkarılır. Güvenlik güçleri daha az, PKK daha fazla zarar görebilir. Anlarlar o zaman. Ama ben bunu da bir tarafa bırakıyorum. Bu konunun şiddetten uzaklaşması lazım. Güneydoğu insanı bizim insanımız. Araya kan girince, şehit cenazeleri her yere yayılınca problemin çözümü zorlaşıyor.<br />
<strong>- Diyarbakır`dan boykota rağmen oy çıktı. Bu oyda Gülen Cemaati`nin payı var mı?</strong><br />
Ben cemaat açısından cevap vermek istemiyorum ama her yerde rolü var camianın. Biz canla başla çalıştık. İnandık çünkü. Ben bile sahaya indim. Hatay, İskenderun, İzmir, İstanbul, Tekirdağ, Kırklareli`nde konuştum. Gece gündüz çalışıldı. Bunun mutlaka tesiri olmuştur. Yüzdesini bilemem ama sadece Güneydoğu değil, her yerde çalışıldı.<br />
<strong><br />
BAŞBAKAN ADAY OLURSA AK PARTİ`NİN DURUMU NE OLACAK?<br />
- Başkanlık sistemi iyice dillendirilmeye başlandı. Zamanı mıdır bunu konuşmanın? Sizin açınızdan Türkiye`ye ne getirir, ne götürür?</strong><br />
Bu konuyu tartışmamız lazım tabii. Sistemi nasıl götüreceğiz? Cumhurbaşkanı kim olacak? Sayın Erdoğan aday olacak mı, o aday olursa AK Parti`nin durumu ne olacak? Tek başına iktidara gelemezse, Erdoğan Çankaya`da olsa bile bu ne anlama gelecek? Uygulamayı görmek ve o tartışmayı o zaman yapmak lazım.<br />
<br />
İPEK ÖZBEY<br />
Akşam Gazetesi</span></div></div></div><br />
</span></span></div></center></div><div class="bosluk" style="clear: both; color: #161616; display: block; font-family: tahoma; font-size: 1px; height: 12px; line-height: 1px; width: 468px;"></div><div class="bosluk" style="clear: both; color: #161616; display: block; font-family: tahoma; font-size: 1px; height: 5px; line-height: 1px; width: 627px;"></div>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-7575360063981471652011-10-23T09:06:00.001-07:002011-10-23T09:06:35.781-07:001. ve 2. cumhuriyetçi kavgası kızıştı !<span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Yazarlar arasında devam eden 1. - 2. cumhuriyetçi tartışması iyice alevlendi.</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Bir kesime göre, Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet miadını doldurdu. Kemalistlere göre ise, Kemalizme şimdi her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Kendilerini 2. Cumhuriyetçi diye tanımlayanlar; Kemalizmin, Türkiye’yi tanımlayamadığını, geldiğimiz noktadan daha ileriye tanımlayamayacağını ileri sürüyor. Kendilerini ulusalcı veya Atatürkçü olarak ifade edenlerse; bulunduğumuz coğrafyada, Türk milletini bir arada tutabilecek tek ideolojinin Kemalizm olduğunu savunuyor.</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">1. ve 2. Cumhuriyetçi tartışması geçen hafta iyiden iyiye alevlendi. Sivil anayasa taslağıyla gündeme gelen türban ve Kemalizm düzenlemeleri tartışmalara yol açtı. 2. Cumhuriyetçiler sivil anayasaya destek verdi, ancak 1. Cumhuriyetçiler karşısında durdu. Fitili ateşleyense Hürriyet gazetesi yazarı Özdemir İnce’nin oluşturduğu 11 kişilik 2. Cumhuriyetçi takımı oldu. Sonra diğer gazetecilerin yorumları ve yeni tak›m önerileri geldi. Ertuğrul Özkök, Hürriyet gazetesindeki köşesinde, 2. Cumhuriyetçilerin AKP’ye koşulsuz destek verdiğini ve gözlerini açmaları gerektiğini söyledi. Peki kim neyi savunuyordu? Kemalizm gerçekten ölüyor muydu? 2. Cumhuriyetçiler AKP’ye koşulsuz destek veriyor muydu? 1. ve 2. Cumhuriyetçiler Tempo’nun sorularını yanıtladı.</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Özdemir İnce</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Ali Cengiz oyunu var</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">On bir kişilik 2. Cumhuriyetçi listesini, Kıbrıs sorunu, PKK fesadı ve AB konularına göre belirledim. 1923-1945 yılları arasındaki ulusallaşma, ekonomi ve dış politika çabalarına nankörce tavırları var. İntikam duygusuyla yanıp tutuşuyorlar. Cumhuriyetle yüzleşmek yerine sabote etmeyi ortak tavır haline getirmişlerdir. Bugünkü cumhuriyet, kimilerine göre miadını doldurmuş, can çekişiyor ya da ayağı sürçmüş olabilir. Şu bir gerçek ki cumhuriyet, 1923-1950’lerin cumhuriyeti değil. Çünkü 2. Cumhuriyetçilerin ataları sayılan isimler, bu tarihten sonra yer üstüne çıktılar. Laiklik tartışılmaya başlandı. Batı’nın, AB ve ABD’nin artık laik cumhuriyete ihtiyacı olmadığı düşüncesi ortaya çıktı. Bu emperyalizmin bilinen, tarihsel taktiğidir. Şuna bakılmalı; kendilerinin ortaya çıkmak arzuları ile Batı’nın amacı arasında bir paralellik var mı, yok mu? Bana göre, eşzamanlılık ve paralellik var. Bugün bir Ali Cengiz oyunu var; AKP mi Batı’ya kazık atacak, yoksa Batı mı? Göreceğiz.</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Şahin Alpay</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">2.Cumhuriyetçiler farklı görüşlerde</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Kendimi 2. Cumhuriyetçi olarak nitelemem. Ama bu, Türkiye’de demokrasinin liberalleşmesini, özgürlükçü ve çoğulcu türden bir demokrasinin yerleşmesini savunmak anlamına geliyorsa, 2. Cumhuriyetçi olarak nitelenmekten gocunmam. Öte yandan, bu etiket altında toplanmak istenen kişilerin, çok farklı görüşlere sahip olduğu da muhakkak. ‘Kemalizm’ derken, şunu kastediyorum. 1) Devletin dini denetlemesi, din ve vicdan özgürlüğünün kısıtlanması, İslam’ın devletçe uygun görülen yorumunun kayırılması anlamında otoriter bir laiklik uygulaması. 2) Toplumda etnik ve dinsel bakımdan farklı kimliklerin ve kültürlerin varlığının inkârı, hepsinin Türk ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın temsil ettiği İslam kimliği içinde eritilmesi, gayrimüslimlerin milli topluluk dışında sayılması fleklinde bir milliyetçilik anlayışı. Kemalizm’in uygulanabilirliğinin giderek daha genifl çevrelerce sorgulandığı ve kendilerini Kemalist olarak niteleyenlerin bir bölümü tarafından bile ‘muasır medeniyetin’ standartlarına uygun olarak yeniden yorumlanma ihtiyacının duyulduğu bir dönemi yaşıyoruz. AKP’ye koşulsuz destek konusuna gelince, AB’ye kat›l›m süreci içinde Türkiye’de demokrasinin liberalleşmesine, ekonomide piyasa kurallarının hakim olmasına hizmet ettiği ölçüde destek veriyorum.</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Doğu Perinçek</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Sosyalistim ama Kemalistim</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Atatürk’le kurduğumuz cumhuriyet, 1945’e kadar sürdü, ama bu tarihten sonra karşı devrim süreci başladı. 22 Temmuz 2007 günü de aşağı yukarı tamamlanmış oldu. Hükümet, Çankaya ve Meclis’in büyük çoğunluğu 2. Cumhuriyetindir. 2. Cumhuriyet; Türklerin çözülmesi ve dağılması hedeflendiği için devletsizliği ifade ediyor. Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde Türkiye’nin yeniden düzenlenmesi amaçlanıyor. Bunun için gerekli siyasi düzenlemeleri başardılar. Geriye sadece silahlı kuvvet kaldı. Bugün Atatürk’ün bıraktığı toplum yok, kendi toplumunu yaratıyorlar. Tarikatlar, cemaatler, etnik kimlikler ortaya çıktı. Millet bunlardan oluşan kalabalığa dönüştürülüyor. Ben ideolojik olarak sosyalistim, ama Kemalist devrimi tamamlamak, Türkiye’nin önündeki en önemli ödevdir. Bu nedenle Kemalist tanımında bulunmak yanlış olmaz. Atatürk devrimi yarım kalmıştır ve tasfiye edilmiştir, bu tamamlanmalıdır.</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Mehmet Altan</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Evet, Ben İkinci Cumhuriyetçiyim</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">İkinci Cumhuriyetçiyim, çünkü tek parti rejiminin ve zihniyetinin geride kalmasını, cumhuriyeti evrensel bir demokrasinin taçlandırmasını istiyorum... Yönetenin değil, ‘yönetilenin’ önemli olduğu bir Türkiye istiyorum. 2. Cumhuriyet ‘Demokratik Cumhuriyet’ demek. Birincisi, yani Kemalist bir Cumhuriyet, bizi geldiğimiz noktadan öteye taşıyamıyor. Ağır ve derin toplumsal sorunlarımızı ancak, Kemalist Cumhuriyet’ten gerçek bir Demokratik Cumhuriyet’e geçerek çözebiliriz. Türkiye’deki köhnemiş anlayışın ve yapının yenilenmesinde, vatandaşların zenginleşip özgürleşmesinde AB’nin rolü çok önemli. AKP, dünyalaşma sürecine samimi bir şekilde katıldığı sürece; desteklememek için hiçbir sebep göremiyorum. Yeter ki yönetilenlerin yaşam standartları, AB düzeyine erişsin. Ak Parti’ye desteğimin sürmesi, onun Avrupa Birliği ve dünyalaşma konusundaki tavrına bağlı. Örneğin Ak Parti’nin ekim ayı içinde 9. Uyum yasalarını ve 301. maddenin gereğini yapıp yapmayacağı hayati önem taşıyor. Bunun yapılmaması ve savsaklanması çok çok belirleyici olacak.</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Bekir Coşkun</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Ben stadın dışında bir yerdeyim</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Bu arkadaşların ortak özelliği; çok taraf değiştirdikleri, çok döndükleri için toplumdaki itibarlarını yitirmeleri. Bu nedenle şimdiki cumhuriyette yerleri kalmadı. Yeni bir cumhuriyet olursa belki yer buluruz umuduyla, cumhuriyeti değiştirmeye çalışıyorlar. 2. Cumhuriyette de yer bulamazlarsa bir cumhuriyet daha isteyeceklerdir. 2. Cumhuriyet bugün AKP’ye yanaşmanın, yama olmanın bir yolu. Bugünkü cumhuriyeti AKP de istemiyor, bunlar da. İnanılmaz bir işbirliği içindeler. Ayrıca AKP’ye hayranlar. Tayyip Erdoğan’ın yerinde olsam, bu 11 kişiyi bir uçağa doldurup Uganda’ya falan götürürdüm, çünkü bu tip yazarlarla orada da karşılaşabilirler. Ben takım adamı değilim, hiç takıma girmedim. Bir defa beni Urfa’dayken kaleci yapmışlardı. Kale direkleri de üniformam ile çantamdı. Maç bitti benim çantam da üniformam kayboldu. Ben stadın dışında bir yerdeyim.</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Etyen Mahçupyan</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Demokratikleşmeye hevesli tek parti AKP</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">İkinci Cumhuriyetçi sözü, 90’ların ortasında şu andaki cumhuriyetin demokratikleşmesi tespitinde bir araya gelmiş insanlar tarafından ortaya kondu. Aslında bu insanlar, çok birbirine benzeyen kişiler değil. Tespitte anlaşıyorlar, ama ideolojik olarak durdukları yerde farklar var. 1. Cumhuriyet, demokratik bir cumhuriyet değil. Milliyetçilik, devletçilik gibi otoriter bir rejimi ifade eder şekilde hayata geçmiş. Böyle bir rejimin şu andaki dünyada yeri yok. İkinci bir unsur, ahlaken de böyle bir rejimin olmaması gerekiyor. Çünkü demokratik yaklaşmıyor. Şu anda Kemalizm denen şey (kendine Kemalist denilen insanların savunduğu fikirler) bugünkü dünyayı, Türkiye toplumunu taşımakta aciz kalıyor. İddia edildiği gibi AKP’ye koşulsuz destek diye bir şey söz konusu değil. Tablo şu: Türkiye’nin demokratikleşmeye ihtiyacı var, bunu taşımaya hevesli tek parti AKP. Eğer başka bir parti olsaydı onu da desteklerdik.</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Tuncay Özkan</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Cumhuriyetin numarası olmaz</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Cumhuriyet, Mustafa Kemal’in aydınlanma devrimiyle kendisini tanımlamıştır. Cumhuriyetin numarası olabilir mi? Bunlar, kaybetmiş, kendi uluslarına inanmayan, ithal fikirler getirmek için çırpınıyor. Aralarında, samimiyetle Türkiye için sentez yaratmaya çalışan bir Allah’ın kulu yok. Büyük bölümü ateist, ama işlerine geldi mi İslam’a veya AB’ye, ABD’ye, eski Marksist fikirlerine sarılıyorlar. Hangi kabın içine koyarsan şeklini alıyorlar. AKP’ye karşılığını alarak destek verdiler. Laik devletten, Türkiye’den, Türk’ten nefret ediyorlar. Biz ulusalcıyız. Bu toprağın ulusal sentezini yapmaya çalışıyoruz. Bazı kesimler Kemalizmi kendi çıkarlarına o kadar çok kullandı ki, bu nedenle kendimize Ulusalcı diyoruz.</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Mehmet Ali Birand</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Ben, sadece cumhuriyetçiyim</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Cengiz Çandar'ın, 2.Cumhuriyetçilerin ilk 11'ine beni de almasını, değer vermek isteyen bir yaklaşım olarak telakki ettim. 2. Cumhuriyetçilerle AB'ye tam üyelik konusunda sonuna kadar aynı hedefe koşturuyoruz. Gazeteciliğim süresince, demokrasinin tam anlamıyla uygulanmasının bayraktarlığını yaptım. Bu alanlarda maç yapıldığında kendimi ister ilk 11'de, ister yedek kulübesinde görebilirim. Ancak cumhuriyet’e numara verilmesinden yana değilim. Atatürk'ün gerçekleştirdiğinden daha büyük bir değişim sağlanabileceğine, daha etkili bir cumhuriyet projesi çıkartılabileceğine de inanmıyorum. İçe kapalı, kavruk, devlete tapınan, devletin herkesi korktuğu bir cumhuriyetten değil, Atatürk'ün muasır medeniyete götürmek istediği, dünyaya açık, tüm insanı kriterleri benimseyen cumhuriyetten söz ediyorum.</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Oktay Ekşi</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Ulus devletten şikayetçiler</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Bizim okumuş yazmışların eski bir hastalığı vardır: Kendilerini ‘aydın’ saydıkları günden itibaren, dikkat çekmeye, Atatürk’ün kusurlarını ön plana çıkarmaya çalışırlar. Kendisinin dahi olduğunu düşünen aydınlarımız, 1970’lerin ortasında, “Atatürk yanlış yaptı. Öğretmeni, imamı, devletle buluşturması lazımdı. Kalkınmayı öğretmen-imam-devlet sacayağı üzerine infla edecekti.” iddiasında bulundular. 2. Cumhuriyetçiler sadece Atatürk’ten de€il, Türk olarak dünyaya gelmiş olmaktan da sıkıntı duymaktalar. Ancak bunu çok aç›k dile getiremiyorlar. Türkiye’nin, demokratik sisteme geçifl sürecinin çok yanlış yönetildiğini ifade ederler. Aptalca bulurlar. Ulus devletten de şikâyetçiler. Adalet ve Kalkınma Partisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel de€erleriyle gizlice kavga eden bir parti. 2. Cumhuriyetçilerle bu noktada bulunuyorlar. Ben Atatürkçüyüm.</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Eser Karakaş</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Proje, birinci cumhuriyeti öldürmek değil</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">İkinci Cumhuriyet, demokrasiye yeni yeni geçmeye başlayan 1. Cumhuriyet kavramının hukuk devleti ilkeleriyle bezenmesine yönelik bir hedef, bir siyasal projedir. Söz konusu olan proje ve hedef, 1. Cumhuriyeti öldürmek ya da ölmesini istemek değil, tam tersine cumhuriyet kavramının demokratikleşmesi, evrensel hukuk devleti ilkeleriyle güçlendirilmesidir. Çoğunluk iradesi mutlaka sınırlandırılacak, ama bu sınırlama kurucu ilkelerle değil, evrensel standartlarla gerçekleşecek. 1923 kurucu ilkelerinin 2007 evrensel ilkeleriyle çelişmediğini, aynı olduğunu söylemek de pek kolay değildir. İkinci Cumhuriyetçiler bu standartlara ülkemizi yakınlaştırmaya yönelik her siyasal iktidara destek vermeye hazırdırlar.</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Yalçın Bayer</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Bunların rejimle sorunları var</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti tektir; öyle numaralı da değildir. 1950’lerden başlayarak Türkiye’nin nerelere götürülmekte olduğunu gördük. Bunların rejimle bir sorunları var; bu ülke ‘aydınlanmadan’ uzak dursun, halkı uyusun ve din unsuruna sarılınsın.... İkinci Cumhuriyetçilere bakarsak, Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet bitmeli. Peki hangi ideolojiye sarılmış bunlar? ‘Sözde liberaller’. Türkiye ile meselesi olanların bir başka ayağı, dincilik ve etnikçilik yapanlar değil mi? Bunlar, 2. Cumhuriyetçilerin açtığı gedikten girmediler mi? Bu gruplar, Türklüğe ve Atatürk’e hakaret edebilme gücünü kendilerinde görebiliyorlar bugün... Bir şey gözden kaçmasın. Türkiye'nin en büyük sorunu yolsuzluk ve hırsızlıktır. Yolsuzluğu kim yapıyor? 60 yıldır kimler iktidarda? Cumhuriyetçiler mi? Yoksa 2. Cumhuriyetçilerin ağabeyleri mi?</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Yasemin Çongar</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Kemalizm toplumu kucaklamıyor</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Seçilmemişlerin seçilmişleri yönetebildiği iki başlı bir yürütmenin devamını isteyen; gerçek anlamda kuvvetler ayrılığına ve laikliğe geçişi ‘tehlike’ sayan; kamusal alanı tekelinde tutmaya çalışan; farklılıklara tahammülsüz; kendisini ‘çağdaş’ sanan, oysa güncel toplumsal ve küresel dinamikleri kavramaktan bile aciz bir sivil/askeri bürokrasinin ve ona eklemlenmiş devletçi bir azınlığın değişime direnme ideolojisi Kemalizm. Bu nedenle de toplumu kucaklamıyor, nüfuzu eriyor. Ben yargının, ordunun siyasi rol üstlenmediği, demokratik, çoğulcu bir rejimden yanayım. AKP’ye koşulsuz desteğe gelince: Adı ‘2. Cumhuriyetçi’ diye anılan kişilerin ne dediğine dikkat eden herkes şunu görebilir: AB süreci; Hrant Dink’in katlini hazırlayan yapının deşifre edilmesi; devletin çetelerden temizlenmesi; 301’in kalkması gibi demokratik taleplerin en sıkı takipçileridir. Bu konularda tökezlediğinde AKP’yi en fazla eleştirenler de onlar.</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Tempo</span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"> </span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;"><br style="-webkit-box-shadow: none !important;" /></span><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Georgia; font-size: 10.8333px;">Cemal Subaşı / İpek Özbey</span>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-85981724864707152522011-10-23T09:05:00.000-07:002011-10-23T09:05:30.010-07:00SOL BİTTİ Mİ?<div class="conTitle" style="font-family: Arial, Tahoma, Helvetica, sans-serif; font-size: 10.8333px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><h2 id="divAdnetKeyword2" style="font-size: 14px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">Aydınlar, sol siyasetçiler ve öğretim üyeleri, solun gerilemesi konusunda 12 Eylül darbesinden, demokrasi sorununa, soldaki şef hegemonyasından piyasa ekonomisine kadar sola zarar veren değişik nedenleri anlattı</h2><div class="date" style="color: #bfbaba; line-height: 23px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 5px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: center;"><br class="cls" style="clear: both; display: block; font-size: 1px; height: 1px; line-height: 1px;" /></div></div><div class="contPanel" style="font-family: Arial, Tahoma, Helvetica, sans-serif; font-size: 10.8333px; left: 0px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; position: absolute; top: 0px; width: 671px;"><br />
</div><div class="content" style="font-family: Arial, Tahoma, Helvetica, sans-serif; font-size: 10.8333px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><div class="contRight" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: white; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial initial; background-repeat: initial initial; float: right; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 5px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; width: 300px;"><div align="center" class="dataVer" style="display: inline-block; float: left; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; width: 300px;"><div align="center" style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><div align="center" id="milliyet__300x250_2" style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"></div></div></div></div><div class="contLeft" style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><div class="icerik" id="divAdnetKeyword3" style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><div class="info" style="color: red; font-size: 14px; font-weight: bold; margin-bottom: 15px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">SOL BİTTİ Mİ? - İpek Özbey</div><img alt="Darbeler solun zararına oldu" src="http://i.milliyet.com.tr/HaberAnaResmi/2010/02/04/darbeler-solun-zararina-oldu-506463.Jpeg" style="border-bottom-style: none; border-color: initial; border-color: initial; border-left-style: none; border-right-style: none; border-top-style: none; border-width: initial; border-width: initial;" /><div style="font-size: 13px; margin-bottom: 15px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/CHP" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">CHP</a>’li <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Kemal%20Kilicdaroglu" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Kemal Kılıçdaroğlu</a>’nun, “<a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Turkiye" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Türkiye</a>’de CHP dışındaki sol öldü” açıklaması, sol üzerine yorumları hızlandırdı. Akademisyenlere ve gazetecilere sola en çok nelerin zarar verdiğini sorduk. İşte <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/12%20Eylul" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">12 Eylül</a>’den köy enstitülerinin kapatılmasına uzanan solun hasar raporu...<br />
<br />
<strong><span style="color: red;">Sol sağcılaştı</span><br />
<a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Ufuk%20Uras" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Ufuk Uras</a> - <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/BDP" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">BDP</a> <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Istanbul" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">İstanbul</a> Milletvekili </strong><br />
Reenkarnasyon beklentisi içinde değilsek, otopsi yaptığımızda, solun sağcılaşması, düzen ve rejimle bütünleşmesi ve muhafazakârlaşması gerçeğiyle yüzleşmek gerekir. Sömürünün globalleştiği bir zeminde, solun geleceği şekillendireceğinden kuşkum yok. Yeter ki, biat kültürüyle, piyasa tapınmacılığıyla aramıza mesafe koyabilelim.<br />
<br />
<strong><span style="color: red;">En büyük düşman Mccarthy</span><br />
Altan Öymen- Radikal Yazarı</strong><br />
Ülkemizde sola zarar veren olaylardan biri, eski Sovyetler Birliği’nin Boğazlar ve Doğu sınırımızla ilgili talepleridir. Bunlar, Türkiye’yi uzun yıllar, solu en büyük tehlike sayan yasaklar ülkesi haline getirdi. Solun düşmanı çok. En tipik olanı, 1950’lerin Amerikası’nın ünlü senatörü McCarthy’ydi. Türkiye’de de onun yolundan gidenler vardı. En fazla onlar düşmanlık ettiler.<br />
<br />
<strong><span style="color: red;">Leninizme abandılar</span><br />
Prof. Mehmet Altan- Star yazarı</strong><br />
Sol, entelektüel bir akım olarak kaldı. <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/soguk%20savas" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Soğuk Savaş</a>’ta Türkiye <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Amerika" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Amerika</a>’nın ileri karakolu gibi davrandı. Sovyetler’i ve sol ideolojiyi tümüyle düşman ilan etti. Solun doğal gelişme sürecini engelledi.<br />
Sol, Marksist felsefe demektir. Marksizmle haşır neşir olmadan solculuk, Kuran’ı bilmeden dindar olmak gibi bir şeydir. Sovyet Devrimi’ne özenerek, “Ordu gibi bir ittifak bulur, iktidar yaratabilir miyiz?” kavgasına girdiler. Marksizmi kulak ardı ederek, Leninist modele abandılar.<br />
<br />
<strong><span style="color: red;">12 Eylül zarar verdi</span><br />
Prof. <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Nur%20Serter" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Nur Serter</a>- CHP İstanbul Milletvekili</strong><br />
Türkiye’ye en büyük zararı 12 Eylül rejimi verdi. Solun tabanı zorla örgütlü mücadeleden vazgeçirildi. Örgütlenmeye yönelik zorunluluk yeniden baş gösterdi. <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Tekel" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Tekel</a> işçileri bunun en somut kanıtıdır. Sol parti dediğimiz zaman sosyal<a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Demokrat%20Parti" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">demokrat parti</a> olarak en güçlü CHP’dir. Sol görüşten saptığı doğru değildir. <br />
<br />
<strong><span style="color: red;">Köy Enstitüleri kapatıldı</span><br />
<a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Tomris%20Giritlioglu" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Tomris Giritlioğlu</a>- Yönetmen</strong><br />
Bana göre solun zarar gördüğü hareketlerin başında köy enstitülerinin kapatılması geliyor. Bunun Türkiye’yi geriye götürdüğünü düşünüyorum. İki darbenin üstüne küresel konjonktürün de yansımaları solu iyiden iyiye tüketti.<br />
<br />
<strong><span style="color: red;">Örgüt şefleri zarar verdi</span><br />
Oral Çalışlar- Radikal yazarı </strong><br />
Sola en çok zarar verenler, örgüt içinde kişisel hegemonyalarını sürdürmek isteyen örgüt şefleriydi. Hâlâ ayakta kalmaya çalışan örgüt şefleri, küçük olsun, benim olsun mantığıyla bölünme eğilimini koruyorlar. Önceleri Mihri Belli’ye kızardım. Bir sosyalist parti kurup hepimizi tek çatı altında birleştirmedi diye. Sonra haklı olduğunu, birleşmemizin mümkün olmadığını anladım. Sola en çok yine sol içinde işlenen cinayetler zarar verdi. Darbecileri müttefik sandılar.<br />
<br />
<strong><span style="color: red;">Evren, Baykal, Tanla, Çapan</span><br />
Prof. Fuat Keyman- <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Koc%20Universitesi" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Koç Üniversitesi</a></strong><br />
<a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/12%20Eylul%20Darbesi" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">12 Eylül Darbesi</a>, sola çok zarar verdi. Hâlâ devam ediyor. 28 Şubat’ta, aydın kesim demokrasiyle rejimi koruma arasında yalpalama süreci yaşadı. <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/11%20Eylul" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">11 Eylül</a>’de bu kesim, rejimi korumayı öncül aldı. Kendisini devletin bekası ve laik rejim temelinde konumlandırdı. Demokrasiyi göz ardı etti. Sola en büyük zararı 12 Eylül’le birlikte <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Kenan%20Evren" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Kenan Evren</a>verdi. <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Deniz%20Baykal" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Deniz Baykal</a>, her dönem partide olan Bülent Tanla ve sol-para ilişkileri yüzünden <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Gurbuz%20Capan" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Gürbüz Çapan</a> da zarar verenler listesinde.<br />
<br />
<strong><span style="color: red;">Türkiye’de hiç olmadı</span><br />
<a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Cetin%20Altan" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Çetin Altan</a>- Milliyet yazarı</strong><br />
Sol, Türkiye’de hiç olmadı. Sol, değişim demek. Ekonomik dengesizlikleri araştırmak, aşmak için formül üretmek demek. Türkiye’de ne hukuk, ne devlet kavramı var. 17 milyon yoksul! Bu iş şeffaflaşmadan olmaz. Halka inmek diyorlar. Halk dediğin günü kurtarmaya çalışıyor. Yoksul adam laik olur mu? Adam bize bakıp, cehenneme gideceğimizi düşünüyor. Yaşayamadıklarını öbür dünyada yaşamanın, hurilerle şarap içmenin hayalinde.<br />
<br />
<strong><span style="color: red;">Aydınlar piyasaya eklemlendi</span><br />
Ertuğrul Kürkçü- gazeteci</strong><br />
1960’lar sonrasında sola karşı iki stratejik hamle oldu: CHP ile AP’nin TİP’i <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Parlamento" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">parlamento</a> dışına sürmesi ve<a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Genelkurmay" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Genelkurmay</a> ile <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/MHP" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">MHP</a>’nin sosyalistlere ve devrimci gençlik hareketine karşı başlattığı ‘kontrgerilla’ operasyonu... Kalanları da 12 Eylül yerle bir etti.<br />
12 Mart devrimci hareketi imha etti. En büyük zararı veren, Özal döneminde Türkiye entelijansiyasının piyasayla eklemlenmesi oldu. 12 Eylül sonrasında ‘aydınlar’ın genişçe bir bölümü özel üniversiteler, reklam, <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/medya" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">medya</a> üzerinden piyasayla eklemlendi.</div></div></div></div>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-50959743581709307032011-10-23T09:04:00.001-07:002011-10-25T01:43:16.097-07:00<div class="conTitle" style="font-family: Arial, Tahoma, Helvetica, sans-serif; font-size: 10.8333px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><h2 id="divAdnetKeyword2" style="font-size: 14px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">Aydınlar, sol siyasetçiler ve öğretim üyeleri, solun gerilemesi konusunda 12 Eylül darbesinden, demokrasi sorununa, soldaki şef hegemonyasından piyasa ekonomisine kadar sola zarar veren değişik nedenleri anlattı</h2><div class="date" style="color: #bfbaba; line-height: 23px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 5px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><span align="center" id="facebooktavsiyeet" style="float: right;"><fb:like action="recommend" class=" fb_edge_widget_with_comment fb_iframe_widget" font="" href="http%3A%2F%2Fwww.milliyet.com.tr%2Fdarbeler-solun-zararina-oldu%2Fguncel%2Fhaberdetayarsiv%2F04.02.2010%2F1194689%2Fdefault.htm%3Fref%3Dfblike" send="false" show_faces="false" style="display: inline-block; position: relative;" width="400"><span style="position: relative;"><iframe class="fb_ltr" id="f1a36f04c8" name="f27e8a2aec" scrolling="no" src="http://www.facebook.com/plugins/like.php?action=recommend&api_key=925ea20dcfe534e3444ac6753fbf3722&channel_url=http%3A%2F%2Fstatic.ak.fbcdn.net%2Fconnect%2Fxd_proxy.php%3Fversion%3D3%23cb%3Df18213cd1c%26origin%3Dhttp%253A%252F%252Fwww.milliyet.com.tr%252Ff2d6825e98%26relation%3Dparent.parent%26transport%3Dpostmessage&extended_social_context=false&href=http%253A%252F%252Fwww.milliyet.com.tr%252Fdarbeler-solun-zararina-oldu%252Fguncel%252Fhaberdetayarsiv%252F04.02.2010%252F1194689%252Fdefault.htm%253Fref%253Dfblike&layout=standard&locale=tr_TR&node_type=link&sdk=joey&send=false&show_faces=false&width=400" style="border-bottom-style: none; border-color: initial; border-color: initial; border-left-style: none; border-right-style: none; border-top-style: none; border-width: initial; border-width: initial; height: 24px; overflow-x: hidden; overflow-y: hidden; position: relative; vertical-align: text-bottom; width: 400px;" title="Like this content on Facebook."></iframe></span></fb:like></span></div></div><div class="contPanel" style="font-family: Arial, Tahoma, Helvetica, sans-serif; font-size: 10.8333px; left: 0px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; position: absolute; top: 0px; width: 671px;"><br />
<span class="Apple-style-span" style="line-height: 33px;"><br class="cls" style="clear: both; display: block; height: 1px;" /></span></div><div class="content" style="font-family: Arial, Tahoma, Helvetica, sans-serif; font-size: 10.8333px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><div class="contRight" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: white; background-image: initial; background-origin: initial; background-position: initial initial; background-repeat: initial initial; float: right; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 5px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; width: 300px;"><div align="center" class="dataVer" style="display: inline-block; float: left; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; width: 300px;"><div align="center" style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><div align="center" id="milliyet__300x250_2" style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"></div></div></div></div><div class="contLeft" style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><div class="icerik" id="divAdnetKeyword3" style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><div class="info" style="color: red; font-size: 14px; font-weight: bold; margin-bottom: 15px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">SOL BİTTİ Mİ? - İpek Özbey</div><img alt="Darbeler solun zararına oldu" src="http://i.milliyet.com.tr/HaberAnaResmi/2010/02/04/darbeler-solun-zararina-oldu-506463.Jpeg" style="border-bottom-style: none; border-color: initial; border-color: initial; border-left-style: none; border-right-style: none; border-top-style: none; border-width: initial; border-width: initial;" /><div style="font-size: 13px; margin-bottom: 15px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/CHP" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">CHP</a>’li <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Kemal%20Kilicdaroglu" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Kemal Kılıçdaroğlu</a>’nun, “<a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Turkiye" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Türkiye</a>’de CHP dışındaki sol öldü” açıklaması, sol üzerine yorumları hızlandırdı. Akademisyenlere ve gazetecilere sola en çok nelerin zarar verdiğini sorduk. İşte <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/12%20Eylul" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">12 Eylül</a>’den köy enstitülerinin kapatılmasına uzanan solun hasar raporu...<br />
<br />
<strong><span style="color: red;">Sol sağcılaştı</span><br />
<a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Ufuk%20Uras" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Ufuk Uras</a> - <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/BDP" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">BDP</a> <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Istanbul" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">İstanbul</a> Milletvekili </strong><br />
Reenkarnasyon beklentisi içinde değilsek, otopsi yaptığımızda, solun sağcılaşması, düzen ve rejimle bütünleşmesi ve muhafazakârlaşması gerçeğiyle yüzleşmek gerekir. Sömürünün globalleştiği bir zeminde, solun geleceği şekillendireceğinden kuşkum yok. Yeter ki, biat kültürüyle, piyasa tapınmacılığıyla aramıza mesafe koyabilelim.<br />
<br />
<strong><span style="color: red;">En büyük düşman Mccarthy</span><br />
Altan Öymen- Radikal Yazarı</strong><br />
Ülkemizde sola zarar veren olaylardan biri, eski Sovyetler Birliği’nin Boğazlar ve Doğu sınırımızla ilgili talepleridir. Bunlar, Türkiye’yi uzun yıllar, solu en büyük tehlike sayan yasaklar ülkesi haline getirdi. Solun düşmanı çok. En tipik olanı, 1950’lerin Amerikası’nın ünlü senatörü McCarthy’ydi. Türkiye’de de onun yolundan gidenler vardı. En fazla onlar düşmanlık ettiler.<br />
<br />
<strong><span style="color: red;">Leninizme abandılar</span><br />
Prof. Mehmet Altan- Star yazarı</strong><br />
Sol, entelektüel bir akım olarak kaldı. <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/soguk%20savas" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Soğuk Savaş</a>’ta Türkiye <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Amerika" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Amerika</a>’nın ileri karakolu gibi davrandı. Sovyetler’i ve sol ideolojiyi tümüyle düşman ilan etti. Solun doğal gelişme sürecini engelledi.<br />
Sol, Marksist felsefe demektir. Marksizmle haşır neşir olmadan solculuk, Kuran’ı bilmeden dindar olmak gibi bir şeydir. Sovyet Devrimi’ne özenerek, “Ordu gibi bir ittifak bulur, iktidar yaratabilir miyiz?” kavgasına girdiler. Marksizmi kulak ardı ederek, Leninist modele abandılar.<br />
<br />
<strong><span style="color: red;">12 Eylül zarar verdi</span><br />
Prof. <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Nur%20Serter" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Nur Serter</a>- CHP İstanbul Milletvekili</strong><br />
Türkiye’ye en büyük zararı 12 Eylül rejimi verdi. Solun tabanı zorla örgütlü mücadeleden vazgeçirildi. Örgütlenmeye yönelik zorunluluk yeniden baş gösterdi. <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Tekel" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Tekel</a> işçileri bunun en somut kanıtıdır. Sol parti dediğimiz zaman sosyal<a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Demokrat%20Parti" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">demokrat parti</a> olarak en güçlü CHP’dir. Sol görüşten saptığı doğru değildir. <br />
<br />
<strong><span style="color: red;">Köy Enstitüleri kapatıldı</span><br />
<a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Tomris%20Giritlioglu" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Tomris Giritlioğlu</a>- Yönetmen</strong><br />
Bana göre solun zarar gördüğü hareketlerin başında köy enstitülerinin kapatılması geliyor. Bunun Türkiye’yi geriye götürdüğünü düşünüyorum. İki darbenin üstüne küresel konjonktürün de yansımaları solu iyiden iyiye tüketti.<br />
<br />
<strong><span style="color: red;">Örgüt şefleri zarar verdi</span><br />
Oral Çalışlar- Radikal yazarı </strong><br />
Sola en çok zarar verenler, örgüt içinde kişisel hegemonyalarını sürdürmek isteyen örgüt şefleriydi. Hâlâ ayakta kalmaya çalışan örgüt şefleri, küçük olsun, benim olsun mantığıyla bölünme eğilimini koruyorlar. Önceleri Mihri Belli’ye kızardım. Bir sosyalist parti kurup hepimizi tek çatı altında birleştirmedi diye. Sonra haklı olduğunu, birleşmemizin mümkün olmadığını anladım. Sola en çok yine sol içinde işlenen cinayetler zarar verdi. Darbecileri müttefik sandılar.<br />
<br />
<strong><span style="color: red;">Evren, Baykal, Tanla, Çapan</span><br />
Prof. Fuat Keyman- <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Koc%20Universitesi" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Koç Üniversitesi</a></strong><br />
<a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/12%20Eylul%20Darbesi" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">12 Eylül Darbesi</a>, sola çok zarar verdi. Hâlâ devam ediyor. 28 Şubat’ta, aydın kesim demokrasiyle rejimi koruma arasında yalpalama süreci yaşadı. <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/11%20Eylul" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">11 Eylül</a>’de bu kesim, rejimi korumayı öncül aldı. Kendisini devletin bekası ve laik rejim temelinde konumlandırdı. Demokrasiyi göz ardı etti. Sola en büyük zararı 12 Eylül’le birlikte <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Kenan%20Evren" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Kenan Evren</a>verdi. <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Deniz%20Baykal" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Deniz Baykal</a>, her dönem partide olan Bülent Tanla ve sol-para ilişkileri yüzünden <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Gurbuz%20Capan" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Gürbüz Çapan</a> da zarar verenler listesinde.<br />
<br />
<strong><span style="color: red;">Türkiye’de hiç olmadı</span><br />
<a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Cetin%20Altan" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Çetin Altan</a>- Milliyet yazarı</strong><br />
Sol, Türkiye’de hiç olmadı. Sol, değişim demek. Ekonomik dengesizlikleri araştırmak, aşmak için formül üretmek demek. Türkiye’de ne hukuk, ne devlet kavramı var. 17 milyon yoksul! Bu iş şeffaflaşmadan olmaz. Halka inmek diyorlar. Halk dediğin günü kurtarmaya çalışıyor. Yoksul adam laik olur mu? Adam bize bakıp, cehenneme gideceğimizi düşünüyor. Yaşayamadıklarını öbür dünyada yaşamanın, hurilerle şarap içmenin hayalinde.<br />
<br />
<strong><span style="color: red;">Aydınlar piyasaya eklemlendi</span><br />
Ertuğrul Kürkçü- gazeteci</strong><br />
1960’lar sonrasında sola karşı iki stratejik hamle oldu: CHP ile AP’nin TİP’i <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Parlamento" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">parlamento</a> dışına sürmesi ve<a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/Genelkurmay" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">Genelkurmay</a> ile <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/MHP" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">MHP</a>’nin sosyalistlere ve devrimci gençlik hareketine karşı başlattığı ‘kontrgerilla’ operasyonu... Kalanları da 12 Eylül yerle bir etti.<br />
12 Mart devrimci hareketi imha etti. En büyük zararı veren, Özal döneminde Türkiye entelijansiyasının piyasayla eklemlenmesi oldu. 12 Eylül sonrasında ‘aydınlar’ın genişçe bir bölümü özel üniversiteler, reklam, <a class="tag" href="http://www.milliyet.com.tr/index/medya" style="color: #032a7f; cursor: pointer; text-decoration: none;" target="_blank">medya</a> üzerinden piyasayla eklemlendi.</div></div></div></div>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-3573987145670872312011-10-23T09:03:00.000-07:002011-10-23T09:03:09.433-07:00İPEK ÖZBEY'İN HABERİNDEN ALINTI: BİZE BAĞIRAMAZSINIZ<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="height: 28px; width: 562px;"><tbody>
<tr><td align="left" colspan="4" rowspan="1" style="vertical-align: top;" valign="top"><table border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="background-color: #eeeeee; padding-bottom: 4px; padding-left: 4px; padding-right: 4px; padding-top: 4px; width: 565px;"><tbody>
<tr><td align="left" style="vertical-align: top;" valign="top"><table border="0" cellpadding="0" cellspacing="0"><tbody>
<tr><td align="left" rowspan="2" style="padding-left: 5px; vertical-align: top;" valign="middle" width="240"><span class="normalKalinyazi" id="ctl00_ContentPlaceHolder3_lblEditorName" style="color: black; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12px; font-weight: bold; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">HİDAYET KARACA</span><br />
<span class="normalyazi" id="ctl00_ContentPlaceHolder3_lblTitleEditor" style="color: black; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12px; font-weight: normal; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">SAMANYOLUHABER</span><br />
<span class="superH6" id="ctl00_ContentPlaceHolder3_lblDate">25.10.2008</span> <span class="superH6" id="ctl00_ContentPlaceHolder3_lblTime">16:33</span></td><td align="right" style="vertical-align: top;" valign="bottom" width="240"><span class="kucukyazi" id="ctl00_ContentPlaceHolder3_Label2" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: initial; background-image: none; background-origin: initial; background-position: initial initial; background-repeat: initial initial; border-bottom-width: 0px; border-color: initial; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-style: initial; border-top-width: 0px; color: black; display: inline-block; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 11px; font-weight: normal; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; width: 245px;">Yazarın Önceki Yazıları</span></td></tr>
<tr><td align="right" colspan="2" style="padding-top: 5px; vertical-align: top;" valign="top"><select class="normalyazi" id="ctl00_ContentPlaceHolder3_cmbArticles" name="ctl00$ContentPlaceHolder3$cmbArticles" style="color: black; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12px; font-weight: normal; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; width: 248px;"> <option selected="selected" value="300003">Başbakan’ın kaç şapkası var?</option> </select><div style="padding-top: 3px; width: 250px;"><div style="float: right;"><a class="increaseFont" href="" style="cursor: pointer; float: right; text-decoration: none;"><img alt="" border="0" src="http://www.samanyoluhaber.com/resources/images/A+.png" /></a><a class="resetFont" href="" style="cursor: pointer; float: right; text-decoration: none;"><img alt="" border="0" src="http://www.samanyoluhaber.com/resources/images/A.png" /></a><a class="decreaseFont" href="" style="cursor: pointer; float: right; text-decoration: none;"><img alt="" border="0" src="http://www.samanyoluhaber.com/resources/images/A-.png" /></a></div><div class="addthis_toolbox addthis_default_style" style="float: right; padding-top: 2px; width: 90px;"><a class="addthis_button_preferred_1 addthis_button_google at300b" href="http://www.addthis.com/bookmark.php?v=250&winname=addthis&pub=xa-4c99abd81b9c333f&source=tbx-250&lng=tr&s=google&url=http%3A%2F%2Fwww.samanyoluhaber.com%2Fyazar-122606.html&title=Bize%20ba%C4%9F%C4%B1ramazs%C4%B1n%C4%B1z%20!&ate=AT-xa-4c99abd81b9c333f/-/-/4ea43a86fa47d44b/1&frommenu=1&cr=1&uid=4ea43a869fbf01c1&ct=1&pre=http%3A%2F%2Fwww.google.com%2Furl%3Fsa%3Dt%26rct%3Dj%26q%3D%26esrc%3Ds%26source%3Dweb%26cd%3D323%26ved%3D0CDMQFjACOMAC%26url%3Dhttp%253A%252F%252Fwww.samanyoluhaber.com%252Fyazar-122606.html%26ei%3DfTqkTuukKoXn-gak0o2pBQ%26usg%3DAFQjCNH3kUtEQ7bRxhO3Yq9d62n4_v1Lsg&tt=0" style="cursor: pointer; float: left; padding-bottom: 0px; padding-left: 2px; padding-right: 2px; padding-top: 0px; text-decoration: none;" target="_blank" title="Send to Google"><span class="at300bs at15nc at15t_google" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: initial; background-image: url(http://s7.addthis.com/static/r07/widget35.png); background-origin: initial; background-position: 0px -2064px; background-repeat: no-repeat no-repeat; cursor: pointer; display: block; float: left; height: 16px; line-height: 16px; overflow-x: hidden; overflow-y: hidden; width: 16px;"></span></a><a class="addthis_button_preferred_2 addthis_button_facebook at300b" href="http://www.samanyoluhaber.com/yazar-122606.html#" style="cursor: pointer; float: left; padding-bottom: 0px; padding-left: 2px; padding-right: 2px; padding-top: 0px; text-decoration: none;" title="Send to Facebook"><span class="at300bs at15nc at15t_facebook" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: initial; background-image: url(http://s7.addthis.com/static/r07/widget35.png); background-origin: initial; background-position: 0px -1552px; background-repeat: no-repeat no-repeat; cursor: pointer; display: block; float: left; height: 16px; line-height: 16px; overflow-x: hidden; overflow-y: hidden; width: 16px;"></span></a><a class="addthis_button_preferred_3 addthis_button_twitter at300b" href="http://www.samanyoluhaber.com/yazar-122606.html#" style="cursor: pointer; float: left; padding-bottom: 0px; padding-left: 2px; padding-right: 2px; padding-top: 0px; text-decoration: none;" title="Tweet This"><span class="at300bs at15nc at15t_twitter" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: initial; background-image: url(http://s7.addthis.com/static/r07/widget35.png); background-origin: initial; background-position: 0px -5168px; background-repeat: no-repeat no-repeat; cursor: pointer; display: block; float: left; height: 16px; line-height: 16px; overflow-x: hidden; overflow-y: hidden; width: 16px;"></span></a><a class="addthis_button_preferred_4 addthis_button_live at300b" href="http://www.addthis.com/bookmark.php?v=250&winname=addthis&pub=xa-4c99abd81b9c333f&source=tbx-250&lng=tr&s=live&url=http%3A%2F%2Fwww.samanyoluhaber.com%2Fyazar-122606.html&title=Bize%20ba%C4%9F%C4%B1ramazs%C4%B1n%C4%B1z%20!&ate=AT-xa-4c99abd81b9c333f/-/-/4ea43a86fa47d44b/2&frommenu=1&cr=0&uid=4ea43a866a925493&ct=1&pre=http%3A%2F%2Fwww.google.com%2Furl%3Fsa%3Dt%26rct%3Dj%26q%3D%26esrc%3Ds%26source%3Dweb%26cd%3D323%26ved%3D0CDMQFjACOMAC%26url%3Dhttp%253A%252F%252Fwww.samanyoluhaber.com%252Fyazar-122606.html%26ei%3DfTqkTuukKoXn-gak0o2pBQ%26usg%3DAFQjCNH3kUtEQ7bRxhO3Yq9d62n4_v1Lsg&tt=0" style="cursor: pointer; float: left; padding-bottom: 0px; padding-left: 2px; padding-right: 2px; padding-top: 0px; text-decoration: none;" target="_blank" title="Send to Messenger"><span class="at300bs at15nc at15t_live" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: initial; background-image: url(http://s7.addthis.com/static/r07/widget35.png); background-origin: initial; background-position: 0px -3040px; background-repeat: no-repeat no-repeat; cursor: pointer; display: block; float: left; height: 16px; line-height: 16px; overflow-x: hidden; overflow-y: hidden; width: 16px;"></span></a><div class="atclear" style="clear: both;"></div></div></div></td></tr>
</tbody></table></td></tr>
</tbody></table></td></tr>
<tr><td align="left" style="padding-bottom: 2px; padding-left: 8px; padding-right: 2px; padding-top: 8px; vertical-align: top;" valign="middle"><h1 class="H1-Haber-DetayBasligi" id="ctl00_ContentPlaceHolder3_lblTitle" style="color: red; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 23px; font-weight: normal; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">Bize bağıramazsınız !</h1></td></tr>
<tr><td align="left" style="padding-bottom: 5px; padding-left: 5px; padding-right: 5px; padding-top: 5px; vertical-align: top;" valign="middle"><h5 id="Haber" style="color: #444444; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 14px; font-weight: normal; letter-spacing: 0.02em; line-height: 1.5em; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 3px; padding-left: 3px; padding-right: 3px; padding-top: 5px;">Tarih 15 Ekim 2008. Yer Balıkesir. Astsubay Meslek Yüksekokulu Öğrenci Alayı Sancak Tevcih Töreni yapılıyor. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, beraberindeki kuvvet komutanlarıyla, 17 askerin şehit olduğu Bayraktepe saldırısından sonra Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yapılan eleştirilere cevap veriyor. Başbuğ, konuşmanın bir yerinden sonra öfkeleniyor ve alışılmadık bir üslupla konuşuyor. “Şu sözlere dikkatinizi çekiyorum. Bütün bunlara rağmen bölücü terör örgütünün yaptığı eylemleri, altını çiziyorum, başarılı gibi gösterenler, akan ve akacak olan her damlanın sorumluluğuna ortak olurlar. Bunu herkesin iyi anlamasını istiyorum. Bu tip saldırılar karşısında her ordunun vereceği cevap bellidir ve bu husus bütün ordular için de geçerlidir. Son sözüm dolayısıyla herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet ediyorum.” Ekranları başındaki pek çok kişi Başbuğ’un sesini bu şekilde belki de ilk kez duyuyordu. İlker Başbuğ, orduya yönelik haberler yapan Taraf Gazetesi üzerinden eleştiri müessesine sopa gösteriyordu.<br />
<br />
Tabii ilk kez azarlanmıyoruz. Biraz geriye gidelim mi, ne dersiniz?<br />
<br />
Yıl 25 Mayıs 2006. Yer Almanya. İslami holdinglere para kaptıran Almanya’daki Türklerin kurduğu derneğin başkanı Muhammet Demirci, kürsüde Angela Merkel konuşurken, “Yeşil sermaye mağdurları olan bizlere yardım edin” dedi. Erdoğan, yanında bulunan Devlet Bakanı Ali Babacan’a dönerek, “Ali… Çağır şu sahtekarı bir dinle bakalım, neymiş?” sözleriyle öfkesini dile getirdi.<br />
<br />
Tarih 5 Eylül 2006. Yer Balıkesir. Başbakan Erdoğan, “Artık şehit cenazesi görmek istemiyoruz” diye tepki gösteren vatandaşa cevap verir: “Askerlik yan gelip yatma yeri değil canım kardeşim.”<br />
<br />
Tarih 12 Haziran 2007. Yer Mersin. Vatandaş, Tarım Bakanı’nın anayasayı ihlal ettiğini savunup Başbakan’ın yanına gider. Başbakan vatandaşa yine kendi üslubunda cevap verir: “Ananı da al git!”<br />
<br />
19 Eylül 2008 Cuma. Yer Ankara. Başbakan, il teşkilatının iftar yemeğinde medyaya çatıyor. Hatta daha da ileri gidip, vatandaşı gazeteleri boykota çağırıyor: “Bundan sonra diyorum ki, partinin mensupları olarak yalan yanlış bu haberleri yapan medyaya karşı sizler de kampanyanızı başlatın, sürdürün ve bu gazeteleri evinize sokmayın, almayın.”<br />
<br />
Tarih 27 Eylül 2008. Yer Ankara. Başbakan teravih namazı öncesi 27. Kitap ve Kültür Fuarı’nı ziyaret ediyor. Deniz Feneri Derneği standının karşısındaki bir yayın şirketine ait satış reyonunu geziyor. Milliyet ve Hürriyet muhabirleri Erdoğan’ı, arkasında bulunan Deniz Feneri Derneği standı ile görüntülerken, Erdoğan, Hürriyet muhabirine, “Terbiyesizlik, edepsizlik etme, çekil kenara” diye azarlıyor. Gazeteciler, korumalar tarafından dışarı atılıyor.<br />
<br />
Tarih 14 Nisan 2004. TBMM Başkanı Bülent Arınç. 23 Nisan resepsiyonu davetiyelerine eşinin adını neden yazdırmadığını soran gazetecilere, “Bunun karşılığı şeyini şey ettiğimin şeyidir” dedi.<br />
<br />
Bunlar Türkiye’de iktidarı elinde tutan isimlerin öfke kontrolünün dışına çıktıkları anlardan sadece birkaçı. Üstelik bu sadece hükümet ya da askeri kanadın öfkesiyle de kalmıyor. Bazen öyle oluyor ki, polis copunu kullanmakta tereddüt etmiyor. Hatta kendinizi kırmızı ışıkta geçtiğinizde adam öldürmüş kadar suçlu hissettirebiliyor, bağırıyor, azarlıyor. Ya da bir öğrencisiniz. Çalışkan olmak kadar zaman zaman tembel olmaya da hakkınız var değil mi? Ama bunun bedelini elinize hızla vurulan cetvelle ya da çekilmekten sarkmış kulaklarınızla ödeyebilirsiniz. Başka bir konu futbol. Elbet fanatizmin yüksek olduğu yerde bir yere kadar toleranslıyız. Ama hiçbir şey, koskoca milli takım teknik direktörü Fatih Terim’in Belçika maçı sonrası kendini eleştiren Osman Tamburacı ve bıyığına küfür etmesini haklı çıkaramaz.<br />
<br />
Toplumun bazı kesimleri tarafından bu kontrolsüz öfkeye karşı eleştiriler yok değil. Ancak Başbakan’ın kendisini öfkeli bulanlara karşı söylediği, “Öfke bir hitabet sanatıdır” sözleri ve ‘öfkelilerin’ bunun arkasında dimdik duruşları, bu durumun hiç de sona erecek gibi görünmediğini gösteriyor.<br />
<br />
<b>NEDEN BAĞIRIYORLAR?</b><br />
<br />
Genel olarak baktığımızda, örneğin Başbakan, eleştiriye dayanamıyor. Yanlışları kabul etmiyor, bu telaffuz edildiğinde öfkeleniyor. Öfkesi kabına sığmayan Başbakan, bağırıp çağırmaya hatta neredeyse küfüre kadar vardırabiliyor işi. Genelkurmay Başkanlığı’na gelince… Yıllarca eleştirilmesi tabu olan bu kurum, kendisine yönelik herhangi bir tenkitte 12 Eylül’den bu yana görülmemiş bir tavırla, Genelkurmay Başkanı’nın tüm kuvvet komutanlarını arkasına alarak basın toplantısını adeta ‘ayağınızı denk alın’ toplantısına çevirebiliyor. Türkiye’nin koltukları ne yazık ki konuşmuyor. Kısacası hani Başbakan demişti ya, “Ağzı olan konuşuyor” diye bu da o hesap, “Koltuğu olan bağırıyor.”<br />
<br />
Politika sosyoloğu Gürbüz Evren’e soruyoruz. Neden bağırıyorlar, ne oluyor? Evren, Başbakan’ı örnek veriyor. Diyor ki, “Başbakan sert üslubuyla başladığı konuşmalarında şerefsiz bile diyebiliyor.” Bir Başbakan bunu söylüyorsa, suçlandığı konularda mutlaka bir suçluluk payı vardır.<br />
<br />
<b>HAKLARIMIZ VAR</b><br />
<br />
Devlet adamları temel hakları korumakla sorumlu kişilerdir. Anayasaya göre, insan sırf insan olmaktan dolayı, doğuştan bazı hak ve hürriyetlere sahiptir. İnsanın sahip olduğu haklar, devletten önce gelir. Bu haklar insana devlet tarafından verilmemiştir.<br />
<br />
İnsan Hakları ve Anayasa üzerinde etkili isimlerden biri İbrahim Kaboğlu, konuyu demokratik ve hukuk devleti açısından değerlendiriyor: “Demokratik toplum demek, özgürlükçü toplum demektir. Çoğulculuk, hoşgörü, açıklık düşüncesi başlığı altında üç ana kurucu öğeden oluşur. Hukuk devletinde yöneticiler ve yönetenler eşittir. Ancak, yönetici konumunda bulunan kişilere yetki verilmiştir ve bu yetki tamamen yurttaşlara hizmet içindir. Yani biz onlara yetkiyi veririz. Bunun nedeni verilen görevleri yerine getirme konusunda işlerini kolaylaştırmak içindir. Eğer bu yetkiyi kötüye kullanırlarsa sorun olur.”<br />
<br />
Kaboğlu, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı’nın konuşmalarına yurttaş gözüyle bakıldığında bunların yıldıran konuşmalar olduğunu söylüyor: “Bu kişisel nezaketle de ilgilidir, ama demokratik toplum düzeninin insanı olma özelliğini zorlayan bir husustur. Yurttaşlar birbirine küfrettikleri, sövdükleri zaman o ifadeler yaptırıma tabi tutulur. Fakat bunu yöneticilerin yapmasının bunun ötesinde bir anlamı var. Birinci anlamı, yöneticiler de insandır ama onlar aynı zamanda liderdir. Birçok kurum ve kişiyi etkileyici konumdadırlar. Bağırarak, kinle, öfkeyle, nefretle konuşmaları, hitap ettikleri kişileri sindirmek, buna karşılık belli güç odaklarını harekete geçirmek durumuna gelebilir. Örneğin bir polisin kullandığı şiddetin kınanmaması, insan hakları ihlallerine zemin hazırlar. Son örnekte olduğu gibi bağırarak basın özgürlüğüne müdahale edilmesi aslında doğrudan doğruya muhatap alınan kişileri aşan, genel olarak basın özgürlüğünü tehdit eder hale gelen bir durumdur. Peki ya yaptırım?”<br />
<br />
Prof. Dr. Kaboğlu, “Unutulmamalı ki, onlar dokunulmazlık zırhına sahip ve onlara karşı hukuk yollarını işletmek kolay olmuyor” diyor.<br />
<br />
<b>ŞİDDET Mİ?</b><br />
<br />
Bir başka anayasa hukuku uzmanı Prof. Dr. Levent Köker’e göre ise bağırmak bir şiddet eylemidir; doğrudan maddi, fiziki şiddet niteliğine erişmemesi, bunu değiştirmez. Toplumsal ve siyasi anlamda güçlü olanların bağırması için bu, haydi haydi böyledir. Manevi bakımdan en düşük dozu tehdit olan bir baskılamayı ifade eder. Bu nedenle bağırma, beğenilmeyen bir fikir ya da eylem karşısında oluşan ve her an fiziki bir şiddete dönüşme potansiyelini muhatabına güçlü bir biçimde ileten bir eylemdir, hele bir de kol, el, parmak gibi vücut bölgelerinin hareketleri ve mimikler de eşlik ediyorsa. Anayasamızın 25. maddesi, “Her ne sebep ve amaçla olursa olsun, kimse düşünce kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz” buyurmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları olarak herkesin, güçlülerin hoşuna gitsin gitmesin, devlet düzeninin tümünü veya bir kısmını değiştirmek yönünde olsun veya olmasın, şiddete ve ırkçılığa dayanmayan her türlü düşünce ve kanaatlerini açıklama özgürlüğü bu maddenin ve 13, 14, 24 ve 90’ıncı maddeleri başta olmak üzere konuyla ilgili diğer düzenlemelerin ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin güvencesi altındadır.<br />
<br />
Bütün bu düzenlemelerin anlamı, kimsenin kimseye fikirlerinde, inançlarından veya kanaatlerinden ötürü kızıp, bağırıp çağıramayacağıdır. Bu, özellikle ve öncelikle iktidar mevkilerinde olan kamu görevlileri için böyledir. Aksi, demokratik müzakere zemininin tahrip edilmesi, vatandaş özgürlüklerinin bundan zarar görmesi, siyasi meşruiyet duygusunun tahrip olması gibi sonuçlar doğurur ki, kaçınılması gereken bir durumdur.<br />
<br />
İPEK ÖZBEY - TEMPO</h5><div><br />
</div></td></tr>
</tbody></table>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-61726343433710788012011-10-23T09:00:00.000-07:002011-10-23T09:00:30.282-07:00Muhafazakar ERKEK BAŞINI AÇTI..<div style="color: #161616; font-family: tahoma; font-size: 11px; margin-bottom: 0px; margin-left: 10px; margin-right: 0px; margin-top: 13px; width: 615px;"><div style="float: left; height: 233px; margin-left: 2px; width: 308px;"><div style="float: left; height: 233px; overflow-x: hidden; overflow-y: hidden; width: 302px;"><table cellpadding="0" cellspacing="0" height="233" style="width: 302px;"><tbody>
<tr><td style="height: 225px; width: 302px;"><img alt="Muhafazakar ERKEK BAŞINI AÇTI..." height="225" src="http://www.haber5.com/img/4Sq5nICr.jpg" style="border-bottom-color: rgb(255, 255, 255); border-bottom-style: solid; border-bottom-width: 1px; border-left-color: rgb(255, 255, 255); border-left-style: solid; border-left-width: 1px; border-right-color: rgb(255, 255, 255); border-right-style: solid; border-right-width: 1px; border-top-color: rgb(255, 255, 255); border-top-style: solid; border-top-width: 1px;" width="300" /></td></tr>
<tr><td class="newsimg_2" style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-color: initial; background-image: url(http://www.haber5.com/images/bg_news_img_3.gif); background-origin: initial; background-position: initial initial; background-repeat: no-repeat no-repeat; height: 3px; width: 302px;"></td></tr>
</tbody></table></div><div class="newsimg_3" style="background-image: url(http://www.haber5.com/images/bg_news_img_4.gif); float: left; height: 233px; width: 3px;"></div></div></div><div style="color: #161616; display: block; font-family: tahoma; font-size: 11px;"><center><br />
</center></div><div class="bosluk" style="clear: both; color: #161616; display: block; font-family: tahoma; font-size: 1px; height: 12px; line-height: 1px; width: 468px;"></div><div class="bosluk" style="clear: both; color: #161616; display: block; font-family: tahoma; font-size: 1px; height: 5px; line-height: 1px; width: 627px;"></div><div id="news_text" style="color: #161616; float: left; font-family: tahoma; font-size: 12px; min-height: 73px; overflow-x: hidden; overflow-y: hidden; padding-bottom: 0px; padding-left: 15px; padding-right: 0px; padding-top: 5px; width: 612px;"><div align="center" class="bnr" style="float: left; padding-bottom: 5px; padding-left: 0px; padding-right: 10px; padding-top: 0px; width: 300px;"><div style="display: block;"><center><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://www.adhood.com/" style="border-bottom-style: none; border-color: initial; border-left-style: none; border-right-style: none; border-top-style: none; border-width: initial; cursor: pointer; font-family: tahoma; margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-decoration: none;" target="_blank"><img border="0" height="14" src="https://ads.adhood.com/adhoodlabel.png" style="border-bottom-style: none; border-color: initial; border-left-style: none; border-right-style: none; border-top-style: none; border-width: initial; bottom: 0px; height: 14px; position: absolute; right: 0px; width: 90px;" width="90" /></a></div></center></div></div><div id="divAdnetKeyword"><div><strong>Selin Ongun, Murat Belge'nin önsözüyle yazdığı ilk kitabında başörtülü 10 kadınla görüştü, 'Türbanlı Erkekler'i konuştu. 28 Şubat sonrasındaki değişim, kadınların ağzından ilk kez bu kadar net duyuruldu.</strong>Ne Hayrünnisa Gül, ne de Emine Erdoğan'ın kendilerini temsil ettiğini düşünüyorlar. Yargılamamakla birlikte muhafazakar erkeklerin 28 Şubat süreciyle birlikte büyük bir değişim içine girdiklerini anlatıyorlar. Karma hayatlar ve kültürler içinde yetişen genç kuşağa ışık tutuyorlar ve çok eleştirilen ikinci eş durumuna... Gazeteci Selin Ongun, Ayşe Böhürler, Merve Kavakçı, Sibel Eraslan, Enise Akgül, Hülya Yazıcı Aktaş, Özlem Z. Topal, Fatma Tülin Kayhan, Esra Elönü, Hilal Kaplan ve Emel Çalışkan'a muhafazakar erkekleri sordu. Cevaplar çarpıcıydı...<br />
<br />
<strong>- Bu kitabı yazmaya nasıl ve ne zaman karar verdiniz?</strong>2009 yılının Mayıs ayında Tempo 24 internet sitesi için bir yazı dizisi hazırladım. O yazı dizisinden sonra sahiden olumlu tepkiler aldım. Türkiye'nin önde gelen üniversitelerinin sosyoloji bölümündeki akademisyenlerinden dahi 'Kesinlikle enformasyona ihtiyacımız var' değerlendirmesini duyunca bu çalışmayı kitaplaştırmaya karar verdim. Haber dizisi için 5 kadınla görüşmüştüm, takibinde yeni söyleşiler ekledim. Ve işte kitap elinizde!<br />
<br />
<strong>- Neydi sizi o kadınların peşinden gitmeye sürükleyen?</strong>Enformasyon eksikliği! Değişim sürecini medya da son derece kısır cümlelerle ve çoğunlukla kadınlar üzerinden 'analiz' etme telaşı içinde oldu hep. Hatırlayalım: 'Jipe binen türbanlı, D&G örtü takan türbanlı...' Ya da Reina'ya türban takarak gidilip, kaleme alınan izlenim yazıları. Bu artık geçmiş bir dil. İşte tam da bu nedenle güncel enformasyon edinmeye gayret ettim. Projeksiyonu örtülü kadınların üzerine sabitlemeden erkeklere de çevirdik. Söyleşi yaptığım kadınların açık sözlülüğü ve samimiyetleri de aslında yeni bir döneme girdiğimize işaret ediyor. Bence örtülü kadınlar, artık meseleye 'Kol kırılır yen içinde kalır' tonunda bakmıyor.<br />
<br />
<strong>- İsimleri ikna etmekte zorlandınız mı?</strong>Bunun sadece bir gazetecilik çalışması olduğunu, türban-başörtüsü kutuplaşmasının taraflarına malzeme üretmeyi amaçlamadığımı iyi anlattım sanırım.<br />
<br />
<strong>ÇOK ŞEYİ ISKALADIĞIMIZI FARK ETTİM<br />
- Bu röportajları yaparken neyin farkına vardınız?</strong>Basın olarak ne kadar çok şeyi ıskaladığımızın...<br />
<br />
<strong>- Ne ıskaladık örneğin?</strong>En basiti şu: Aynılaştırma ve tek tipleştirme söz konusu. Bu kadınlar bundan epey mustarip.<br />
<br />
<strong>- Bu kitabı yazmadan önce siz de onları aynılaştırıyor muydunuz?</strong>Hayır. Benim dindar kodlarıyla öne çıkan arkadaşlarım vardı medyada. Bir şekilde meselenin pratiğine uzak değildim.<br />
<br />
<strong>- Başka örtülü kadınlarla da görüşmek istediniz mi, reddedildiğiniz oldu mu?</strong>Bu bir zincir gibi, güven telkin ettikten sonra kapı kapıyı açıyor. 'Bir siyasetçi eşi de kitapta yer almalı' düşüncesiyle çeşitli isimlere taleplerimi ilettim. Ama olumsuz baktılar.<br />
<br />
<strong>- Peki, Emine Erdoğan ve Hayrünnisa Gül ile görüşmek istediniz mi?</strong>Hayır, bir talebim olmadı.<br />
<br />
<strong>- Röportaj yaptığınız örtülü kadınlar sadece türbanlı oldukları için Başbakan ya da Cumhurbaşkanı'nın eşleri tarafından temsil edilemeyeceklerini dile getiriyorlar, değil mi?</strong>Doğru, Emine Erdoğan ve Hayrünnisa Gül'ün 'varlıklarını' elbette önemsiyorlar. Fakat örneğin, 'Emine Erdoğan ve Hayrünnisa Gül başörtüsü ile sizi temsil ediyor' diyen bir muhafazakar erkek özneye, elbette siyasileri kast ediyorum, itiraz ediyorlar. Eş durumundan kaynaklanan bir 'konumlandırmayı', temsil makamı olarak kabul etmiyorlar. Bir de şu var; örneğin konuştuğum kadınlardan biri, İsmailağa cemaatinin önde gelen hoca hanımlarından Emel Çalışkan, 'Biz tesettürü dinin bir parçası olarak benimsiyoruz' diyerek Gül ve Erdoğan'ın kendisini temsil etmediğini söylemişti. Hatta 'Yeteri kadar aktif ve kültürel manada etkili olmadıklarına' da dikkat çekmişti. Bu örneği şunun için verdim; örtülü kadınların örtülü lider eşlerini algılama şekli de yekpare değil.<br />
<br />
<strong>ÖNYARGI VE ÇİFTE STANDART<br />
- Başörtülü kadınlar, muhafazakar erkeklerin en çok hangi davranışlarını eleştiriyorlar?</strong>Muhafazakar erkekler ve kendini 'laik' olarak tanımlayan insanlar arasındaki benzer önyargı ve çifte standartlara dikkat çekiyorlar. Belki de en çok kırgın oldukları ve sorguladıkları şu: 'Başörtülü ama eğitimli, başörtülü ama önde gelen biri...' Bu 'ama'lı cümleleri kendi camialarından erkeklerin de kurduğunu söylüyorlar. Muhafazakar erkeklerin de 'başı açıklığı' modernlik kriteri olarak kabul ettiğini vurguluyorlar. Örneğin iş hayatında ya da sosyal hayatta muhafazakar erkeğin, başı açık kadına karşı daha 'kıymet bilen' bir tavır içinde olduklarını belirtiyorlar. Toparlarsak, muhafazakar erkek de başı açık kadın ve örtülü kadın arasında bir hiyerarşi kuruyor. Kadınlar bu noktada kırılma noktasının 28 Şubat süreci olduğuna dikkat çekiyorlar. Örneğin Ayşe Böhürler o süreci bir anekdotuyla şöyle anlatmıştı: 'Taksim'de bir ofiste çok şaşkınlığa uğramıştım. Fethullah Gülen cemaatine mensup ya da benim öyle olduğunu düşündüğüm birinin ofisiydi. Bir konuda çekim yapmak için oradaydık. Önümüzde 'representer' olarak gayet hoş, mini etekli bir hanım vardı. Çekim için arkada bir oda açıldı. Oraya geçtiğimizde ise bilgisayarların başında dört başörtülü kız gördüm. Bu benim için çok trajikti. 28 Şubat sonrasındaki dönemde durum böyleydi.'<br />
<br />
<strong>- 28 Şubat konusunda ortak bir sıkıntı var değil mi? Sizce 28 Şubat'ın örtülü kadın ve muhafazakar erkek üzerinde nasıl bir etkisi oldu, örtülü kadınlar ne diyor?</strong>Erkekler tarafından 28 Şubat'a kadar 'onursal' sayılan başörtüsünün, takibindeki süreçte sosyal bir yüke dönüştüğü noktasında hemfikirler. Hatta seküler dünyanın baskısının, Müslüman erkeği kompleksli yaptığını söyleyen de var.<br />
<br />
<strong>Kendi yaşadıklarını kızları yaşasın istemiyorlar<br />
- Eskiye göre iki eşli olma durumuyla ilgili bir sıkıntı var mı örtülü kadınlarda?</strong>Genç muhafazakarlar ile bir önceki kuşak arasında şöyle bir fark var. Örneğin muhafazakar genç kadınlar dini nikahlarına 'İkinci eş olursa, ben yokum' kaydını düştüklerini belirtiyorlar. Bir de aslında insanın 'çözüm geliştirebilme' yönüne ilişkin ilginç bir örnekle karşılaştım kitap çalışması sırasında. İkinci eş, yani kadın, birlikte olduğu erkeğin ilk eşi boşanmayı reddettiği için soyadı değiştirme davası açıyor. Birlikte olduğu erkeğin soyadını mahkeme kararıyla nüfusuna geçirmiş oluyor!<br />
<br />
<strong>- İkinci eşin başı açık mı oluyor?</strong>Elbette bu soruya yekpare bir cevap verilemez. Fakat söyleştiğim psikolog Enise Akgül'ün düştüğü bir kayıt dikkate değer bu anlamda. 'Başörtülü kadın, kocasının diğer ilişkisindeki kadının tesettürsüz olduğunu öğrenince tökezliyor. Ve diyor ki, 'Burada bir tutarsızlık var. O zaman niye kızını tesettürlü yetiştirmek istiyor? Benim tesettürüme neden karışıyor?' Babasının evlilik dışı ilişkisini bilen kız ise, 'Babası neden annesini arkadaş ortamına sokmadı? Babası neden annesini beğenmiyor?' gibi soruları düşünüyor.'<br />
<br />
<strong>- Kitapta yer verdiğiniz röportajlardan birinde şu ortaya çıkıyor. Çocuklarının örtülü olmasından yana endişe içinde olan örtülü kadınlar da var...</strong>Evet, kendi yaşadıkları sıkıntıları kızlarının yaşamasını istemeyen bir kuşak var.<br />
<br />
<strong>Sistem onları buna zorladı!<br />
- Örneğin Sibel Eraslan diyor ki, 'Yıllar içinde öğrendim ki, para pek çok ideali yok etti, geride bıraktı. Güzel hatıralar geride kaldı...' Merve Kavakçı ise kadınların 'oyunda bir kart olarak kullanıldığını' söylüyor. Kadınlar kendilerini aldatılmış mı hissediyor?</strong>Madem 'aldatma makamına' dair bir soru sordunuz, bu içeriğe uygun bir cevap vereyim o halde. En klişe ve basit dille tekrarlanan nakarat belli: Bir adamı çok seversiniz, o sizden yana davranmadığında dahi, onu 'kayıracak' bir savunma mekanizması bulursunuz. Muhafazakar kadınlar nezdinde de bence bu savunma mekanizması, 'Sistem onları buna zorladı' cümlesi eşliğinde vuku buluyor. Evet, konuştuğum tüm kadınlar muhafazakar erkeklere yönelik sahiden sıkı bir sorgulama ve eleştiri yapıyorlar. Fakat sorunuza güncelleyerek bir cevap verecek olursam, örtülü kadınlar, kendi camialarındaki erkekleri eleştirirken 'Madem paranız var akşam omlet yiyin!' demiyorlar.<br />
<strong>Kalbi tesettürlü kasiyer<br />
- İş hayatıyla ilgili de çok çarpıcı bir bölüm var. Yeni Şafak gazetesinde çıkan 'Kalbi tesettürlü kasiyer aranıyor' ilanı... Bu örtülü kadınları yaralayan bir şey değil mi?</strong>Elbette. Üstelik bu sadece örtülü kadınlar için değil başı açık kadınlar için de kabul edilemez bir sınıflandırma. Sibel Eraslan bu ilanın eşliğinde ilginç bir yorum yapmıştı.<br />
<br />
<strong>- Nedir?</strong>'28 Şubat sonrasında başörtülü evde saklanırken, kendini göstermemenin kocası için selamet olduğunu düşünürken, öbür tarafta yeni görsel zeminler oluştu, 'kalbi tesettürlü kasiyer' de maalesef onlardan biri' demişti.<br />
<br />
<strong>- 28 Şubat sonrasında sizin de kitabınıza adını verdiğiniz 'Türbanlı erkekler' nasıl bir şekil aldı, ne değişti?</strong>Topyekun bir genelleme içinde olmadığımı vurgulayarak, muhafazakar erkeklerin başlarını açtıklarını söyleyebilirim. Yetiştikleri dünyanın örfleri ile dahil oldukları kamusal alanda gezinirken takıp çıkardıkları bir örtü var. Sorunuz bana Merve Kavakçı'nın sözünü hatırlattı: 'Muhafazakar erkekle rejim el ele, kol kola!'<br />
<strong>Kadınlar kulübüne girmekte zorlanıyorlar<br />
- Kitapta 'Şimdi 30'lu yaşlarında olan 28 Şubat sürecini yaşayıp gören kızlar bizim mahallenin o hikayesine inanmıyorlar' deniyor. Hangi hikaye bu?</strong>'Evleneceğiz, dini bir hayat yaşayacağız, mutlu olacağız' algısının değiştiğine işaret ediyorlar. Artık bunu 'kitabi' bulabiliyorlar. Gençlerin önceliği meslek sahibi olmak. Evlenme yaşının 30'lara yükseldiğini, evliliğe artık idealize edilmiş bir romantizm ile bakmadıklarını dile getiriyorlar. Bu noktada, annesi ya da ablasının hem sistem hem de kendi camialarındaki erkekler nedeniyle yalnız bırakıldığını görerek büyüyen genç muhafazakarların, bir 'kadınlar kulübü' oluşturduğuna dikkat çekiyorlar. Ve muhafazakar erkeğin, bu kulübe girmekte zorlandığını ifade ediyorlar. Yani başörtülü kadın için güvenilmezleşen bir muhafazakar erkek özneye vurgu var.<br />
<br />
<strong>- Bunu biraz örneklendirir misiniz?</strong>Kitaptan bir alıntı yapayım o halde, 'Erkekler İslami usullere göre evlenip seküler sistemin nimetlerinden faydalanarak boşanıyorlar.' Bu değerlendirmeyi avukat Özlem Topal, boşanma davalarında karşılaştığı örnekler eşliğinde yapmıştı. Resmi nikahtan önce dini nikah yaparak evlenen kimi muhafazakar erkeklerin, boşanırken son derece 'seküler' davrandığını anlattı.<br />
<strong>Ayşe Böhürler:</strong><br />
'Papermoon'a başörtülü bir kadınla gitmek yerine başı açık bir kadınla gitmeyi tercih eden bir sınıf var.<br />
<strong>Sibel Eraslan:</strong>'28 Şubat'a kadar eşin örtülü olması onurdu, sonrasında sosyal bir yüke dönüştü.'<br />
<strong>Merve Kavakçı:</strong><br />
Muhafazakar erkek, rejimin öğrettiği olması ve olmaması gerekenleri kabul etmiş, pes etmiştir.</div></div></div>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-32981294977867789742011-10-23T08:58:00.001-07:002011-10-23T08:58:39.144-07:00BU AŞK DA ISIRIR MI?<div style="color: black; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><strong style="font-size: 1em; font-style: normal; font-weight: bold;">Deniz Seki, hiçbir şeyden çekmedi aşktan çektiğini. Depresyona girdi, uyuşturucu kullanmaktan 218 gün cezaevinde yattı. 'Aşka borcumu ödedim' dedi, köpeğinin adını 'Aşk' koydu. 'Aşk bundan böyle benim ancak köpeğim olur' mu demek istedi bilmiyoruz ama umarız bu aşk da ısırmaz Deniz Seki'yi.<img align="left" alt="denizsekiic" border="0" height="300" src="http://aksam.medyator.com/images/2010/08/08/denizsekiic.jpg" style="border-bottom-style: none; border-color: initial; border-left-style: none; border-right-style: none; border-top-style: none; border-width: initial; float: left; margin-bottom: 0px; margin-left: 3px; margin-right: 0px; margin-top: 5px;" title="denizsekiic" width="450" /></strong></div><div style="color: black; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">Kaçınızın aklına gelmiyor ona bakınca 'Bir zamanlar ne kadar güzeldi' demek? Kızıl saçları, incecik vücudu, farklı duruşuyla hepimizin beğenisini kazandığında takvimler 1995'i gösteriyordu. Kimileri çok suçlasa da onu, kelepçeler dahi takılsa ellerine, o kendine yaptı ne yaptıysa. Düzenin kurbanı oldu demek o kadar yanlış ki, desek desek sadece aşka fazla inandı diyebiliriz ancak.</div><div style="color: black; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">1 Temmuz 1970'te İstanbul'da dünyaya geldi Deniz Seki. İlkokulu Maçka'da, orta ve liseyi Çamlıca Kız Lisesi'nde yatılı okudu. Yatılı okumayı kendi istedi. 11 yaşındaydı. Ortanca kardeşi yeni doğmuştu. Evde öyle gürültü vardı ki, ders çalışması neredeyse imkansızdı. 7 sene ailesinden ayrı yaşadı. Onları sadece hafta sonları görüyordu. Otoriter babayla, annesinin didişmesinden uzak durduğu için de memnundu üstelik.</div><div style="color: black; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><strong style="font-size: 1em; font-style: normal; font-weight: bold;">16'SINDA EVLENDİ</strong><br />
Yalnızlık ilk orada işledi damarlarına. Eve saat altıyı beş geçe gelince sorun yaratan babadan özgürlüğe giden yolun tohumları da işte bu yatılı okulda atıldı.<br />
Lise bitti, eve dönmek zorundaydı. Üstelik artık özgürlüğü tatmıştı, nasıl yeniden esarete alışabilirdi ki? Sanayici Turhan Başaranoğlu'yla henüz 16'sında dünya evine girdi. 1,5 sene evli kaldı. Sonra kös kös evine döndü.</div><div style="color: black; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">TRT İstanbul Televizyonu'nda sunuculuk sınavlarına girdi. 1993 yılında Melih Kibar'la tanıştı. Ona sesini dinletti. Kibar, 'Tamamdır' deyince, reklam filmleri seslendirmeye başladı. Kenan Doğulu, Emel Müftüoğlu, Ege, Ferda Anıl Yarkın, Zuhal Olcay ve Yaşar'a vokal yaptı.</div><div style="color: black; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><strong style="font-size: 1em; font-style: normal; font-weight: bold;">İLK ALBÜM 1997'DE</strong><br />
Ve 1995'te içindeki özgürlük dalgalanmaları yeniden baş gösterdi. 'Yoluma tek başına devam edeceğim' dedi. 'Pop-Show 95 Şarkı Yarışması'na girdi. Kendi yazdığı şarkıyla birinci olup alnının akıyla solo hayatının ilk basamağını taçlandırdı.<br />
1997'de bir albüm çıkardı. Adı, 'Hiç Kimse Değilim'di. Televizyon kanalları, gazeteler bu güzel kadının peşinden koşuyordu. Aklı başında konuşuyor, kalbe dokunan şarkılar söylüyor ve kızıl saçlarıyla ekranda farklı duruyordu.</div><div style="color: black; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">Popülaritesi arttıkça peşinde daha fazla kamera dolaşır oldu Deniz Seki'nin. Mehmet Ertem, Selim Yalın ve Cemal Özgörkey ile aşk yaşadı. Kısa süre 'Angelina Jolie'nin fotoğrafçısı' olarak tanıttığı Murat Özdemir ile de oldu. Ama gazeteler tez zamanda olaya el attı ve adamın hayat hikayesinin bu kısmının yalan olduğunu ortaya çıkardı. Murat Özdemir, Üsküdar'dan çıkıp Amerika'ya giden, formalite evlilikle orada yaşayan, tatillerde de Bodrum'da gününü gün eden bir gençti. Gazeteler böyle yazdı...</div><div style="color: black; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><strong style="font-size: 1em; font-style: normal; font-weight: bold;">ÇÖKÜŞÜN BAŞLADIĞI NOKTA: OKAN BAYÜLGEN</strong>Her kimle aşk yaşadıysa yaşadı Deniz Seki. Ama siyah günlerinin başlangıcı Okan Bayülgen ile aşkıydı. Yıl 2002'ydi. Okan Bayülgen'in şov programına katılmıştı. Sonra ünlü şovmenin Bodrum'daki evinin bahçesinde kameralara yakalandılar birlikte. Oysa Okan Bayülgen, dönemin en popüler mankenlerinden Cansu Dere ile aşk yaşıyordu. Seki, 'Zaga'nın meşhur adamını ünlü mankenden kapmıştı.<br />
Ünlü şovmen bir yandan Seki'yle aşk yaşıyor, ancak Cansu Dere'den de kopamıyordu. Deniz Seki, sükunetini ve o pürüzsüz duruşunu işte bu sinir bozukluğuyla bozmaya başlamıştı. Artık öfkeliydi. Gazeteciler, ne zaman onunla röportaj yapsa, konu tabii ki Okan Bayülgen ve Cansu Dere'ye geliyordu. Cevabı sesini kalınlaştırıyordu Seki'nin: 'Bu bir Okan Bayülgen ve Cansu Dere röportajı değil, benimle konuşuyorsunuz'!<br />
Hepimizin gözü önünde yaşanan kavgalar, oluşan asabi cepheler malum sonu da beraberinde getirdi. Okan Bayülgen-Deniz Seki aşkı olanları kaldıramadı. Çift yollarını ayırdı.</div><div style="color: black; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><br />
<strong style="font-size: 1em; font-style: normal; font-weight: bold;">POPSTAR, HÜSNÜ VE NAZİRE'Lİ GÜNLER</strong><br />
2003 sonbaharıydı. Seki, ilk 'Popstar' yarışmasına jüri üyesi olarak girmişti. Yarışmacılardan birinin adı Bayhan'dı. Baygın bakan gözleri, tuhaf hareketleri ve jüri üyelerini sollayan star ışığı Deniz Seki'nin gözünü rahatsız etti. Bayhan'ın bir cinayete karıştığını öğrendi ve jürideki görevini terk etti. Programdan aldığı milyarları 'etik' değerleri için elinin tersiyle itti. Seki haberleri artık bu tartışmalar ve gün be gün aldığı kilolarla kendini gösteriyordu.</div><div style="color: black; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">Medya haksız değildi, Seki sürekli gergin duruşuyla ve aldığı kilolarla sanatının önünü zaten kendi kesiyordu, ki işte o noktada yine bir aşka yelken açtı ve hayatı karabasana döndü.<br />
<br />
Deniz Seki, klarnetçi Hüsnü Şenlendirici'yle büyük aşk yaşamaya başlamıştı. Şenlendirici evliydi ve eşi de evlere şenlikti adeta. Hayatımıza birdenbire Nazire Şenlendirici diye bir kişilik girdi ki, 'Olacak O Kadar Televizyonu' o günden sonra bir daha hiç metin yazmakta zorlanmadı. Seki, sürekli 'Hüsnü Bey evli...' diye sıkıştırılıyordu. Cevabını göğsünü gere gere veriyordu şarkıcı: 'N'apalım evliyse'...Onun bir şey yapmasına çok da gerek kalmıyordu. Nazire Şenlendirici yapılması gereken her şeyi yapıyordu zaten. Her gün kameraların karşısına geçiyor, 'O bir yalancı! Kimse ona inanmasın' diye bağırıyordu, haykırıyordu, susmuyordu. Çocuklarını da alıp kameraların karşısına çıkıyor, Türk halkının karşısında Deniz Seki'yi işaret ederek, 'Yuvamı bu kadın yıktı' diyordu.<br />
Deniz Seki dik durmaya, aşkına sahip çıkmaya çalışsa da, hepimiz aslında Hüsnü Şenlendirici'yi merak ediyorduk. Sanki iki kadının kendisi için savaşmasıyla egosunu cilalıyor, gayet sakin 'Rencide oluyorum' diyebiliyordu.</div><div style="color: black; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><strong style="font-size: 1em; font-style: normal; font-weight: bold;">HÜSNÜ ŞU AN YANIMDA UYUYOR</strong><br />
Klarnet ustası 'Boşanıyorum' dedi sonunda. Deniz Seki'yle düet yapıyor, el ele geziyorlardı. Nazire Şenlendirici bir gün öyle bir laf etti ki, herkesin kafası karıştı. 'Deniz derdine yansın, Hüsnü şu an yanımda uyuyor!'<br />
Şenlendirici, her soruya cevap veriyordu. Deniz Seki'nin başta bu ilişkiyi evli olduğu için istemediği, kendisinin onu sürüklediğini söylüyordu. Bu, herkesin sandığı gibi seviyesiz bir evli adam kaçamağı değildi, 'Bu işi temizleyeceğim' diyordu.<br />
Doğruydu, ısrarcı olan Şenlendirici'ydi. Deniz Seki o günleri bir röportajında şöyle anlatıyordu: 'Adama sırılsıklam aşık olacaktım. Ama hep kendimi tuttum. Mesaj atıyordu, telefon açıyordu, 'Tamam görüşürüz' diyor aramıyordum. Soğutma taktikleri yapıyordum. Allem edip kallem edip nereye gittiğimi öğrenip, geliyordu. Anne olmak istiyordum. Evli bir adamla işim olmazdı.'<br />
Deniz Seki kalbine söz dinletemedi. Bir kayıkla denize açılan, harıl harıl kürek çeken, ne zaman yorulacağı belli olmayan iki aşıktı onlar. Deniz Seki böyle demişti.<br />
Zamanla yoruldu ama usanmadı. Çok sevdi Hüsnü Şenlendirici'yi. Hatta Nazire Hanım ile yan yana gelip, ünlü klarnetçinin karşısına birlikte çıkabilecek kadar cesur durdu bu ilişkide.</div><div style="color: black; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><strong style="font-size: 1em; font-style: normal; font-weight: bold;">KOKAİN BASKINI</strong><br />
Ne Okan Bayülgen ile ne Hüsnü Şenlendirici'yle aşkı... Dibe vurduğu asıl tarih 13 Şubat 2009 oldu. İstanbul İl Jandarma Komutanlığı uyuşturucu operasyonu düzenledi. Deniz Seki, 18 kişiyle birlikte gözaltına alındı. 10 gün sonra uyuşturucu madde kullanmak ve temin etmek suçlamasıyla tutuklandı.<br />
Cezaevi günleri başladı. Herkes Hüsnü Şenlendirici'nin karalar bağlayacağını zannetse de o sakinliğini korudu. Evet, belki defalarca Deniz Seki'yi cezaevinde ziyaret etmek istedi ama başaramadı. O zaten boşanmayı da başaramadı, iki kadını mutlu etmeyi de.<br />
Uyuşturucu satmak ve kullananlara yer temin etmekle suçlanan Seki'nin günlüğü de artık emniyetin elindeydi. İddiaya göre, Deniz Seki ifadesinde de kokaine O.B'den ayrıldıktan sonra başladığını söylüyordu. Depresyon ve sürekli artan kiloları onu kokainle tanıştırmıştı.<br />
Seki'ye 218 gün kaldığı cezaevinde koğuş arkadaşları Hüsnü Şenlendirici'yi soruyordu. O ise evli ve çocuklu bir erkekle olmanın pişmanlığını dile getiriyordu. Ama gardiyan her 'ziyaretçin var' dediğinde onun gelmesini umut etmekten kendini alıkoyamıyordu.</div><div style="color: black; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><strong style="font-size: 1em; font-style: normal; font-weight: bold;">DEĞİŞMİŞ, ARINMIŞ DENİZ SEKİ</strong><br />
2 Şubat günü cezaevinden elinde Kur'an-ı Kerim'le çıktı, 'Değiştim, yepyeni, pırıl pırıl, gerçekten arınmış bir Deniz göreceksiniz' dedi. Hayatın ona çok şey öğrettiğini anlattı.<br />
Şimdi de sarı saçlarıyla karşımızda Deniz Seki. Sanki o değil gibi karşımızdaki. Kucağında köpeğiyle dolaşıyor. Onun da adını 'Aşk' koymuş. Duygu olan aşkla hesabını kapatmış, köpeği 'Aşk'la acısız olanını keşfetme derdinde. Eylülde yeni bir albüm çıkarmaya hazırlanıyor. Üstelik bir de kitap yazıyor. Aşka borcunu ödediğini düşünüyor, ama bir yandan da 'Bakalım o bana borcunu nasıl ödeyecek?' demeyi ihmal etmiyor. Ne diyelim, yolu açık olsun, bir de kendine dönsün. Güzelliğini hatırlasın. Saçlarını kızıl yapsın ya da sarı saçlarını tarasın. Ama mutlaka kendini hatırlasın, dileriz...</div><div><br />
</div>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-38258065523643547792011-10-23T08:56:00.001-07:002011-10-23T08:56:19.141-07:00BİANET KIRIK MATRUŞKA'YI YAZDI<span style="color: #aa3c3c; font-family: Arial, Helvetica, 'sans serif'; font-size: 18pt;"><b>Kırık Matruşka, Kırık Kadınların Romanı...</b></span><b></b><span style="font-family: Arial, Helvetica, 'sans serif'; font-size: 10pt;"><b><i></i></b></span><b><i></i></b><i></i><br />
<i><b><span style="font-family: Arial, Helvetica, 'sans serif'; font-size: 10pt;">Kırık Matruşka bir ilk kitap. İpek Özbey ilk romanında hayatları bir biçimde birbiriyle kesişen farklı kadınların hikayalerini anlatıyor. Çünkü o da "bazen narin bir kadın gibi düşünmek istiyor, onları gibi olmak; bazen bir serseri gibi davranmak...". </span></b></i><br />
<hr size="1" /><span style="font-family: Arial, Helvetica, 'sans serif'; font-size: 10pt;"><b><i>BİA Haber Merkezi<br />
02/06/2007 <a href="http://www.bianet.org/php/yazarlistex.php?yazar=Nil%C3%BCfer%20ZENG%C4%B0N" style="text-decoration: none;">Nilüfer ZENGİN</a></i></b></span><b><i></i></b><i></i><hr size="1" /><span style="font-family: Arial, Helvetica, 'sans serif'; font-size: 10pt;"><b>BİA (İstanbul) - </b><span style="font-family: Arial, Helvetica, 'sans serif'; font-size: 10pt;">İpek Özbey'in ilk kitabı "Kırık Matruşka" İstiklal Kitabevi'nden çıktı. Kırık Matruşka, Beyoğlu, Ankara, Irak ve Bodrum'da geçiyor. Farklı kadın karakterlerin hikayeleri yaşamın bir noktasında dokunaklı ve trajik bir biçimde buluşuyor. İçinde birden çok "kadın"ı barındıran Duru, taşıyıcı anne Zehra, Makbule, kürtaj... Romanı okurken içinizin burkulacağı konusunda şimdiden uyarayım...<br />
<img align="right" alt="" border="0" hspace="10" src="http://www.bianet.org/haberfoto/96984.jpg" vspace="10" /><br />
İpek Özbey 34 yaşında, gazeteci. Pekçok dergi, gazete ve televizyon kanalında çalıştı. Cumhuriyet Dergi için röportajlar yapıyor... "Kırık Matruşka" ilk kitabı.<br />
<br />
<span style="font-size: 10pt;"><b>-Kitapta farklı kadın hikayeleri var, baş karakter ise 30'lu yaşlarında, şehirli ve mutsuz kadın portesini bir yanıyla yansıtıyor... Bu şehirli, orta sınıf, hali vakti yerinde fakat "mutsuz" kadınlarla ilgili ne söyleyebilirsiniz? Nerden gelir nereye giderler?</b></span><br />
<br />
<span style="font-size: 11pt;"><b>30 yaşlarındaki kadınların kafaları karışık </b></span><br />
<br />
<span style="font-size: 10pt;"><b>İpek Özbey:</b></span> Bir kere kafalarının çok karışık olduğunu kendimden de yola çıkarak söyleyebilirim. Bu kafa karışıklığı çoğu kez bu "nereden gelir nereye gider"i netleştirmekte zorluk çıkarıyor.<br />
<br />
Bence her gün aynıdır aslında onlar için. Her gün aynı şeyi yaptıkları için belki, kafalarını karıştıracak hayal dünyalarına dalar ve kendilerinden başka kadınları yaratır, onları da kendilerine katarlar...<br />
<br />
<span style="font-size: 10pt;"><b>Sevgisizlik, bağlanma, şefkat, varolma, yokolma temaları arasında gidip geliyor kitap... Bir kadının varolma ve yokolma hikayesi gibi... Bu iki hal kadınların tarafından bakınca nasıl bir şey gibi görünüyor sizce?</b></span><br />
<br />
<span style="font-size: 11pt;"><b>"Birine bağımlılık insanın kendi varlığına hakaret" </b></span><br />
<br />
<span style="font-size: 10pt;"><b>İ.Ö:</b></span> Ben psikiyatr değilim, bunun bilimsel bir açıklamasını yapamam. Ancak, tamamı olmasa da kendi yaşadıklarımı da kattığım roman kişisinden yola çıkarak şunu söyleyebilirim: İnsan bağımlılığı diye bir şey var gerçekten. Bu bağımlılık türünü yaşayan kişiler tek başınalığı hiçlik sayıyorlar. Bağımlı olduğu kişiyi seçiyor, sanki o kendisine dokunmazsa teninin bir anlamı kalmıyor. O sevmezse kalbinin atmasına da gerek yok gibi. Ev onsuz boş, korkutucu...<br />
<br />
Tek başınalığına, varlığına hakaret ediyor. Ve varoluş işte orada yokoluş oluyor. Bunu kaçımız yaşıyoruz bunu da bilmek istiyorum aslında....Üstelik neden hayata karşı bu kadar yetersiziz...<br />
<br />
<span style="font-size: 10pt;"><b>Kürtaj meselesiyle ilgili ne düşünüyorsun? Kitaptaki kadın bunu çocuğunun hayatına müdahale etmiş olarak algılıyor ve yükünden kurtaramıyor kendini sanki..</b></span><br />
<br />
<span style="font-size: 10pt;"><b>İ.Ö:</b></span> Aslında çocuğunun hayatına son vermiş gibi algılıyor, çünkü bebek, istenmeyen bebek değil. Üstelik hamile kaldığını öğrendiğinde bunu çok istiyor. Sadece kendisini kontrol edemeyip, bebeğe iyi bakamayacağını düşündüğünde, aslında en çok da kendi hayatını, özgürlüklerini yitireceğinden korktuğu için kürtaj kararı veriyor. Ve bunu babaya söylemeden yaptığı için de vicdan azabı büyüyor.<br />
<br />
<span style="font-size: 11pt;"><b>"Bazılarının içi daha büyük oluyor, daha çok kişi sığdırıyorlar" </b></span><br />
<br />
<span style="font-size: 10pt;"><b>Peki bir insan neden "bir değil birçok kişi" olmak ister? Kitabın kahramanı Duru neden öyle istiyor?</b></span><br />
<br />
<span style="font-size: 10pt;"><b>İ.Ö:</b></span> Ben öyle biriyim. Hayat benim değişim hızıma yetişemiyor diye düşünürüm. Şaka tabii.. Ama gerçekten olmak istediğim o kadar çok şey var ki, yetişemiyorum. Yani kitaptaki kadın şapkaları gibi. Bazen narin bir kadın gibi düşünmek istiyorum, onları merak ediyorum, öyle olmanın hayatıma izdüşümlerini bekliyorum.<br />
<br />
Bazen bir serseri, bazen "duygusuz-muş" gibi davranabilmek. Yetmiyor işte insana bazen kendisi. Bazılarının içi daha büyük oluyor, daha çok kişiyi sığdırabileceğini zannediyor bedenine. Bilmem ki bir hastalık mı bu? (NZ) </span></span>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-89427747593015079032011-10-23T08:54:00.000-07:002011-10-23T08:54:18.851-07:00İZZET ÇAPA: KALABALIKLARDA GÖRÜNEN SADECE ELBİSELERİM<span class="Apple-style-span" style="color: #504c4c; font-family: Verdana, Tahoma; font-size: 11px;"><b><span class="Apple-style-span" style="font-weight: normal;"><b><img alt="Kalabaliklarda gorunen kismim sadece elbiselerim" height="257" pxz:uid="1230ae9be86-1" src="http://www.gocmenizm.com/haber/resimler/735.jpg" width="343" /></b></span></b></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="color: #504c4c; font-family: Verdana, Tahoma; font-size: 11px;"><b><br />
</b></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="color: #504c4c; font-family: Verdana, Tahoma; font-size: 11px;"><b><br />
</b></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="color: #504c4c; font-family: Verdana, Tahoma; font-size: 11px;"><b><br />
</b></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="color: #504c4c; font-family: Verdana, Tahoma; font-size: 11px;"><b><br />
</b></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="color: #504c4c; font-family: Verdana, Tahoma; font-size: 11px;"><b><br />
</b></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="color: #504c4c; font-family: Verdana, Tahoma; font-size: 11px;"><b><br />
</b></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="color: #504c4c; font-family: Verdana, Tahoma; font-size: 11px;"><b>Saat aksamuzeri 5. Lukus Sazda prova baslamis. Cihan Dogan, sahneye almis saz heyetini, nameleri inletiyor. Aman ne keyif, insanin cani oradan ayrilmak istemiyor. Izzet Çapanin eli ayagi Burak, duvara asili sapkadan tiz cikan sese, camda olusan bugudan, masa duzenine her seyle tek tek ilgileniyor. Roportaj talepleri icin gelen telefon konusmalari da cabasi. Insan nasil boyle yasar diye icimden geciriyorum, ama sonra Çapayi taniyinca vazgeciyorum, bu adamla baska turlusu olmaz zaten Fotograf cekimi icin herkes hazir, cicekci, tombalaci, kemanci, Lukus Saza dair ne varsa. Izzet Çapa geliyor. Enerjisi cok yuksek. Toplantim uzadi, gecikme icin kusura bakmayin diyor. Yaninda yoneticisi Mert Vidinli. Zaten arada dayanamayip roportaja giriyor. Hep girtlak girtlaga yasiyorlar. Basliyoruz sohbete... Belli cok kitap okuyor. Yasadigi her seyi, tecrube etmis birilerinin cumleleriyle bulusturunca benim icin daha anlamli oluyor. Belli, o cok agir yasiyor hayati ama bunu felsefesiyle renklendiriyor... Ben tanimadigim Izzet Çapayi tanidim, cok sevdim. Bakalim siz de sevecek misiniz<br />
<strong>Daha Limonata derken, ikinci mekan geldi, Lukus Saz... Toplamda kac mekan isletiyorsunuz<strong><br />
Bir yerde okumustum, Sayilarin hepsinin tek ozelligi vardir, daha az veya cok olmak. Sayilar bir hayaldir diyordu. Bana gelirsek... Ekonomi ve sayilarla ugrasan biri degilim. Yasamimin tumune bakarim. Hayata kafa tutan ve her seye ters gidebilen, kendini atesleyen biriyim. Bedenimdeki anarsist ruh buradan kaynaklaniyor.<br />
<br />
<strong>YIKMADAN YENI BIR SEY YAPMANIN IMKANI YOK<br />
Sizin gibi kac anarsist var bu ekipte Gordugunuz gibi ben sayilarla ilgileniyorum hala...<strong><br />
Buna soyle bir ornekle cevap vereyim. Kadin, butun gece eve gelmemis, ertesi sabah kocasina, gece bir arkadasinda kaldigini soylemis. Kocasi, karisinin en yakin on arkadasini aramis ve hicbiri karisinin kendisinde kaldigini onaylamamis. Buna karsilik adam, butun gece eve gelmemis ve ertesi sabah karisina, gece bir arkadasinda kaldigini soylemis. Karisi kocasinin en yakin 10 arkadasini arayinca 5i kocasinin kendisinde kaldigini onaylamis; diger 5 tanesi ise kocasinin hala kendisiyle birlikte oldugunu iddia etmis. Bu ornekten de anlasilacagi gibi sayilar degil takim ruhu onemli. Oncelikle felaket anlarinda bile ayni sogukkanliligi ortaya koyabilecek, bir o kadar zeki, cevik bir ekip.<br />
<strong>Hep yeni bir mekan acip, kendinize rakip oluyorsunuz. Bu bir isletmeciye nasil bir haz veriyor <strong><br />
Kimseye, kendime bile rakip degilim. Ben yikmadan yeni bir sey yapmanin imkani olmadigina inaniyorum. Var olanin uzerine yeni katlar cikarsiziniz ki, bu da kendinizi tekrardan baska bir sey degildir. Temeli yeniden atmaniz gerekir her seferinde... Kiyiyi gozden kaybetmeye cesaret edemedigi zaman insan okyanuslara acilmaya cesaret edemez. Bu lafi eglence hayatina indirgerseniz soyledigimi daha iyi anlatabilmis olurum. Ben limanlari yakip yeni okyanuslara aciliyorum<br />
<br />
<strong>BENDE GOÇEBE VE ÇINGENE RUHU VAR<br />
Sizi bir gun Mudo Conceptte gormustum. Takip ettim; o kadar hizli esya sectiniz ki inanamadim. Nasil yani dedim, bu adam hep boyle mi Siz bir seyi almak ya da yapmak icin ne kadar dusunursunuz<strong><br />
Ben biraz Annem koca ister, hem de bu gece ister aceleciliginde bir adamim. Bu yuzden karar vermemle, kapiyi acmam, birkac haftayi gecmez.<br />
<strong>Mekanlarinizin dekorasyonu genellikle avizeler, suslu koltuklar gibi carpici objelerden olusuyor. Ama bunlarin hicbiri goze batan bir sasaayi on plana cikarmiyor, yapmacik durmuyor. Bir sahicilik var... <strong><br />
Biraz da benim hayata bakisimin etkisi var. Japonlarda Sibumi diye bir kavram vardir. Bu, olagan gorunum altinda yatan gizli ustunlugu anlatir. Soyle ozetleyebiliriz... O kadar dogru bir soz ki cesaretle soylenmesine gerek yok. O kadar dokunakli bir olay ki guzel olmasina gerek yok. O kadar gercek ki sahici olmasina gerek yok...<br />
<strong>Bir kez de Joketa yan yana masalarda oturuyorduk. Yaninizda Ayse Ozyilmazel vardi. Kacip gidecegim buralardan dediginizi duydum, hem de oturur oturmaz. Hepimiz bu cumleyi kurariz da siz ortalama ne kadar zamanda bir kurarsiniz<strong><br />
Çingenenin malini esege yuklemisler dolmamis, keyfini deveye yuklemisler almamis diye bir laf vardir. Aslinda tam beni tarif eder. Bende gocebe ve cingene ruhu var. Her an her yere kacabilirim. Kazanilan paranin ayni gun icerisinde harcanmasi gerektigine inanan, onceki gunden kalan paraya bayat para diyen insanlardir cingeneler. Dogalari, onlari bizim icin saygin olan mertebelere dogru yonlendirmez. Onlar muzisyendir, sarkicidir, dansozdur, seyyar saticidir... Kendi ic muziklerini yasarlar. Devlet universitesinde okuyup da anarsistim diye ortalarda gezinenlerin aksine, nufus cuzdani bile olmadan yasayan sahici anarsisttir onlar. Kafani kaldirdiginda gokyuzunu goruyor musun; iste orasi senin memleketindir. Ozgur ruhum beni boylesine gocebelige itiyor...<br />
<br />
<strong>SEKERLI ZANNETTIGIN SUNI TATLANDIRICILI HAYATLAR...<br />
Bunca cevre, bunca is, bunca yenilik arasinda mutlu musunuz siz<strong><br />
Ben sasirtabildigim surece mutluyum. Ama sasirmayi basarmak da onemlidir. Mekanlarimin mudavimleri sasirmayi becerenler, orada tuhaf bir seyler oldugunu fark edenlerdir.<br />
<strong>Yani memnun musunuz hayatinizdan<strong><br />
Baska sansim var mi<br />
<strong>Koskoca Izzet Çapa, aslinda her zaman baska bir hayat vardir degil mi, memnun degilse tabii<strong><br />
Neye gore koskoca Izzet Çapa<br />
<strong>Bir dolu hayali gerceklestirme sansiniz yok mu<strong><br />
Bazen insanlar kalabaliklarin icinde yalnizdir. Baktigin yerden burasi bir film seti. Sekerli zannettigin seyler aslinda basinda gordugun suni tatlandiricili hayatlar. Bugun bir kitap adi gordum, cok sevdim, Felsefe Yenmez Ama Tadina Bakilabilir diye. Bizim hayatlarimiz yenir yutulur hayatlar degil ama tadina bakilabilir, aliskanlik yapmaz.<br />
<strong>Baska bir hayat sansiniz olsaydi nasil olurdu<strong><br />
Hic dusunmedim ki. Ben memnunum herhalde bu med cezirden.<br />
<strong>Romantik misiniz<strong><br />
Degilim. Icimde romantik olabilirim. Disarida olmadim, beraber oldugum insanlar oyle diyor.<br />
<strong>Niye ket vurup, romantikligi icinizde yasiyorsunuz ki Gorunmeyen duvarlarinizmi var<strong><br />
Hem de nasil... O kalabalikta yasar gorunurum ama gercek cevrem cok dardir ve dediginiz gibi gorunmez duvarla cevirilidir. Kapali bir kutu gibiyim. Benim kalabaliklarda gorunen kismim sadece elbiselerimdir. Kalabalik icinde bir insan dusunun, bir an geliyor, her tarafinin aynalarla cevrilmis oldugunu fark ediyor. Nereye baksa kendisi... Bu yuzden kendi kalabaligimi kendim yaratiyorum ve ozel hayatimda bir kafesin icine kilitliyorum kendimi.<br />
<strong>Insan hayatindaki tuglalari kendi mi orer<strong><br />
Hicbir zaman isteyerek ormez. Hayat ona ordurur. Bir kirilmislik vardir. Yukselenim Yengec burcu. Yengecler istakoz ailesinden. Onlar kabuk degistirerek guclerini korurlar. Guclerini korurlarken de okyanusun tuzlu sulari onlara hep aci verir. Aciyla olgunlasirlar. Onun etkisi olabilir bendeki...<br />
<strong>O tuglalari ne ordurdu size<strong><br />
Aslinda yeni hayat felsefemde tuglalar yok. Çok hosuma gitti. Bunu kizdigim zaman dun Merte soyledim. Dedim ki; Suyun temizi akip gidendir, eger bir yerde takilip kalirsa, bu ister askin olsun, ister elemanin, ister mekanin olsun, kirlenir. Onun akip gitmesine izin vermelisin. Olgunlasmis meyve hicbir zaman dalda durmayacagi gibi.<br />
<br />
<strong>ASIRILIK HARIKADIR<br />
Romali Perihani yillar sonra sahneye cikarmayi akil ediyorsunuz ornegin. Nasil calisiyor sizin kafaniz<strong><br />
Romali Perihan bana hep Fellini filmlerini hatirlatir... Zaten onlardan birinde de oynamis galiba. Fellininin benim hayatimda cok onemli bir yeri vardir. Nedense bana ailemi hatirlatir filmleri. Yaraticiligi sinir tanimayan bir insan. Bir de insan iliskileri muthismis. Unlu La Dolce Vita filmi icin oyuncu secerken, Marcello Mastorianni ile hic tanismiyorlar. Rolu ona teklif edecek. Bulusmuslar, Marcello sormus Neden bu rol icin beni istiyorsun Demis ki Fellini Çok siradan, kisiliksiz, ifadesiz, bir yuze ihtiyacim oldugu icin seni aradim.<br />
<strong>Muthis Marcello kalkip gitmistir herhalde...<strong><br />
Tam aksine, Mastorianni Bana bu rolu nasil gordugunu anlat diyor. Fellini de ona cok kalin bir cilt senaryo veriyor. Ama cildin butun sayfalari bos. Sadece on sayfaya bir resim cizmis. Bir adam okyanusun ortasinda tek basina bir kayikta oturuyor, etrafinda cok guzel denizkizlarinin yuzdugu dibe kadar uzanan bir penisi var... Marcello resmi inceliyor, Çok ilginc bir rol. Kabul ediyorum diyor. Iste ben boyle zekice iliskilere, anlasmalara hayranim. Kafamin nasil calistigina gelince... Aslinda ters calisiyor diyelim...<br />
Mert Vidinli: Çapamarka Creative Director Ben ters calisiyor lafina karsiyim. Izzet Beyin sira disiligina bir ornek de ben vereyim. Gecenlerde Izzet Bey ile Amerikadan businessclassta donerken, unlu, zengin metroseksuellerin, botokslu yuzleri, sik takim elbiseleriyle doldurdugu ucakta, Izzet Bey uc gunluk sakali ve esofmani ile kuruldu koltuguna. Bunu farkli gorunmek icin yapmiyor. Bir ornek de kendimden vereyim... Dusunsenize bana Seninle hic kimse uc ay birlikte calismaz dedi... Izzet Bey uc yildir neden calisiyorsunuz dedim karsilik olarak. Boyle bir insan iste... Kimsenin uc ay bile calismayacagini soyledigi bir insanla uc yildir birlikte.<br />
<strong>Izzet Çapa:<strong> Her filmde bir konuk oyuncu mutlaka vardir iste roportajimizin konuk sanatcisi Sevgili Mert... Her yerden cikar, huyu bu... Ben Nasrettin Hoca misali esege ters biniyorum aslinda... Hocanin esege ters bindigi bilinir ama nedeni pek bilinmez... Esegini getirirler Hocaya; esege ters binince merak edip sorarlar. O yanit benim yasam felsefeme cok yakindir. Eger duz binip onunuze gecseydim, siz arkada kalacaktiniz. Siz one gecseydiniz, bu defa ben arkada kalmis olacaktim. Boyle ters binince size arkami donmemis oluyorum... Ama hoca yine onde gitmektedir, sadece pesinden gelenlerin yuzlerini gorur...<br />
<strong>Yani ben esege ters binsem bile onden gidenim diyorsunuz...<strong><br />
Ben aslinda sunu anlatmaya calisiyorum. Ilimli olmak, kendini yeterli hissetmek siradan bir yemek kadar kotudur. Ama asirilik, basli basina harika bir seydir.<br />
<br />
<strong>YASADISI YEMEGIN ADRESI SUPERMARKET OLACAK<br />
Rakidan nefret eden meyhaneci nasil oluyor <strong><br />
Annemle babam ayrildiktan sonra asktan olsa gerek babam her gece 2 kadeh raki icer, keyifle huznu bir ederdi. Bizim ev, tam bir meyhane haline gelmisti. Donemin en unlu saz ustatlari Metin Bukeyler, Mustafa Kandiralilar gelir sabaha kadar fasil yapilirdi. Iste o gunlerden kalma bir icguduyle nefret ettim rakidan. Ama Lukus Saz, sadece raki, fasil ve meyhane kavramlarinin toplami degil. Çok farkli bir eglence anlayisi var. Ayni babamin huznu ve mutlulugu gibi.<br />
<strong>Anneannenizi de mutfaga sokmussunuz o nasil oldu<strong><br />
Anneannem Selma Hanim, Turk mutfaginin ilk duayenlerinden biri olan Ekrem Muhittin Yegenin kardesidir. Dayim Ekrem Muhittin, Cumhuriyet tarihinin ilk yemek ustasiydi. Bir nesil onun yemek tarifleriyle buyudu, onun kitaplarindan gorgu kurallarini ogrendi. Anneannem simdi 85 yasinda, allem edip kalem edip kandirdim ve Ekrem Beyin gizli kalmis, gun isigina cikmamis meze tarifleri icin Lukus Sazin mutfagina girdi. Tabii elindeki bu formulleri Çapamarkanin mutfaginin yaraticilari ve ortaklari GaziBilal Ates kardeslerle paylasti.<br />
<strong>Hedef ne<strong><br />
Iki buyuk idealim var. Bana gore yapmam gereken iki proje bunlar. Biri belki son yillarin en manyak projesi. The Sofa Hotelde herkesin odeyecegi bir luks satacagiz. Turkiyenin en luks mekaninda yasadisi yemek yemeyi ozendirecegiz.<br />
<strong>Yasadisi yemek de neyin nesi<strong><br />
Yakinda gorursunuz. Yasadisi yemek kulturunu getiriyoruz. Adi Supermarket. Bir de alkolsuz mekan acmak istiyorum. Altini cizmek istiyorum; bunun AK Partiyle, siyasetle ilgisi yok. Bu, sunun icin yapilacak: Ailelerin ve cocuklarin gidebilecegi bir yer. 14 yasinda cocuklar yalnizca hamburger yemek zorunda degil.<br />
<br />
<strong>TURIZM BAKANI OLAMAM AMA...<strong><br />
<strong>Evdeki duvarlara tek yol devrim yazan bir cocuk buyuyup de Izzet Çapa olunca devrimden ne anlamaya basladi Bugun Turkiyenin siyasi hayatinda bir devrim yapmak istese nereden baslardi<strong><br />
Siyasi bir devrim yapmak benim harcim degil... Ama dusuncede devrim yapmak konusunda hep suna inandim: Yaraticilik devrimin anasidir. O kadar onemlidir ki benim icin bazen kesiflerin bile onune gecer. Mesela Amerigo Vespuci, Amerikayi bulmasa nasilsa biri gider bulurdu sonunda. Ama, Leonardo Da Vinci olmasa, Mona Lisa ebediyen olmazdi. Benim icin gercek devrim yaraticilik. <br />
<strong>Ben hep sunu dusunurum. Basbakan olsam, Izzet Çapayi Turizm Bakani yapardim... <strong><br />
Kimse beni ahkam kesen adam olarak algilamasin. Çunku biliyorsunuz Turkiyede en kolay yapilan sey kahvehanelerde futbol takimi kurmak, restoranlarda hukumet kurup indirmektir. Herkes bakan olsa ne yapabilecegini aciklar. Benimki oyle bir sey degil. Ama boyle buyuk bir ulkede metropollerin ayri turizm bakanlari olmasi gerektigini dusunurum. Turizm bakani olmaz benden ama oralarda atis yapilabilecek bazi noktalarda yardimi istenebilecek biriyim. 2010 projesi icin goreve cagrilmayi bekledim mi, bekledim. Beni dusunmelerini beklerdim. Eger Conde Nast Traveller Istanbulun ruya takimina beni secmisse 2010un sehrinde benim olmamam, bilmem ki tercih meselesidir herhalde.<br />
<br />
<strong>IPEK OZBEY<br />
<a href"mailto:ipek.ozbey@aksam.com.tr"="" href="">ipek.ozbey@aksam.com.tr</a></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></strong></b></span>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-12340603927404300772011-10-23T08:52:00.000-07:002011-10-23T08:52:25.753-07:00HİLMİ YAVUZ: NİŞANTAŞI DA ÇARŞAMBA GİBİ GETTO<h3 class="Baslik" style="color: #ff5a00; font-family: 'Times New Roman', Times, serif; font-size: 15px; font-weight: bold; padding-top: 20px;"><table cellpadding="5" cellspacing="0" style="color: #363636; font-family: Tahoma, Geneva, sans-serif; font-size: 11px; font-weight: normal;"><tbody>
<tr><td style="vertical-align: top;"><img class="IcerikHaber_Foto" id="ctl00_ContentPlaceHolder1_ctl00_imgResim" src="http://www.liberalses.com/nisantasi-da-carsamba-gibi-bir-getto_201092774813845.jpg!!400x200.aspx" style="border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-top-width: 0px;" /></td><td style="vertical-align: top;"><span class="Apple-style-span" style="font-size: small;"><br />
</span></td></tr>
</tbody></table></h3><div class="Icerikhaber_Ozet" style="color: #363636; font-family: Tahoma, Geneva, sans-serif; font-size: 11px; font-weight: bold; padding-bottom: 20px; padding-top: 10px;"><span id="ctl00_ContentPlaceHolder1_ctl00_Ozet">Tophane'deki galeri baskınıyla tartışılmaya başlayan "kutuplaşma" tartışmasına yazar Hilmi Yavuz da katıldı. Nişantaşı'nın da bir getto olduğunu savunan Yavuz'a göre, 'Kutuplaşma yok farklı yaşam tarzları var'</span></div><div class="Icerikhaber_Icerik" style="color: #363636; font-family: Tahoma, Geneva, sans-serif; font-size: 11px;"><span id="ctl00_ContentPlaceHolder1_ctl00_Metin"><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><span style="color: red;"><strong>Röportaj: İpek Özbey / AKŞAM</strong></span></span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;">Başbakan'ın 'Biz bu değiliz' demek için Avrupa'ya fotoğraf albümüyle gittiğini açıklamasının ardından yazar Hilmi Yavuz değişimi değerlendirdi. Yavuz, Çarşamba semtinin 50 yıl önce muhafazakar şimdi ise mutaassıp olduğunu söyledi. Sadece Çarşamba değil, Nişantaşı'nın da bir getto olduğunu savunan Yavuz, 'Kutuplaşma yok farklı yaşam tarzları var' dedi</span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;">Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, önceki gün medyanın temsilcileriyle yaptığı toplantıda Fatih'in Çarşamba semtinden yola çıkarak Tophane'yle devam etti. 'Batı'ya 'biz buyuz' demekte zorlandığını söyleyen Erdoğan, bunun için İstanbul fotoğraflarından oluşan bir albümle Avrupa'ya gittiklerini açıkladı. Peki aslında biz kimiz? Bu fotoğraflardaki İstanbul, eski İstanbul'la ne kadar benziyor. Ne değişti? Şair, yazar ve felsefeci Hilmi Yavuz ile konuştuk.</span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><strong>- Başbakan Batı'ya bu fotoğrafları gösteremediğini söyledi. Bu fotoğraflar Türkiye adına nasıl bir çelişki yaratıyor?</strong>Önce meseleye bana sorarsanız kavramsal açıklık getirmek gerekiyor. Bu fotoğraflar bir çelişki oluşturmuyor. Çelişki, tanımı gereği farklı bir şeydir. Ama bu bir farklılıktır. Her farklılık, zorunlu olarak bir çelişkiyi içermez. Mesela siyahla beyazı bir farklılığı dile getirmek için kullanırız ya mecaz olarak. Bunlar bir çelişki değildir. Çelişki olabilmesi için, 'siyah' ve 'siyah değil' olması gerekir. Dolayısıyla bu konuda hüküm vermeye kalkanların, kavramsal farklılıklara özellikle dikkat etmesi gerekir. Bu bir farklılık, bir çelişki değil.</span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><strong>- Bu farklılık dediğinizi nasıl okumalıyız?</strong>Farklılık tamamen İstanbul'un, hem geleneksel hem de modern bir şehir olma kimliğinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla dünyanın tüm hem geleneksel hem de modern olan kentlerinde bu türlü farklılıkların olması son derece anlaşılabilir ve kaçınılmazdır. O yüzden meseleye böyle bakıldığında seçilen veya öne çıkarılan farklılığın ideolojik olduğunu söylememiz gerekiyor. Yani siz örneğin İstanbul'un Tophanesi'ni ya da Fatih'in Çarşamba'sını özel olarak fotoğraflayıp, 'İstanbul budur' diye, o farklı parçayı bütünün yerine koyarak sunarsanız, bu yaklaşımınız ideolojik bir yaklaşımdır.</span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><strong>- Avrupa'nın bizimle ilgili kafa karışıklığı AKP iktidarına özgü bir şey olmasa gerek..</strong>Değil, daha önce de Türkiye'de örneğin yabancı turistlerin köprü üzerinde sırt hamallarının fotoğraflarını çekmeleri ve sanki Türkiye'deki yaşam biçiminin bütünüyle bu tür yoksulluk, umarsızlık gibi bir takım insanlık durumlarıyla karşı karşıya olduğunu göstermek gibi bir çabaları vardı. Biz o zaman da buna bozuluyorduk doğrusunu söylemek gerekirse. Ama buna yabancıların bize atfettikleri bir tür oryantalizm yaklaşımı olarak bakıyorduk. Onlar bizi nasıl görmek istiyordu? Türkler yoksul, geri, cahil, bunlardan olsa olsa sırt hamalı olur gibi bir ideolojik bakış açısını somutladığı için o fotoğraflara hiç şüphesiz kızıyorduk. Ama şimdi artık dışarıdan gelmiyor bu. Başbakan'ın eleştirdiği şey Çarşamba ya da Tophane'deki gibi fotoğrafların bizzat içeriden Türk medyası tarafından öne sürülmüş olmasıdır.</span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><strong>- Bu da yeni bir şey değil ama. Yani Çarşamba fotoğrafları Türkiye'de sadece AKP döneminde çekilmedi ki, öyle değil mi?</strong>Bu meseleye dışarıdan bakanlarla içeriden bakanlar arasında kategorik bir farklılık var. Dışarıdan bakanlara biz 'oryantalist' diyoruz ama şimdi böyle bakanlar, Türkiye'yi böyle göstermek istiyorlarsa eğer o zaman onlara da 'yerli oryantalistler' dememiz lazım. Ama asıl önemli fark, bu tür ideolojik yaklaşımların belli amaçlarla özellikle Ak Parti'ye karşı kullanılıyor olmasıdır. Turistler bunu herhangi bir siyasi partiye karşı kullanmıyorlardı. Köprü üzerindeki sırt hamalının fotoğrafını çekmek o dönemin iktidarına ya da Türkiye'deki siyasal bir tavra karşı olmak gibi bir anlamı içermiyordu. Başbakan'ın şikayetinin nedeni budur ve yerden göğe kadar da haklıdır. Yaşam tarzlarından birini, ötekine karşı değer düşürücü ya da değer yüceltici diye ifade etmek ideolojiktir.</span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><strong>ESKİDEN DAYATMA YOKTU</strong></span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><strong>- Peki bu fotoğrafların, yaşanan kutuplaşmadaki payı nedir?</strong>Böyle bir kutuplaşma söz konusu değil. İki farklı yaşam tarzı var. Bunu neden kutup olarak alıyoruz. Bu terimler beni rahatsız ediyor. Mini etek giyen bir genç kızımızla, başı kapalı bir genç kızımız arasındaki farklılık ya da karşıtlık niçin bir kutuplaşma olsun. Neden tek taraflı bakıyoruz üstelik. Tesettürlü mayoyla denize girmeye kalkan bir öğretmenin, oradaki mayolu hanımlar tarafından tartaklanması olayı var. Bunu büyütmüyor medya. 'Görüyor musunuz, laikçiler Türkiye'deki Müslümanları tasfiye etmeye kalkıyorlar' demiyor kimse. Ama tersi söz konusu olduğu zaman, 'Bunlar ulusalcıları, laikleri yok etmeye çalışıyorlar' deniyor. Neden bu tür olaylar AK Parti'yle ilişkilendiriliyor.</span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><strong>- Demek bir korku var, değil mi?</strong>Ben bu yaz Bodrum'daydım. Yıllardır Yahşi Adası'na giderim. Referandum öncesin maruz bırakıldığım mahalle baskısını söylesem şaşarsınız.</span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><strong>- Anlatır mısınız?</strong>Oradaki insanların tümü genellikle 'Beyaz Türk' diye adlandırılan insanlardır. Bunlar okumuş, yazmıştır. Ama önyargılarında 'Türkiye elden gidiyor' yorumlarının yer aldığı medyanın çok büyük payı var. Şöyle konuşmalar oluyor: 'Bu Tayyip'in ipini ben çekeceğim' diyor biri. Bir başkası şöyle diyor, duydum, yaşadım, 'Biz bunlardan kurtulamayacağız. İsrail, bunları tasfiye edecek.' Bunlar göz ardı edilip, Tophane öne çıkarılırsa, burada bir tuhaflık yok mu sizce de?</span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><strong>- 1950'li yıllardaki İstanbul ile bugünkü İstanbul arasında ne fark var bu bağlamda? O zaman da tesettürlü bir kadınla modern bir kadın aynı fotoğrafta yer alıyor muydu, böyle anlayabilir miyiz?</strong>Tamamıyla. 1950'lilerde Fatih'te oturuyorduk. Muhafazakar bir semtti. Ama ne örtülülerin ne de açıkların birbirlerine dayatmaları söz konusu değildi.</span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><strong>- Peki Başbakan, medya toplantısında Çarşamba örneğinden yola çıktı. Siz eski bir Fatih'lisiniz madem. 1950'deki Çarşamba'yla bugünkü arasındaki fark nedir? </strong>O günkü Çarşamba'da yaşayan insanlar muhafazakardı, mutaassıp değillerdi. Şimdi mesele mutaassıblığa dönüştü.</span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><strong>- Muhafazakar kim, mutaassıp kim?</strong>Muhafazakar adı üzerinde, belli şeyleri muhafaza etmek ve onların yeniden üretilmesine, yaşama geçirilmesine katkıda bulunmak ve bu düşünceleri hayata geçirmekle kendini görevli saymaktır. Mutaassıp ise bunların hayata geçirilmesinin yanı sıra sadece kendilerinin yaşam biçimi değil, herkesin yaşam biçimi olması gerektiğini düşünenlerdir.</span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><strong>- Bu geçiş ne zaman oldu?</strong>Tahminen 70'lerden sonra. Göçlerle ilgili olduğunu düşünmek mümkün olabilir. Anadolu insanı özellikle dinsel anlamda muhafazakarlıktan çok mutaassıp olmaya yatkın. Dolayısıyla küçük gettolar oluştu. Çarşamba'da olduğu gibi örneğin Tophane'de de oldu. Aynı gettolaşmayı Nişantaşı için de söyleyebilirim.</span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><strong>- Nasıl yani, Nişantaşı ne anlamda gettolaşıyor?</strong>Orada da mutaassıplar var çünkü. Bu sadece Müslüman kimliğini öne çıkarmış insanlara özgü bir şey değil. Mutaassıp laikler de var Türkiye'de. Herkesin kendi gibi yaşamasını isteyen, başörtüsünü kafasından çekiştiren kadınlar da var.</span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><strong>- Çarşamba üzerinden yürümeye devam edersek, oradakiler mutaassıplığı nasıl yaşıyor?</strong>Diyelim ki bir cemaat oluştu. 'Biz burada bu yaşam tarzını koruyalım. Ve bu yaşam tarzının dışında kimsenin buraya girmesine izin vermeyelim' düşüncesi hakim.</span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><strong>- O zaman fotoğraflar doğru söylüyor, değil mi?</strong>Ama ben diyorum ki, bu gettolaşma bu kadar belirgin görünmese de Nişantaşı'nda da var. Onu neden görmüyoruz. Tek taraflı bakmamak gerekiyor.</span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><strong>- Nişantaşı'nın yıllar öncesine gidelim. O zamanlar da başı örtülü kişiler yaşıyordu Nişantaşı'nda. </strong>Onlar Nişantaşı'ndan el etek çekmeye başladılar diye düşünüyorum. Kısmen o çevreyi biliyorum, bir tek baş örtülü kadına rastladığımı söyleyemem. Mutaassıp Çarşambalılar gibi değil, ince bir taassupla meseleye bakıyorlar. İstanbul hem modern, hem geleneksel bir şehirdir. Dolayısıyla hem modern hem geleneksel yaşam tarzını sürdürmek isteyen insanların mekanıdır burası.</span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><strong>- Siz kutuplaşma kelimesini sevmiyorsunuz. Ama bu sorunun üstesinden gelmenin yolu nedir?</strong>Reçete şudur aslında. Bu tür aşırılıkları, meseleyi ideolojik olarak ele alıp aşırıya taşımayı abartmamak ve bunu kınamak gerekir.</span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><strong>TÜRBAN SİMGE Mİ DEĞİL Mİ?</strong></span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><strong>- Bu fotoğraf dün İstanbul'da çekildi. Bu fotoğrafı nasıl okursunuz?</strong>Çok anlaşılabilir bir fotoğraf. Neden bu fotoğraf bizi şaşırtıyor. </span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><strong>- Eski İstanbul'da da bu fotoğraflar var mıydı?</strong>Eski İstanbul'da da böyle fotoğraflar vardı. Ama tesettüre gelince formel bir şekil almamıştı. Benim annem sokağa çıktığı zaman başını yarı örterek çıkardı. Saçlarının bir bölümü görülürdü.</span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span style="font-size: larger;"><span style="font-family: Arial;"><strong>- Beyaz Türkler bu kadarına tahammül edebiliyordu yani. İşi karaçarşaf mı bozdu yoksa türbanın siyasallaşması mı?</strong>Burada da kavramları yerli yerinde kullanmak gerekiyor. Mesela türban deniyor ki türban 'siyasal İslam'ın simgesidir. Bunun bir simge olduğunu öne sürebilmek için bu simgenin tanımı gerekir. Çünkü simgede bir nedensellik vardır. Haç Hıristiyanlığın simgesidir. Neden çünkü İsa çarmıha gerilmiştir, o yüzden seçilmiştir. Nedenli bir ilişkidir. Var mı türbanla bir nedensellik. İkincisi, mademki bunları laikliğin tehlikesi olarak görüyorsunuz o zaman taksınlar. Hitler Yahudilerin kamusal alana çıktıkları zaman kollarına pazuband taktırmıştır. Davut'un yıldızı vardır o pazıband'ın üzerinde. Yapılan işin hiçbir referansı yok. 'Ağzı olan konuşuyor' derler ya, aynen öyle. Medyamız bunlardan birinci derecede sorumludur.</span></span></div><div style="clear: both; margin-top: 0px; padding-top: 0px;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: Arial; font-size: small;"><span class="Apple-style-span" style="font-size: 13px;"><br />
</span></span></div></span></div>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-13936240932626202722011-10-23T08:49:00.001-07:002011-10-23T08:49:28.086-07:00ENVER AYSEVER: CHP YÜZÜNCÜ YIL MARŞINI BESTELEMELİDİR<h1 style="color: black; font-family: Verdana, Geneva, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 22px; font-weight: bold; font: normal normal normal 4em/normal 'normal Georgia', Verdana, Times, serif; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 10px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">CHP, Başbakan’ı işgal kuvvetleri komutanı olarak görmekten vazgeçmeli’</h1><div id="habericidetay" style="color: #383838; float: left; font-family: Verdana, Geneva, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12px; height: auto; line-height: 20px; overflow-x: hidden; overflow-y: hidden; padding-bottom: 10px; text-align: justify; width: 586px;"><span class="px11_grey" style="color: #8f8f8f; font-size: 11px;"><span class="Apple-style-span" style="color: #383838; font-size: 12px;"><br />
<img align="left" alt="’CHP, Başbakan’ı işgal kuvvetleri komutanı olarak görmekten vazgeçmeli’" border="0" src="http://www.focushaber.com/icerik_foto/haber_foto/detay/enver-8071.jpg" style="border-bottom-style: none; border-color: initial; border-left-style: none; border-right-style: none; border-top-style: none; border-width: initial;" width="300" /></span>03 Ekim 2010 Pazar, 08:27:53</span></div><div id="habericidetay" style="color: #383838; float: left; font-family: Verdana, Geneva, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12px; height: auto; line-height: 20px; overflow-x: hidden; overflow-y: hidden; padding-bottom: 10px; text-align: justify; width: 586px;"><div id="habericiresim" style="float: left; height: auto; padding-right: 10px; padding-top: 17px; width: 300px;"><br class="temizle" style="clear: both;" /><div id="alt_300_110_alt" style="color: black; font-size: 20px; height: auto; margin-bottom: 10px; padding-top: 10px; text-align: center; vertical-align: middle; width: 300px;"><ins style="border-bottom-style: none; border-color: initial; border-left-style: none; border-right-style: none; border-top-style: none; border-width: initial; display: inline-table; height: 60px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; position: relative; visibility: visible; width: 234px;"><ins id="aswift_0_anchor" style="border-bottom-style: none; border-color: initial; border-left-style: none; border-right-style: none; border-top-style: none; border-width: initial; display: block; height: 60px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; position: relative; visibility: visible; width: 234px;"><iframe allowtransparency="true" frameborder="0" height="60" hspace="0" id="aswift_0" marginheight="0" marginwidth="0" name="aswift_0" scrolling="no" style="left: 0px; position: absolute; top: 0px;" vspace="0" width="234"></iframe></ins></ins></div></div><div id="divAdnetKeyword"><span class="haber_detay_yazi"><div style="padding-bottom: 5px;">Enver Aysever Akşam gazetesinde İpek Özbey'e verdiği röportajda çarpıcı tespitlerini dile getirdi.</div><div style="padding-bottom: 5px;">CHP'nin yeni yüzü yazar Enver Aysever ile röportaj yaptıktan sonra manşete karar vermekte zorlandım. Çünkü Aysever aslında CHP'de değişimi simgeleyen pek çok başlık verdi. 'Rakel Dink özgür değilse biz de özgür değiliz' diye ezber bozmakla kalmadı, sabahları okullarda ant içtirmeye karşı olduğunu da söyledi. Aysever, milliyetçilikten uzaklaştıkça büyüyeceğini düşündüğü CHP'nin yoluna 10'uncu değil 100'üncü yıl marşını besteleyerek devam etmesi gerektiği görüşünde.</div><div style="padding-bottom: 5px;">Yıllardır kitaplar yazıyor. Edebiyat ödülleri alıyor, televizyonda tartışma programlarına imza atıyor Enver Aysever. Şimdi Kemal Kılıçdaroğlu'yla birlikte yürüyor. Ona inanıyor, kendi kafasındaki 'enternasyonal sol'un Türkiye'de Kılıçdaroğlu'yla hayata geçirileceğini düşünüyor. CHP Parti Meclisi üyesi Aysever, röportajında CHP'lilerden duymaya alışık olmadığımız cümleler kurdu. Aysever'le CHP'ye katılma nedenlerini, nasıl bir CHP düşlediğini konuştuk.</div><div style="padding-bottom: 5px;"><br />
<strong>- Önce Türkiye'de merkez sağ ve merkez sol konuşulmaya başlandı. 'Sol' kısmını konuşalım istiyorum...</strong><br />
Sol üçe ayrıldı. Biri, dünyadaki iktisadi saldırı karşısında milliyetçileşti ve bunun adı ulusalcılık oldu.</div><div style="padding-bottom: 5px;"><strong>- Bunun Türkiye'deki karşılığı kim?</strong><br />
Sosyal Demokrat Halkçı Parti'den sonra Cumhuriyet Halk Partisi. Ama CHP, yine de kitle partisi olması nedeniyle farklılıkları içinde barındırdı. İdeolojik ve üst yönetim olarak, yani Deniz Baykal, Onur Öymen, Mustafa Özyürek çizgisi Türk-laik ve homojen bir yapıyı tarif etti. Bunun da her seçimde yüzde 20'yi geçemeyeceği görüldü. Bence burada ciddi bir ideolojik sorun var. İkinci grup, 'liberal sol' denen aslında basbayağı soldan vazgeçip, küreselleşmeyle savrulanlar. Üçüncüsü ise benim kendimi içinde saydığım halen Türkiye'de karşılığı neredeyse hiç olmamış olan 'enternasyonal sol.' Bu üçe bölünmüşlük aslında Türkiye'nin zihin haritasının entelijansiyasını kurdu. AKP'yi, bu soldan devşirme liberaller dilsizlikten bir dile taşıdı.</div><div style="padding-bottom: 5px;"><strong>CHP, MÜZAKERECİ KİMLİK KAZANMALI</strong></div><div style="padding-bottom: 5px;"><strong>- Kılıçdaroğlu'ndan ne bekliyorsunuz?</strong><br />
Bence şunu yapmalı. En azından ben şunun için buradayım. Kılıçdaroğlu'ndan beklediğimiz cumhuriyetçi partiden sosyal demokrat partiye dönüşmüş CHP'yi Batı tipi özgürlük talep eden bir sosyal demokrat parti yapması. Yani sadece sınıfsal değil, bireyin de ön planda olduğu dil, din, inanç özgürlüklerini de savunan, anayasal dengeye bağlayan, yerel yönetimleri güçlendiren, örgütlü toplumu talep eden bir CHP...</div><div style="padding-bottom: 5px;"><strong>- Başbakan ve Kılıçdaroğlu çok özlenen bir fotoğraf verdi. Artık CHP eskisi gibi hırçın muhalefet yapmayacak diyebilir miyiz? Yani taşın altına elini koyan bir parti olacak mı?</strong><br />
CHP'nin artık onuncu yıl marşıyla alabileceği bir yol yoktur. CHP, Kemal Bey'in kişiliğinde yüzüncü yıl marşını bestelemeye talip olmalıdır. Oradaki yeni toplumsal armoniyi gören bir parti olmalıdır.</div><div style="padding-bottom: 5px;"><strong>- Yüzüncü yıl marşında ne olmalı?</strong><br />
Bir kere CHP'nin hiçbir müzakereden kaçmayan, yani hem AB ile hem Erdoğan'la, hem BDP ile her alanda müzakere eden, masada olan, olduğunda da kendi fikirlerini ısrarla savunan, ama hak verdiği yerde, 'Haklısınız, biz de elimizi taşın altına koyuyoruz' diyebilecek gerçek Batı tipi bir müzakereci kimlik kazanmalıdır. Hep ben haklı olamam, siyaset böyle bir şey değil. Haklılığınızı savunan ama ikna olmaya hazır bir duruş sergilemelisiniz. Bu müzakereye açık yapı, zaten Kılıçdaroğlu'nun kimliğinde var.</div><div style="padding-bottom: 5px;"><strong>KALEMLE SİLAH ARASINDA KALEMİN TARAFINDAYIM</strong></div><div style="padding-bottom: 5px;"><strong>- Yakın geçmişe bakarsak, CHP nerede yanlış yaptı?</strong><br />
Eğer Hrant Dink özgür değilse, Türkiye'de hiç kimse özgür değildir. CHP, artık bunu savunmalıdır. Ben isterdim ki Deniz Baykal, 'Hepimiz Ermeniyiz' diyen grubun en önünde yürüyen kişi olsaydı. Rakel Dink onun koluna girseydi, sistemin değil, demokrasinin teminatı olarak onu görseydi. Elif Şafak ile Orhan Pamuk'a 301. maddeden dolayı yumurta atanların tarafında duran CHP'nin aslında Türkiye'de olmasının da bir anlamı yoktur. Elif Şafak ve Orhan Pamuk'a göğsünü siper eden bir CHP'ye ihtiyaç vardır. Benim gibi düşünmesine gerek yok. Ama kalemle silah arasındaki ilişkide ben kalemin tarafındayım. Yani ben Kemal Kerinçsiz'in temsil ettiği hukuk değerlerinin yanında değilim. CHP'nin de bu tarifi yapması lazım. CHP, milliyetçilikten uzaklaştıkça büyür.</div><div style="padding-bottom: 5px;"><br />
<strong>- Bu süreçte Kemal Kılıçdaroğlu olsaydı, CHP bu duruşu sergilemez miydi? Sonuçta bir de etkin kadrolar var ki, hala CHP içinde hakimiyetini sürdürüyor...</strong><br />
Böyle olmazdı. Algı yönetimi diye bir şey var. Nihayetinde algı yönetimi genel başkanın tutumuyla şekillenir. Genel başkanın yaptığı, kamuoyunu dönüştürecek bir tutum olarak algılanır. Bakın başka bir sorun daha var. 'Ne mutlu Türküm diyene' meselesi... Mustafa Kemal'in bunu dile getirdiği dönemde devrimci bir söylemdi. Çünkü dünyada ırkçılığın yürüdüğü bir ortamda 'Ne mutlu Türk doğana' diyebilirdi. Öyle demedi, 'Ne mutlu Türküm diyene' diyerek buradan bir millet yarattı. Bunu ilerici bir adım olarak görmek gerekir. Ve o güne aittir. 21. yüzyıla geldiğimiz zaman Büyükanıt'ın 'Sözde değil özde demokrasi' sözünün arkasından 'Ne mutlu Türküm diyene' gibi otoriter bir anlayışın dillenmiş olması talihsizliktir. Biz 'Ne mutlu Türküm' söyleminin ötesinde bir adım atmalıyız. Ayrışmayı değil, birleşmeyi sağlayan bir tutum takınmalıyız. 'Türküm, doğruyum, çalışkanım' diye başlayan meselenin de artık çocukları okul bahçesinde toplayıp, askeri bir nizam içerisinde bütün bir toplumu kışlaya benzeterek uygulanması doğru değildir.</div><div style="padding-bottom: 5px;"><br />
<strong>- Sabahları 'ant okutulmamalı mı?</strong><br />
Kız çocuklarını bile böyle bir baskı altında tutan zihniyetin tarafında olamaz CHP ve sosyal demokrat zihniyet. Gelişmiş birey zaten kendi etik ölçülerini ortaya koyar. Bir ant gereksinimi cumhuriyetin kuruluşunda yurttaşlık bilinci yaratmak için gerekli olabilir ama bugün internetin, cep telefonlarındaki iletişim organizasyonunun geldiği boyutlara baktığınız zaman zaten toplumda bir ahlaki çözülme varsa bunu sabahları çocukları tıkıştırıp, askeri bir nizam içerisinde tüm Türkiye'yi garnizona dönüştürerek yapamazsınız. Orada bir ileri adım atmamız gerekir. Demokrasiyi bütün kurumlarıyla işler hale getirmek için bir başka dile ihtiyaç var ve işte o dil Kemal Kılıçdaroğlu'nun bugün temsil etmesi beklenen dildir. Andımız yerine Rakel Dink'in 'sevgilim' diyen mektubunu okutmalıyız belki de. Bir bebekten katil yaratan düzeni sorgulatacak bir metindir o.</div><div style="padding-bottom: 5px;"><strong>DÜŞÜNCELERİMİ CHP'DEN KAÇ KİŞİ DESTEKLİYOR BİLMİYORUM</strong></div><div style="padding-bottom: 5px;"><strong>- Bu röportajdan sonra ne tepki alacağınızı benimle paylaşırsanız sevinirim, merak ediyorum gerçekten. Siz böyle düşünen kaç kişisiniz?</strong><br />
Bilmiyorum. Ben bu röportajda kendini yazar olarak ifade etmiş biri olarak CHP'ye katılma gerekçelerim ve beklentilerimi dillendiriyorum. Bunu sadece size değil, Kılıçdaroğlu'na da dillendiriyorum. CHP'den kaç kişi tarafından bu düşüncelerin desteklendiğini bilmiyorum ama toplumdan gelen ilgi ve onay beni heyecanlandırıyor.</div><div style="padding-bottom: 5px;"><strong>- Hiç umutsuzluğa düştüğünüz bir dönem oldu mu CHP'ye girdiğinizden beri? Çünkü CHP'nin ezberini bozan cümleler bunlar... Üstelik parti içinden belki de tepki göreceksiniz bunları söylediğiniz için, değil mi?</strong><br />
Evet, belki de birilerinden tepki görebilirim. Ama ben bunları söylemek ve böyle olacağına inandığım için Kılıçdaroğlu'nun yanındayım. O yoksa ben de yokum, bunu rahatlıkla söyleyebilirim.</div><div style="padding-bottom: 5px;"><strong>- Kadrolar yeniden şekillense, kimler olmalıdır yeni CHP'de?</strong><br />
Bence yeni CHP şöyle olmalı. Sezgin Tanrıkulu CHP'nin milletvekili ya da Diyarbakır'ın Belediye Başkanı olmalı. Mehmet Bekaroğlu, CHP'de siyaset yapabilip, muhafazakarların da vicdanını temsil edebilmeli. Aysel Çelikel, laiklerin yeni dünya görüşünün temsili olarak burada olmalı. Süleyman Çelebi mutlaka bulunmalı. Sosyalist solun önemli isimleri mutlaka Meclis'e taşınmalı.</div><div style="padding-bottom: 5px;"><br />
<strong>- Hiç Ahmet Altan'ları, Mehmet Altan'ları saymıyorsunuz ama?</strong><br />
Bizim ideolojik zeminimiz çok şükür sağlam. Ben herkes olsun demedim dikkat ederseniz. Solcu olması gerekmiyor ama solun vicdanını taşıyacak, birlikte yaşama kültürünü savunacak kişiler bizimle olmalı.</div><div style="padding-bottom: 5px;"><br />
<strong>- İlhan Kesici istifa etti. Bir kaynama var mı partide? Devamı gelir mi istifaların?</strong><br />
Hiç sanmıyorum, kişisel bir karar.</div><div style="padding-bottom: 5px;"><span style="color: red;"><strong>Türbanlı kadın rol modelimiz değil ama...</strong></span></div><div style="padding-bottom: 5px;"><br />
<strong>- Türban meselesine gelmek istiyorum, o konuda da görüşlerinizi merak ediyorum. Kılıçdaroğlu, bu meseleyi de Başbakan'la birlikte çözmek için girişimde bulundu. Ancak daha önce CHP'nin Anayasa Mahkemesi'ne itirazında kendisinin de imzası olması bir güven problemi olarak şekil buluyor. Bu konuda ne söyleyeceksiniz?</strong><br />
Dün Anayasa Mahkemesi'ne götürerek sandıkta yenilgiye uğradıysak, bugün çözümü getiriyoruz. Türban meselesini biz neo-liberal politikalar üreten, liberal siyasetçilerin ya da Tayyip Erdoğan'ın diliyle tartışmayacağız. Biz türbanlı kadınlarımızı rol model olarak topluma önermiyoruz. Bunun altını çiziyorum. 'İnsanların giyim kuşamına karışmak ayıptır' diyoruz. Arada fark var. Biz böyle bir cumhuriyet kadını tipi hayal etmiyoruz. Ama kendini böyle konumlandıran insanları da reddetmiyoruz.</div><div style="padding-bottom: 5px;"><br />
<strong>- Nasıl çözeceksiniz?</strong><br />
Benim kanaatim türban sorununun çözümü gayet basittir. YÖK'ün ortadan kalkmasıyla başlayacaktır. YÖK ortadan kalkacak, üniversiteler, öğretim üyeleri ve öğrencilerin önüne sandık koyacak, kendi rektörlerini kendileri seçecekler. Mütevelli heyetler kurulacak. Eğer o okulda ibadethaneye ihtiyaç varsa, mütevelli heyet bunu çözer. Eğer cemevi, kilise ihtiyacı varsa onu da tespit ederler. Düşünce özgürlüğünün önündeki engeli de kaldırmakla yükümlü olurlar. Hemen bugün yapalım, ne türban sorunu kalır ne özgürlük sorunu... Anayasada bağlama tarifi yaparak bunu çözemezsiniz.</div><div style="padding-bottom: 5px;"><span style="color: red;"><strong>CHP, Başbakan'ı işgal kuvvetleri komutanı olarak görmekten vazgeçmeli</strong></span><br />
<br />
<strong>- Endişeler de değişti. Baykal dönemine baktığımızda endişenin adı laiklikti. Kılıçdaroğlu, geçen hafta Berlin yolunda gazetecilere 'Laiklik ile ilgili bir endişemiz yok' dedi. Yeni endişenin adı ne?</strong><br />
Laiklikle ilgili bir endişemiz yok ama otoriterlikle ilgili bir endişemiz var. CHP, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı işgal kuvvetleri komutanı olarak görmekten vazgeçmeli. Bence Kılıçdaroğlu'nun topluma verdiği en önemli mesaj bu. Recep Tayyip Erdoğan, Anadolu coğrafyasının yetiştirdiği bir siyasetçi. Biz onu dindar olduğu, muhafazakar siyaset yaptığı için değil, biz onu otoriter bir dil kullandığı için eleştiriyoruz. Mağdurken, zalim olduğu için eleştiriyoruz.</div><div style="padding-bottom: 5px;">İPEK ÖZBEY / Akşam</div></span></div></div>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-35495444810356716542011-10-23T08:47:00.001-07:002011-10-23T08:47:32.131-07:00YAVUZ DONAT ESKİ DEFTERLERİ AÇTI<div class="datetime" style="color: #666666; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 11px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">AKŞAM | PAZAR | 19 EYLÜL 2010, PAZAR </div><h1 style="color: #333333; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 29px; font-style: normal; font-weight: bold; margin-bottom: 14px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 14px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">Tayyip Erdoğan seçmene damardan giriyor</h1><div style="color: #333333; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; position: absolute; right: 5px; top: -3px;"><a href="http://www.aksam.com.tr/2010/09/19/haber/959/pazar/haber.html" style="color: black; text-decoration: none;" target="_blank"><img src="http://www.aksam.com.tr/images/print.png" style="border-bottom-style: none; border-color: initial; border-left-style: none; border-right-style: none; border-top-style: none; border-width: initial; float: left; margin-bottom: 0px; margin-left: 3px; margin-right: 5px; margin-top: 5px;" title="Yazdır" /></a><img src="http://www.aksam.com.tr/images/--.png" style="border-bottom-style: none; border-color: initial; border-left-style: none; border-right-style: none; border-top-style: none; border-width: initial; float: left; margin-bottom: 0px; margin-left: 3px; margin-right: 0px; margin-top: 5px;" /><img src="http://www.aksam.com.tr/images/++.png" style="border-bottom-style: none; border-color: initial; border-left-style: none; border-right-style: none; border-top-style: none; border-width: initial; float: left; margin-bottom: 0px; margin-left: 3px; margin-right: 0px; margin-top: 5px;" /></div><div style="color: black; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"></div><div style="color: black; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><strong style="font-size: 1em; font-style: normal; font-weight: bold;">47 yıldır siyasetin nabzını Ankara'dan tutuyor. Süleyman Demirel, sürgüne gönderileceğini, Erbakan 28 Şubat'ı ondan öğreniyor. Karış karış Türkiye'yi geziyor, köşesinde her topraktan haber veriyor. Yavuz Donat, referandum boyunca gittiği yerlerin oyunu yazdı, yanılmadı. O gördü ki 'evet' oylarında en etkili olan Tayyip Erdoğan'ın seçmene damardan girmesi...<img align="left" alt="tayyipic" border="0" height="305" src="http://aksam.medyator.com/images/2010/09/19/tayyipic.jpg" style="border-bottom-style: none; border-color: initial; border-left-style: none; border-right-style: none; border-top-style: none; border-width: initial; float: left; margin-bottom: 0px; margin-left: 3px; margin-right: 0px; margin-top: 5px;" title="tayyipic" width="454" /></strong></div><div style="color: black; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">Yavuz Donat'ı Ankara'da Sabah Gazetesi'nin en üst katında tüm Ankara'ya hakim odasında ziyaret ettim. Gözüme ilk çarpan daktilosu oldu. 'Hala daktilo mu kullanıyorsunuz?' diye sordum. Türkiye'nin internet gitmemiş köşelerine gittiğini nasıl da unuttum! Arabada yazıyor, bir postaneden de yazısını gazeteye postalıyormuş öyle zamanlarda. Ve bir söz aldım. Aslında biraz da yüzsüzlük yaptım. O daktiloyu zamanı geldiğinde bana verecek. Öyle anılar anlattı ki Yavuz Donat, bu sayfa ne yazık ki hepsini yazmaya yetmedi. Ama en ilginci olduğunu düşündüklerimi sizlerle paylaştım. <br />
- Size Ankara'nın kara kutusu diyorlar, doğru mu?<br />
1963 yılında gazeteciliğe başladığımda, İsmet İnönü başbakandı. Üniversite öğrencisiydim, Ulus Gazetesi'nde çalışıyordum. Ulus da CHP'nin yayın organıydı. Yani İsmet Paşa ile iç içe bir gazete. Başbakan'ın evine de girerdim, makamında da otururdum. Pek çok şeye tanık oluyorsun. Yıllar içinde, devirler değişti, ihtilaller oldu, gazete kapandı, gazete açıldı. Yazıyorsunuz diyemeyeceğim, çünkü hangi birini yazacaksınız. Çoğu yazılmıyor, ya notlarda, ya da bir kısmı hafızanızda kalıyor. Zaman böyle akıp gidiyor. Bazen iki siyasetçi arasındaki gerilimi görüyorsun. Ama o ikisi de yazmayacağınıza güvenerek sizin yanınızda o kavgayı ediyor.<br />
- Nasıl yazmadan duruyorsunuz?<br />
Başbakan Turgut Özal Amerika'da ameliyat oldu. Başbakanlığa Kaya Erdem vekalet etti. Kaya Erdem'i ben Şeker Fabrikası müdürlüğünden, Maliye'deki yüksek bürokratlık döneminden, 1980 öncesinden bilirim. Kaya Bey ile Meclis'te karşılaştım. Sohbet ettik, koluma girdi. Yukarıya Bakanlar Kurulu odasına doğru çıktık. 'Hayırdır' dedim, 'Başbakan yok, ben de Başbakan'a vekalet ediyorum. Kısa bir Bakanlar Kurulu toplantısı yapacağız, sen de gel' dedi. 'Efendim Bakanlar Kurulu devletin en mahrem makamlarından biri' dedim. 'Yok yok, sen yabancı değilsin' dedi. Ben de gittim oturdum.<br />
- Sizden başka Bakanlar Kurulu'na giren gazeteci var mı?<br />
Yok, sanmıyorum. İki saat sonra dışarı çıktık, bütün medya dışarıda. Bir kısmı, 'Ağabey atladık mı?', bir kısmı, 'Ağabey ne oldu, anlatsana' diyor. Tek kelime yazmadım, tek kelime de kimseye anlatmadım.<br />
- Nasıl oluyor Bakanlar Kurulu toplantıları, espri yapılıyor mu?<br />
Cavit Kavak esprili bir insandır. Bir emekli general vardı, Abdullah Tenekeci. Bunlar, 'Paşa uçak uçurabilir, uçuramaz' diye takılıyorlar. Paşa dedi ki, 'Ya hepiniz cahilsiniz. Yavuz sen benim nasıl uçak kullandığımı gördün, anlat.' Ben dedim ki, 'Paşa haklı, gerçekten tanığı oldum, bir Airbus ile Uzakdoğu seyahatindeydik. Sayın Abdullah Tenekeci beni kokpite davet etti. Orada ben gördüm uçak kullandığını.' Halbuki uçak kullanmadı orada. Paşanın çok hoşuna gitti. Bakanlar Kurulu'nda tartışılan konulardan biri buydu, bir-iki de enflasyon konuşulmuştu işte.<br />
- Modası geçmeyen gazeteci olmanın sırrı nedir?<br />
Benim köşemde tekzip görmezsiniz bu bir. İkincisi herkes kötü ya da herkes iyi değil. Siyasi iktidarların ya da yöneticilerin doğru yapanları olduğu gibi yanlış yapanları da vardır. Her ikisini de yazarsınız. Yazarken de kırk türlü hesaba dönmezsiniz. Bir de size güvenenlere yalan söylemezsiniz.</div><div style="color: black; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><strong style="font-size: 1em; font-style: normal; font-weight: bold;">TRİBÜNDEN 28 ŞUBAT'A</strong><br />
- Mesele güven vermek yani?<br />
Bir gün maça gittim. Hava buz gibi soğuktu.<br />
19 Mayıs Stadı'nda Gençlerbirliği-Altay maçı vardı. Doğrudan şeref tribününe girdim. Oraya siyasetçiler geliyor, sohbet imkanı doğuyor. Gittim İlhan Cavcav, Ankara Valisi, bir-iki de siyasetçi var. Şeref tribünün yukarısından siyah paltolu, gözlüklü, kasketli biri el sallıyor. Ben tanımadım ama el salladım. 'Yanıma gel' diye işaret edip, yanını gösterdi. 'Yok buraya oturacağım' deyince, o yine 'Sen gel' diye ısrar etti.<br />
- Ama siz hala tanımadınız değil mi?<br />
Yok tanımadım. Çok ısrar edince gittim. Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya'ydı karşımda duran. 'Paşam hayırdır' dedim. Altaylıymış, maçı izlemeye gelmiş. 'Paşam işler nasıl gidiyor?' diye sordum. '28 Şubat'ta görürsün nasıl gittiğini' dedi.<br />
- Tarih ne bunu söylerken?<br />
28 Şubat'tan bir hafta öncesi. 'Ne olacak 28 Şubat'ta' dedim. 'Canına okuyacağız bunların, kıyameti koparacağız' dedi. 28 Şubat'ta toplanacak MGK'nın, Türkiye tarihinin en önemli MGK'sı olacağını, Erbakan'la kavgaları olduğunu söyledi. Maç bitti gazeteye geldim, Derya Sazak'ı aradım. Biz Milliyet'te manşeti çektik. Yani 28 Şubat'ı Türk medyası benden öğrenmiştir.<br />
- Güven Erkaya'nın ismini verdiniz mi?<br />
Hayır, hiç bahsetmedim, o benim kaynağımdı. O yaz, Güven Erkaya emekliye ayrılacaktı. Ben de Bodrum'daydım. Güven Paşa'nın da Bodrum'da olduğunu öğrendim, görüştük. Evine gittim, masanın üzeri evrak dolu. Bir baktım 28 Şubat tutanakları. Konuşmalar, ne var ne yok hepsi çarşaf çarşaf önümde. Bu, Milliyet Gazetesi'nin yayıncılıkla tiraj aldığı olaydır.<br />
- Kimse tepki vermedi mi?<br />
Üç-dört gün sonra yazı dizisi devam ederken Başbakan Mesut Yılmaz aradı, 'Bu yazı dizisini kesin. Suç işliyorsun' dedi. Ben de 'Suç işliyorsam savcılar var' dedim. 'Sen galiba Başbakan'la konuştuğunun farkında değilsin. Senin hakkında dava çoktan açılacaktı da seninle beraber komutan hakkında da açılması gerekiyordu' dedi.</div><div style="color: black; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><strong style="font-size: 1em; font-style: normal; font-weight: bold;">DOSTLUKLAR SIKINTILI DÖNEMLERDE BAŞLADI</strong><br />
- Tamam da, neden Güven Erkaya size veriyor bu belgeleri ya da Bakanlar Kurulu'na neden siz alınıyorsunuz?<br />
12 Eylül'den sonra, Süleyman Demirel'i aradım, Bülent Ecevit'i aradım. Necmettin Erbakan'ı aradım, Alparslan Türkeş'i aradım. Bir defa değil, defalarca aradım. Hapisteydiler, hapisten çıktılar yine aradım. 'Sizin için yapabileceğim bir şey var mı?' diye sordum. Çok kişi bana bozuldu. 'Bunlardan bir köy, kasaba olmaz' diyorlardı. Bir insan köy, kasaba olur diye aranmaz. Düşmez kalkmaz bir Allah. Zor durumda bir insanı arayıp, 'Efendim sizin için yapabileceğim bir şey var mı?' diye sormak insanlık görevidir. Daha sonra o kişiler çıktılar, değişik devlet görevlerine geldiler. Dostluğumuz ilerleyerek devam etti. 'Yavuz Donat'ın Demirel'le arası iyi' diyorlar. İşte bu dostluklar, o sıkıntılı dönemlerde başladı.<br />
- Peki, bugün Ergenekon'dan içeride yatanlarla aynı sıkıntılı dönemi paylaştınız mı?<br />
Geçenlerde Doğu Perinçek'ten bir mektup geldi. Nereden kafasına takıldıysa bir-iki olay anlatıyor. O genç bir siyasetçi, miting yapıyorlar. Ben o yürüyüşü izliyorum. Gençlik anıları... Ben babası Sadık Perinçek'i tanırım. Yine referandum öncesi gezilerimizden birinde Kemaliye'ye gittik. Kemaliye'nin Apçağa Köyü Doğu Perinçek'in köyüdür. Sadık Perinçek Caddesi tabelasının resmini çektim. Bu resimleri bir zarfa koyup, Silivri'ye gönderdim. 'Köyünün sana selamı var, köyün seni özlemiş' diye yazdım. Balbay benim canımdır ciğerimdir. Bir de gidenlerle Mehmet Haberal'a selam gönderdim. Bizde emeği var.<br />
- Süleyman Demirel de Zincirbozan'a gönderileceğini sizden öğrendi, değil mi?<br />
12 Eylül dönemi. O dönemin dört yıldızlı, orgeneraline sordum. Dedim ki, 'Siz bu parti başkanlarını sürgüne göndermeyi düşünüyor musunuz?' O orgeneral, Birden sertleşti, 'Ne saçmalıyorsun?' dedi. Ben de 'Allahaısmarladık' dedim, kalktım. 'Bir dakika nereye kalkıyorsun' diye tepki gösterdi. Aradan bir hafta geçti, geçmedi. Arayan o. Telefonda 'Kar eden şirket kapanacak' diye bir şey söylüyor. 'Yanlış bir yeri aradınız herhalde, ben Yavuz Donat' dedim. 'Geçen gün de saçma sapan konuştun. Hem soru soruyorsun, hem cevabını dinlemiyorsun. Kar eden şirket kapanacak' diye tekrarladı. Demokrasiye dönüş kararı alınmış, partiler kurulmuş. Herkes akın akın Demirel'in arkasından gidiyor. Kar eden şirket o. Paşa'ya dedim ki, 'Büyük hissedara bir şey olacak mı?' 'Seyahate çıkacak' dedi. 'Pasaport gerekir mi?' diye sordum, 'Gerekmez' dedi. 'Nereye gider' dedim, 'Kendileri Çanakkale taraflarını sever' diyerek telefonu pat diye kapattı. Demirel'i aradım, her şeyi anlattım.<br />
- Herkes her şeyi nasıl sizden öğreniyor?<br />
Ahmet Necdet Sezer'in Cumhurbaşkanı olacağını yazdığımda kendisinin bile haberi yoktu. Sahada 90 dakika koşarsanız ayağınıza top gelir.<br />
- Kılıçdaroğlu'nda bu iddiayı görüyor musunuz?<br />
Kılıçdaroğlu'nun CHP'ye bir hareket getirdiği kesin. Partisi genel başkanın gerisinde. Şimdi şehirlinin biri köy yolunda yürüyor. Orada yaşlı bir köylü var. Şehirli, 'Amca ben falanca köye ne kadar zamanda giderim?' diye soruyor. 'Amca sağır mısın ne kadar zamanda gidiyorum?' diye tekrarlıyor. Adam ona ters ters bakıyor. Şehirli de yürümeye devam ediyor. 100 metre yürüdükten sonra köylü arkasından sesleniyor, 'Bey bey, bu yürüyüşle şu kadar zamanda gidersin!' Kılıçdaroğlu'nun yürüyüşünü bir görelim.<br />
- Kılıçdaroğlu'nun oy kullanamaması...Artık böyle mi hatırlanacak?<br />
Bir liderin kariyerini tek olaya bağlamak mümkün değildir. Ama kariyerindeki önemli olaylardan biridir. Bu unutulmaz, zaman zaman başına kakılır. CHP'nin kadro sorunu çektiğini düşünüyorum. Genel Başkan oyunu hangi sandıkta kullanacak, o sandığa en yakın mesafede hangi simitçi var, kebapçı, çorbacı var. Onları da bilecek. Siyaset biraz da şovdur. Oy kullandıktan sonra belki de simitçiye yürüyecek. Bunlar önceden planlanmalıdır.</div><div style="color: black; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><strong style="font-size: 1em; font-style: normal; font-weight: bold;">ERDOĞAN'IN GÜCÜ, SÜKSESİ, POPÜLARİTESİ</strong>- Ağrı'dan yüzde 90'ın üzerinde 'Evet' çıkacak dediniz, çıktı. Menderes'in doğduğu köyde 'Hayır'ı gördünüz. Oylar neye göre kullanılıyor?<br />
25 Mart'ta yazıyı yazdım. 'Eğer referanduma gidilirse Ağrı'da çıkacak oylar yüzde 90'ın üzerinde olur' dedim. Aydın'ın Çakırbeyli Köyü. Adnan Menderes'in doğduğu köy. Bu seçim kampanyasını Tayyip Bey, Adnan Menderes sevgisi üzerine kurdu. Referandumdan bir gün önce şu yazıyı yazdım. Çakırbeyli Köyü 'hayır' diyor. Benden çok gezen gazeteci yoktur. Çok kişiyi tanırım.<br />
- Ağrı en fakir il, 'evet' diyor. Menderes'in köyünden 'hayır' çıkıyor. Bunu neye bağladınız?<br />
Tayyip Erdoğan'ın gücü, süksesi, popülaritesi AK Parti tüzel kişiliğinin kat kat ilerisinde bu birinci gerçek. Ağrılı şöyle düşündü. En yüksek oyu ben verirsem, Başbakan da beni kırmaz, bizim burada istihdam yaratır. Değişik duygular. En fakir illerden biri Erzurum. Ama 'evet' çıktı. Çünkü 2011'de Kış Olimpiyatları orada yapılacak. Başbakan 600 milyar lira göndermiş. Burayı seviyor. Bu, Erzurum'un kaderini değiştirecek bir olaydır, öyleyse anayasaya 'evet.' Hepsinin kendine göre hesabı var.<br />
- Nedir Tayyip Erdoğan'ın sırrı?<br />
Orhan Baba, İbo, Adnan Şenses, Müslüm Baba... Bunlar şarkı söylerken damardan giriyorsa, Tayyip Erdoğan da seçmene damardan giriyor.<br />
- O damar nedir?<br />
O damar çocukluğundan itibaren siyasetin içinde olması. Korkmaması, kokusundan rahatsız olmayıp sarılması, gerektiğinde tersleyip, gerektiğinde sarılması. Siyasetçi halkın içinde olduğu sürece kazanır.<br />
- Şimdi başkanlık sistemi tartışılıyor. Siz bu tartışmanın hangi noktasındasınız. Olmalı mı?<br />
Başkanlık sistemi tartışılmalı. O tartışmanın sonunda konsensus oluşursa olur. Turgut Özal da Süleyman Demirel de istedi başkanlık sistemini. İkisi de yararlarını anlattılar. Eğer bir sistem gerekiyorsa ülke için gerekiyor, kişiler için değil. Başkanlık sisteminde karar kılınırsa Çankaya'ya kim çıkarsa çıksın Türkiye'nin yönü bellidir. Türkiye kendi yönünde yürür. Bugün itibariyla böyle bir ortam görmüyorum. Türkiye'de oturmuş bir parlamenter sistem var. Çankaya'ya Tayyip Bey çıktı diyelim, yerine gelecek zayıf bir profil olur.</div><div style="color: black; font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><strong style="font-size: 1em; font-style: normal; font-weight: bold;">İKİ KEŞİF: EMİN ÇÖLAŞAN VE ERMAN TOROĞLU</strong><br />
AKŞAM'da madalyonun tersi diye bir köşem vardı. Bir gün öğle saatlerinde genç biri geldi. 'Planlama Teşkilatı'nda uzmanım' dedi. 'Adın ne?' dedim, 'Emin Çölaşan' dedi. 'Bu planlamayı takunyalılar bastı' dedi. Namaz kılanlar, seccade serenler... Turgut Özal'ın, Nevzat Yalçıntaş'ın adını verdi. 'Elinden yazı gelir mi?' diye sordum. Bir hafta sonra iki yazıyla geldi. Gazetenin ikincisi sayfasına 'DPT'de neler oluyor?' başlığıyla koyduk. Öğle saatlerinde Emin, 'Yandım bittim' diyerek odama girdi. 'Beni Nevzat Yalçıntaş çağırdı. Bu suçtur. Kovulmayı hak ettin ama genç bir insansın. Tekerrür etmesi halinde kovulacaksın' demiş. Baskı altında olduğunu, ikinci kez yazının çıkmasını istemediğini söyledi. Şimdi o saatten sonra hangi yazıyı koyacağız, başka işimiz mi yok. Aynen bastık Emin'in yazısını. Bu defa yazar köşesine, 'Bu yazıyı yazan, yazdığı konuda baskı altındadır, ismi çıkarsa işine son verilecektir, o yüzden isimsiz yayınlıyoruz' yazdık. Ama yazının başlığı 'DPT'de Neler Oluyor 2...'<br />
O yazı çıktı. Emin'i kovdular. Ben Emin'i kovdurmasaydım, şu anda DPT'den emekli Emin Efendi olurdu. Kovdurduk, Türkiye'nin şöhretli yazarlarından biri oldu. Tercüman'da yöneticiyim. Bizim spor servisinden arkadaşlar geldiler. 'Bir ricamız var. Bu arkadaş bizde spor yazısı yazmak istiyor' dediler. 'Anlar mı bu işten?' dedim, anlayacağını söylediler. 'Para, pul ve kadro veremem' dedim. Kabul etti. 'Peki, kadro istemiyorsun, para istemiyorsun, sen bizim gazetenin adını mı kullanacaksın?' diye sordum, ona şans vermemi istedi. 'Gir başla Erman Toroğlu' dedim, iddiası olan adamı severim.</div>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-88089287913263782622011-10-23T08:46:00.001-07:002011-10-23T08:46:19.015-07:00BİRGÜN GAZETESİ'NİN İPEK ÖZBEY İLE RÖPORTAJI<div style="color: #333333; font-family: Verdana; font-size: 12px; font-style: normal; font-weight: normal; line-height: 18px; margin-bottom: 10px; margin-top: 10px;">İpekÖzbey'in HBB ile başlayan 13 yıllık televizyonculuk <i>serüveninde </i>Kanal 6", NTV <i>ve </i>CNN Türk <i>var. </i>Nokta dergisiyle Günaydın <i>ve </i>Cumhuriyet gazeteleri yazılı basın tadına uardujı yayın organları. İpek'in şimdilerde bir "bebeği" oldu; bir kitabı! İpek kaç yıllık dostum; onu böyle mutlu gördüğüm pek an vardır. Ben sordum, o açık açık yanıtladı.</div><div style="color: #333333; font-family: Verdana; font-size: 12px; font-style: normal; font-weight: normal; line-height: 18px; margin-bottom: 10px; margin-top: 10px;">»<b>"Kırık Matruşka" bitmez tükenmez iç hesaplaşmaların, içindeki pek çok kişilikle boğuşmak zorunda kalan nevrotik yapılı bir kadının dramatik sunumu. Duru gerçekten nevrotik biri mi?</b></div><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Verdana; font-size: 12px; font-weight: 100; line-height: 16px;"><b></b></span><div style="color: #333333; font-family: Verdana; font-size: 12px; font-style: normal; font-weight: normal; line-height: 18px; margin-bottom: 10px; margin-top: 10px;">Semptomları bu vakaya tamı tamına uyan bir hasta hem de. Aşırı şefkat istemesi, "öteki"lere bağımlılığı, güvensizliği, yabancıların yanındaki huzursuzluğu nasıl bir sendrom yaşadığını vurguluyor. Toplumsal etkinliklerden hastalık derecesinde rahatsız. İleriye dönük plan yapamıyor. An'ın sorunlarıyla uğraşmaktan bitap düşüyor. Kendini kolayca aldatılmış ya da kırılmış hissediyor. Takıntılı, saplantılı, fiksasyon dolu. İç dünyasındaki dengesizlik sonucu dış dünyada da kimlik dağınıklığı sendromu yaşıyor. Nasıl yaşamasın! İlk çocukluk dönemlerinden başlayarak ne kadar olumlu / olumsuz ilişki varsa, her duygu tonunda tatmış. Temeli aynı döneme dayalı travma tik vakaların, içselleştiği çatışmaların tuzağına düştüğünü hissetmesine rağmen bunlarla yüzleşmeye mecalinin kalmaması, acı! Hele; yaygın deyimiyle söyleyeyim, erkek egemen toplumun yüklediği dert kamburunun bu kadınlarda sayıyı giderek kabartması daha da acı!</div><div style="color: #333333; font-family: Verdana; font-size: 12px; font-style: normal; font-weight: normal; line-height: 18px; margin-bottom: 10px; margin-top: 10px;">» <b>Duru "İnsanlar gururumu kırdıkça ben de başkalarını kırdım. Her intikamda ateşim daha da harlanırken yalnızlığım da kocamanlaşıyor-du ne yazık ki!" diyor. Bütün bu öfkeyi salt şanssız bir ilişki ve işlediği "cinayet" tetiklemi-yor herhalde?</b></div><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Verdana; font-size: 12px; font-weight: 100; line-height: 16px;"><b></b></span><div style="color: #333333; font-family: Verdana; font-size: 12px; font-style: normal; font-weight: normal; line-height: 18px; margin-bottom: 10px; margin-top: 10px;">Durup durup melankoliye gömülmesi, yüzünün duygusal çöküntüyle allak bullak olması salt buna bağlanamaz elbette. İlklerinde hep düş kırıklığı yaşayan bir bahtsız o.</div><div style="color: #333333; font-family: Verdana; font-size: 12px; font-style: normal; font-weight: normal; line-height: 18px; margin-bottom: 10px; margin-top: 10px;">Mesela; ilk çalıştığı gazetenin havasında boğuluyor: "Ruhları işsizlikten boğulan o tembellerle işyerinde bütün bir gün avare avare takılmanın kimyasını bozduğu gün" istifayı basıyor. Bodrum'a tatile gidiyor: "Yaz aylarının çığlık çığlığa insan kalabalığı, özentilerin snopluğu, teknesini sahilde insanın burnuna kadar dayayan görgüsüzler, turist avcısı abazan-lar, ucuz taksidi turların Bodrum'a savurduğu kenar mahalle dilberleri" yüzünden midesi kalkıyor.</div><div style="color: #333333; font-family: Verdana; font-size: 12px; font-style: normal; font-weight: normal; line-height: 18px; margin-bottom: 10px; margin-top: 10px;">Irak'ta savaşı izlemeye gönderiyorlar. Biçare yavruları görüyor: "Tarih sömürgecinin kazandığı hiçbir işgali yazamadı henüz. Katliamın buz beyinli babadan embesil oğluna miras kalmasından daha da vahim olanı dünyanın bu insanlık suçuna seyirci kalması, hatta destek vermesi!" diye isyan ediyor.</div><div style="color: #333333; font-family: Verdana; font-size: 12px; font-style: normal; font-weight: normal; line-height: 18px; margin-bottom: 10px; margin-top: 10px;">Andy Garcia'nın oynayıp yönettiği Kayıp Şehir filmini görüyor. Yere göğe sığdırılamamış olması delirtiyor onu, kıyameti koparıyor: "İtici ve lümpen bir devrimci çizen bu filmin Che'ye, özelikle de halk direnişine nasıl bir saygısızlık yaptığından niyeyse hiç söz etmeyen ifrit yardağı eleştirmenler ya avanta aldılar ya da aynını düşünüyorlar; ikisi de birbirinden vahim!" diye laneüer yağdırıyor.</div><div style="color: #333333; font-family: Verdana; font-size: 12px; font-style: normal; font-weight: normal; line-height: 18px; margin-bottom: 10px; margin-top: 10px;">Duru bu; bakmayın siz sakin göründüğüne, içinde volkanlar patlıyor. Her dertle bütünleşmek yaşama biçimi, belki de böyle böyle çoğalıyor, kimbilir!</div><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Verdana; font-size: 12px; font-weight: 100; line-height: 16px;"><b><div style="font-size: 12px; font-style: normal; font-weight: normal; line-height: 18px; margin-bottom: 10px; margin-top: 10px;">DURU POYRAZ ASLINDA İPEK ÖZBEY Mİ?</div><div style="font-size: 12px; font-style: normal; font-weight: normal; line-height: 18px; margin-bottom: 10px; margin-top: 10px;">»Her acı zaten kırılgan bir yapısı olan Duru'nun yüreğinde tsunamiler yaratıyor, ama o yüzüne makyaj yaparak insan içine yine durulmuş sular gibi çıkıyor. Biraz, hatta birazdan da öte, aslında bizim İpek mi o?</div></b></span><div style="color: #333333; font-family: Verdana; font-size: 12px; font-style: normal; font-weight: normal; line-height: 18px; margin-bottom: 10px; margin-top: 10px;">Elbette zaman zaman ben de varım. Olmasam nasıl yazabilirdim ki. Gördüklerimden, duyduklarımdan çokça var. Doğaldır ki; yaşadıklarımı da aktarmaya çalıştım. Yazarın bir ürünü yayımlandığında toplumsal görevini yerine getirmenin mi; kendini ifade etmenin / içini dökmenin mi; yoksa tümünün mü tadına vardığı çok tartışılır. Senin "İpek'in bebeği" dediğin kitabımda hepsinin birden huzuruna varmakla şanslı sayıyorum kendimi.</div><div style="color: #333333; font-family: Verdana; font-size: 12px; font-style: normal; font-weight: normal; line-height: 18px; margin-bottom: 10px; margin-top: 10px;">» <b>Çok okumaya; özellikle bizim edebiyata; ama ille de bazı isimlere düşkün olduğunu biliyorum. Bu kalem erbabını ötekilerden farklı kılan ne?</b></div><span class="Apple-style-span" style="color: #333333; font-family: Verdana; font-size: 12px; font-weight: 100; line-height: 16px;"><b></b></span><div style="color: #333333; font-family: Verdana; font-size: 12px; font-style: normal; font-weight: normal; line-height: 18px; margin-bottom: 10px; margin-top: 10px;">Üreten, her birinde farklı dünyalar bulduğum her yazarı seviyorum. Emeğe saygının doğal bir zorunluluğudur da bu! Hele ateşten günlerde elleri yana yana edebiyat fırınına odun atan o üs-tadlara saygı hepimizin boynunun borcu olmalı.</div><div style="color: #333333; font-family: Verdana; font-size: 12px; font-style: normal; font-weight: normal; line-height: 18px; margin-bottom: 10px; margin-top: 10px;">Nâzım Hikmet, Aziz Nesin, Vedat Günyol, Mehmed Kemal ve adları bu sayfalara sığamaya-cak denli çok olan o çilekeşler dikenli yolda çok çekti. Bu yoksunluk, bu "yoksulluk" onların kaderi olmamalıydı. Ama görüyorsun ki ne unutuluyorlar, unutturulabiliyorlar.</div><div style="color: #333333; font-family: Verdana; font-size: 12px; font-style: normal; font-weight: normal; line-height: 18px; margin-bottom: 10px; margin-top: 10px;">Kemal Tahir, Sabahattin Ali, Mina Urgan, Adalet Ağaoğlu, Cemal Süreya, Behçet Necati-gil'le ve daha niceleriyle nasıl da zengin, köklü bir kültürümüz var. İntihal ve ihanetin süse püse sarıp sarmaladığı bir fecrikazibe, bir yalancı tan ağarmasına; kimi Batı pompalaması şişme ka-lemciklere rağmen hem de! <b>(Kırık Matruşka / Roman / İstiklal Yayınevi </b>/ <b>9 YTL)</b></div>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-26330875986566520762011-10-23T08:45:00.001-07:002011-10-23T08:45:21.560-07:00Yirmi yıl sonrayı görebilmek<div class="HaberDetayContentHld" style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; width: 580px;"><div class="HaberDetayTitleHold Title" style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; width: 885px;"><h1 style="color: #d31a1a; font-size: 24px; letter-spacing: 0.1px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-decoration: none;"><br />
</h1><div><span id="Label_baslik"><br />
</span></div></div><div class="FL" style="float: left; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><img height="20" src="http://www.hurriyet.com.tr/p/spacer.gif" style="border-bottom-width: 0px; border-color: initial; border-color: initial; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-style: initial; border-style: initial; border-top-width: 0px; outline-color: initial; outline-style: none; outline-width: initial;" width="580" /></div><div class="FL" style="float: left; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><div class="HaberDetayInfo txtLeft" style="color: #666666; float: left; font-size: 12px; font-weight: bold; letter-spacing: 0.5px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: left; text-decoration: none; width: 425px;"><span id="Label_editor">Doğan HIZLAN</span><img height="5" src="http://www.hurriyet.com.tr/p/spacer.gif" style="border-bottom-width: 0px; border-color: initial; border-color: initial; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-style: initial; border-style: initial; border-top-width: 0px; outline-color: initial; outline-style: none; outline-width: initial;" width="0" /></div><div class="HaberDetayDate txtLeft" style="color: #333333; float: left; font-size: 11px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: left; text-decoration: none;"><span id="Label_tarih">16.09.2008</span></div><div class="FL" style="float: left; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><img height="5" src="http://www.hurriyet.com.tr/p/spacer.gif" style="border-bottom-width: 0px; border-color: initial; border-color: initial; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-style: initial; border-style: initial; border-top-width: 0px; outline-color: initial; outline-style: none; outline-width: initial;" width="6" /></div><div class="HaberDetayAraStyle txtLeft" style="background-color: #c4c4c4; float: left; height: 11px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: left; width: 1px;"></div><div class="FL" style="float: left; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><img height="5" src="http://www.hurriyet.com.tr/p/spacer.gif" style="border-bottom-width: 0px; border-color: initial; border-color: initial; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-style: initial; border-style: initial; border-top-width: 0px; outline-color: initial; outline-style: none; outline-width: initial;" width="6" /></div><div class="HaberDetayConvertFont txtLeft" style="float: left; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: left;"><div class="FL" style="float: left; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><a href="http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=9906098#" id="FontBigSize" style="border-bottom-width: 0px; border-color: initial; border-color: initial; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-style: initial; border-style: initial; border-top-width: 0px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; outline-color: initial; outline-style: none; outline-width: initial; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><img height="14" src="http://www.hurriyet.com.tr/p/2011/hdetay/text_buyult.gif" style="border-bottom-width: 0px; border-color: initial; border-color: initial; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-style: initial; border-style: initial; border-top-width: 0px; outline-color: initial; outline-style: none; outline-width: initial;" width="18" /></a></div><div class="FL" style="float: left; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><img height="5" src="http://www.hurriyet.com.tr/p/spacer.gif" style="border-bottom-width: 0px; border-color: initial; border-color: initial; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-style: initial; border-style: initial; border-top-width: 0px; outline-color: initial; outline-style: none; outline-width: initial;" width="6" /></div><div class="FL" style="float: left; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><a href="http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=9906098#" id="FontSmallSize" style="border-bottom-width: 0px; border-color: initial; border-color: initial; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-style: initial; border-style: initial; border-top-width: 0px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; outline-color: initial; outline-style: none; outline-width: initial; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><img height="14" src="http://www.hurriyet.com.tr/p/2011/hdetay/text_kucult.gif" style="border-bottom-width: 0px; border-color: initial; border-color: initial; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-style: initial; border-style: initial; border-top-width: 0px; outline-color: initial; outline-style: none; outline-width: initial;" width="18" /></a></div></div></div></div><div class="FL" style="float: left; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><img height="20" src="http://www.hurriyet.com.tr/p/spacer.gif" style="border-bottom-width: 0px; border-color: initial; border-color: initial; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-style: initial; border-style: initial; border-top-width: 0px; outline-color: initial; outline-style: none; outline-width: initial;" width="580" /></div><div class="HaberDetayContentHld txtLeft" style="float: left; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: left; width: 580px;"><div class="FL" style="float: left; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; width: 580px;"><div class="HaberDetaySpotText" style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><div style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><img align="Right" alt="" border="1" id="Image_spot" src="http://www.hurriyet.com.tr//_yazarlar/images/4b.jpg" style="border-bottom-width: 0px; border-color: initial; border-color: initial; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-style: initial; border-style: initial; border-top-width: 0px; outline-color: initial; outline-style: none; outline-width: initial;" /></div><h2 style="color: black; font-family: Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13px; font-weight: bold; line-height: 16px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-decoration: none;"><span id="Label_spot">TEMPO Dergisi yeni sayısında bir dosya yayımladı.<br />
<br />
20 Yıl Sonra Türkiye.</span></h2></div></div></div><div class="FL" style="float: left; font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><img height="10" src="http://www.hurriyet.com.tr/p/spacer.gif" style="border-bottom-width: 0px; border-color: initial; border-color: initial; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-style: initial; border-style: initial; border-top-width: 0px; outline-color: initial; outline-style: none; outline-width: initial;" width="578" /></div><div id="DivAdnetHaberDetay" style="color: black; font-family: Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 18px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: left; text-decoration: none;"><div class="txt" style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><span id="Label_metin"><b style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">İpek Özbey </b>ve<b style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"> Selin Ongun</b>’un hazırladığı dosyada değişik dallardan yazarlar, ileriye dönük tahminlerini, daha doğrusu gerçek gibi gördükleri beklentilerini yazmışlar.<br />
<br />
Ortadoğu coğrafyasında, Batı ile Doğu arasında sallanan bir sarkacın gölgesindeki ülkenin yirmi yıl sonrası nasıl olur?<br />
<br />
Dünya çabuk değişiyor, hızlı dönüşümler yaşıyor. Bunun ne kadarı insanoğluna yansıyor?<br />
<br />
İyimser mi olmalıyız, kötümser mi?<br />
<br />
AB’ye o süre içinde girecek miyiz?<br />
<br />
Soruya verilen yanıtların bir bölümü üzerine düşünmek gerekiyor.<br />
<br />
* * *<br />
<br />
<b style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">EN </b>gerçekçi saptama, Prof. Dr. <b style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">Halûk Gerçek</b>’in; <b style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">"Bir yerden bir yere gidilemeyecek" </b>diyor.<br />
<br />
Çünkü İstanbul’un nüfusunun yirmi yıl sonra 17.4 milyon ile 22 milyon arasında olacağı yazılıyor.<br />
<br />
Şimdi gidebiliyor muyuz? Zincirlikuyu civarındaki her inşaat sahibi, binasının yüksekliği ile övünüyor ama trafik düşünülmüyor.<br />
<br />
Prof. Dr. <b style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">Ünsal Oskay, "Türkiye solu, ülke içindeki problemlerden yola çıkarak bir şey yapamaz" </b>diyor.<br />
<br />
Artık dünyasız bir şey düşünmenin mümkün olmadığını vurguluyor.<br />
<br />
Tersini düşünen hálá var mı acaba?<br />
<br />
<b style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">Mahfi Eğilmez</b>’i okursanız, umudunuz artar. Ona göre, <b style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">"20 bin dolar gelirimiz olacak, enflasyon sorunu çözülecek, her yerden yatırımlar yağacak."<br />
</b>Biraz dişimizi sıkarsak, eski politikacıların deyimiyle, nurlu ufuklar bizi bekliyor.<br />
<br />
Diğer bir sevindirici görüş de Prof. Dr. <b style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">Beyazıt Çırakoğlu</b>’dan:<br />
<br />
<b style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">"İnsan ömrü uzayacak."<br />
</b>Soruşturmada yer alan iki görüşün ışığında şu yargıya varabiliriz: Kürt sorunu kalmayacak.<br />
<br />
Ekmekli Büyükelçi <b style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">Özdem Sanberk, "Kıbrıs ve Ermeni meselesinin çözüleceğini" </b>açıklıyor.<b style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><br />
</b>Uzmanların, bilenlerin iyimser açıklamaları, doğrusu beni de umutlandırmıyor değil.<br />
<br />
Yirmi yıl sonrasını düşünüp, bu yanıtları değerlendirirken belki yirmi yıl önce yapılmış soruşturmaları da bir gözden geçirmek gerek.<br />
<br />
Çünkü siyasal ve ekonomik hareketler, bütün bu görüşleri hükümsüz kılabiliyor. Ya da iyilikte aşıyor.<br />
<br />
* * *<br />
<br />
<b style="margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;">BEN </b>gelecekte sanat izleyicisinin, kitap okurunun artacağı kanısındayım. Tarih bu alanda iyimserleri yanıltmamıştır.</span></div><div class="FL" style="float: left; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px;"><img height="30" src="http://www.hurriyet.com.tr/p/spacer.gif" style="border-bottom-width: 0px; border-color: initial; border-color: initial; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-style: initial; border-style: initial; border-top-width: 0px; outline-color: initial; outline-style: none; outline-width: initial;" width="885" /></div></div>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2247813033708798853.post-55618167615135667142011-10-23T08:43:00.000-07:002011-10-23T08:43:49.225-07:00NAZLI ILICAK: Medya Patronu Olsaydım...<div style="height: 155px;"><div class="title" style="color: #dd0000; font: normal normal 700 14pt/23px Tahoma; margin-bottom: 4px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 0px; text-align: left;"><span class="Apple-style-span" style="color: #2e2e2e; font-family: verdana; font-size: 12px; font-weight: normal; line-height: 22px;">Nazlı Ilıcak bir dönemin medya patronuydu. Her dönem muhalif tavrı ve açık sözlülüğüyle dikkat çekti. Ergenekon Davası’na destek verse de duruşma izleyip tutukluluğa itiraz etti. Oktay Ekşi’nin ardından yazdığı yazılarla dikkat çekti. Ilıcak ile medyayı, Twitter’ı, iktidarın kadınlarını konuştuk. </span><span class="Apple-style-span" style="color: #2e2e2e; font-family: verdana; font-size: 12px; font-weight: normal; line-height: 22px;">Nazlı Ilıcak hiç durmuyor. Sabah Gazetesi’ndeki odasında bekliyorum. Vaktinde geliyor, şimdi “Serhat Albayrak’ın doğum günü vardı” diyor. Röportaj yapıyoruz, kuaföre gidiyor. Oradan Fehmi Koru’nun meşhur fasıl gecesine katılacak. Ama fazla kalamaz orada, TV 8’de tartışma programına katılacak. Tabii ki bu arada Twitter’dan bir şeyler yazacak, birilerine cevap verecek, birileri ona… Yazısını çoktan yazmış zaten. Tiyatroda, sinemada, konserde, Nazlı Ilıcak her yerde… Ona anneanne demek için bin şahit lazım!</span></div></div><div class="news_detail_content" style="clear: both; color: #2e2e2e; font-family: verdana; line-height: 22px; margin-bottom: 8px; margin-left: 0px; margin-right: 0px; margin-top: 10px;"><div class="content content_12" id="news_content" style="font-size: 12px;">Yandaş medyanın adamı olmakla eleştirilen Nazlı Ilıcak bazen öyle çıkışlar yapıyor ki herkesi şaşırtıyor. Oktay Ekşi’nin arkasında duruyor, Silivri’de Ergenekon Duruşması izlemeye gidiyor. Hatta Mustafa Balbay geçtiğimiz günlerde onun için, “Nazlı Ilıcak bile bu davaya ılıcak bakmaya başladı” dedi.<br />
Sabah Gazetesi yazarı Ilıcak ile gündemi, iktidarın kadınlarını, Silivri ziyaretini, Twitter’ı ve günlük hayatını konuştuk. Twitter üstadından bir de Devlet Bahçeli için öneriler aldık.<br />
<strong> Devlet Bahçeli de Twitter’a girdi. Bir Twitter üstadı olarak ne tavsiye edersiniz?</strong>Bahçeli’yi hemen izlemeye aldım. Böyle bir sosyal âlemde doğrudan mesajlaşmalarını çok olumlu buluyorum. Burada şuna dikkat edeceksiniz. Yayınladığınız mesajlar resmi bülten olmamalı. “Bugün bilmem nereye gidiyorum” olmaz. Ben zaten nereye gittiğini biliyorum, ne konuştuğunu da. Bahçeli’ye daha sıcak, sanki kişisel bir mesaj gönderiyormuş havasında olmasını tavsiye ederim. Daha duygulu olabilir, gittiği bir yerde bir şey beğenmiştir, bunu paylaşabilir. Güzel bir söz olabilir. Daha insani bir ilişki kurması lazım.<br />
<strong> Şaşırdınız mı Bahçeli’yi Twitter’da gördüğünüz zaman?</strong>Hayır şaşırmadım. Olabilir, şimdi böyle bir sitede herkes sizi takip ediyor, direkt ulaşıyor bütün gönderdiği mesajlar… Çok sık mesaj atmamalı. Twitter’ı açtığımda Bahçeli’yi takip ediyorsam, peş peşe on mesajını görmek istemem. 140 karakterle sınırlı kalmaya, bilemedin yetiştiremedi 2 tweet atmaya özen göstermeli. Tartışma ortamında attığın tweet’ler başka, ama kendini anlatmak için yolladığı tweet’lerde daha tasarruflu davranması lazım. Bir de daha sevimli, daha özelini açarmış gibi tweet’lerin gönderilmesini tavsiye ederim.<br />
<strong>Bahçeli’ye bir katkısı olur mu Twitter’ın?</strong>Sürekli kürsüde bağıran çağıran, sert de konuşan bir insan olarak görüyoruz Bahçeli’yi. Ama belli ki bu kişinin bir insani yönü var. Tweet’lerde bu yönünü görme imkanı verirse çok faydası olur. Ben şahsen temasa geçiyorum, ilişkiler kuruyorum. Bana diyorlar ki, eskiden sizi sevmezdik, görüşlerinize katılmazdık ama samimi bir haliniz var, artık seviyoruz…<br />
<strong>Gelelim gündeme. Geçen hafta Hayrünnisa Gül’ün ilkokulda türbanla ilgili açıklamaları oldu. Siz nasıl okudunuz o konuşmaları?</strong>Benim burada düşüncem daha ziyade Başbakan’ın düşüncesinden yana. Ama Hayrünnisa Gül de şunu söylemek istedi ve doğru söyledi. Müslümanlık’ta başörtüsü ve diğer mecburiyetler buluğ çağından sonra geçerlidir. Öncesinde namaz kılmak veya diğer farzlar da bir yükümlülük getirmiyor Müslüman’a. Onu söylemek istedi. Zaten ilkokul derken aklında da o beş yıl vardır. Çünkü ben onun çok titiz bir Müslüman olduğunu biliyorum. Ojeyi çıkartıp abdest almaya özen gösteren, vakit namazlarını kaçırmayan bir insanın buluğ çağına gelmiş kişinin örtünmesine cehalet diyeceğini hiç sanmıyorum.<br />
<strong> “Başbakan’ın düşüncesinden yanayım” dediniz. O da Hayrünnisa Hanım’ın sözlerine temkinli yaklaştı zaten…</strong>Lüzumsuz bir tartışma tabii. Kişisel fikri olarak söyleseydi tartışılmazdı. Üslupta hata yaptı, herkes yapabilir. Başbakan’ın insanları rencide etmemek bakımından temkinli davranması daha doğru. Bana sorarsanız bunu özgürlük meselesi olarak görüyorum. Anne-babalar özgürdür. Uluslararası hukuk normlarında dahi anne-babaların çocukları en iyi eğiteceği varsayılır. Bazı anne-baba çocuğu ateist olarak yetiştiriyor. Bu da zararlı. Koyu bir dindarlığı aşılamayı tehdit olarak görüyorsanız, ateizm de bunun karşıtı olarak tehlikelidir. Bugün bu konu yakıcıdır, yarın gereklilik haline gelebilir. Kürt meselesini ele alalım. Hepimizin zihniyetinde bir değişiklik ortaya çıkmadı mı? Ecevit ve 11’ler olayında Şerafettin Elçi bakan olmuştu. Bakanlık koridorlarında Kürtçe konuşuyor diye kıyamet kopardım. Şu anda mahkemede Kürtçe savunma yapsınlar diyecek noktaya geldim. Şimdi özgürlükler noktasında niçin bugünden yarını ipotek altına alayım?<br />
<strong></strong><br />
<br />
<strong>TARTIŞA TARTIŞA BİR KIVAMA GELİNECEK</strong><br />
<br />
<br />
<strong> Peki, fikrinizi değiştiren ne oldu?</strong>Çünkü Kürt meselesindeki baskıların hiçbir işe yaramadı. Tam tersi ülkeyi bölünmeye götürüyor.<br />
<strong> Peki, bir dönem Kürtçe konuşuluyor diye koridorlarda tepki gösteren Nazlı Ilıcak, bugün aynı tepkiyi gösterenleri anlayabiliyor mu?</strong>Anlıyorum tabii. Ama kendi karşı fikrimi söylüyorum. Herkes kendi düşüncelerini ifade edecek. Tartışa tartışa kamuoyu bir kıvama gelecek.<br />
<strong>Ama bu arada tartışırken yaftalanıyor tartışmacılar. Kimi yandaşlık, vatan hainliğiyle, kimi de faşistlikle suçlanıyor. Bu tartışmalar ışığında gerçekten kamuoyunun bir kıvama geleceğini söylemek mümkün mü?</strong>Bize ‘yandaş medya’ deniyor örneğin. Ben hayatımın büyük çoğunluğunda muhalefet oldum. 28 Şubat’ın muhalifiydim, Tansu Çiller’e, Turgut Özal’a da muhaliftim. Demirel’in yasaklarının kalkmasından yanaydım ki bunu da Özal’a karşı savundum. 12 Eylül’de 3 kez Tercüman Gazetesi kapatıldı, hapse girdim. Bütün bunları yapmış bir kişi olarak bugün bu iktidarın taraftarıyım. Ama bu iktidarı da eleştiriyorum. ‘Yandaş medya’ diye bir yafta yapıştırıldığında müktesebatımız bir kenara bırakılıyor. Gençler özellikle, yeni yetmeler bilmeden adımı 12 Eylül’cüye çıkarıyor. Ben 12 Eylül’de verdiğim mücadeleyle Basın Özgürlüğü ödülü aldım. Ama yok, iktidar yalakası, her dönemin adamı gibi yaftalanıyorum. Onlara acıyorum, çünkü gerçekler örtülüyor.<br />
<strong>Bu yüzden mi Ergenekon duruşmasına gittiğinizde ya da Oktay Ekşi’yi savunduğunuzda şaşırıyorlar?</strong>Evet, ne şaşırıyorsun? 12 Eylül döneminde DİSK’liler yargılanırken de gittim. Ben onların tutuksuz yargılanması gerektiğini yazdım. Üstelik askeri dönemde yazdım. O zaman bunları yazmak suçtu. Ben bundan dolayı savcılıklarda hesap verdim. Bugün gitmek bir şey değil ki.<br />
<strong>Ergenekon Davası’na neden gittiniz?</strong>Tutukluluk giderek infaz halini aldı. İlk başta tutuklanabilir. Ama tutukluluk 24 aydır sürüyor. Asker kişiler tutuksuz yargılanırken, onlara yardımcı olduğu ifade edilen sivillerin içeride kalmasına karşıyım. Ben Ergenekon Davası’na destek veriyor, haklı buluyorum. Elbette yargılanacaklar, ben de yazılarımdan dolayı yargılanıyorum. Ama tutukluluk vicdanları kanatmaya başladı.<br />
<strong> Silivri’ye gittikten sonra “Her sanık bana derdini anlatma derdine düştü” diye yazdınız. Orada kendinizi onlar kadar aciz hissettiniz mi?</strong>Onlar adına üzüldüm. Çünkü benim hiçbir gücüm yok. Benden medet ummaları beni üzdü. Savcı, hakim varken haklılıklarını bana anlatmaya çalışıyorlardı. Biz yüz yüze görüştürülmedik ama aralarda uzak mesafeden de olsa birbirimizle konuşabiliyorduk. Tuncay Özkan’ın yanına gittiler, “Beni de tanıştır, ben de derdimi söyleyeyim” diyenler vardı.<br />
<br />
<strong>KUTUPLAŞMA, İLKELERİ UNUTMAMIZA YOL AÇIYOR </strong><br />
<br />
<strong>Oktay Ekşi istifa ettiğinde sert bir yazı yazdınız. Bu istifayı Hürriyet’in ilkelerine bağlamaya karşı çıktınız. Var mı Türkiye’de ilkeli yayın yapan gazete?</strong>İlke diye bir şey yok. Kutuplaşma, ilkeleri unutmamıza yol açıyor. Herkes kendini bir kampın adamı gibi görüyor. Zaten farklı bir şey söyleseniz, “Diğer kampa mı geçtin?” diye soruyorlar. Ama Hürriyet, Oktay Ekşi’yle yollarını ilkeli olduğu için ayırmadı. Bu Hürriyet’in “İktidarın verdiği gözdağına karşın biz Oktay’ın arkasında yokuz” demesidir. Erdoğan da dedi ki, “Ben mücadele etmeyeceğim, savaşacağım.” Bu çok daha yersiz bir laftı. Bir iktidar sahibinin bu lafı sarf etmesi bir gerçeğe tekabül ediyor. Herkes “Aydın Doğan’ın üzerinde bir baskı var” diyor zaten. Siz bu sözle doğrulamış oluyorsunuz.<br />
<strong> Siz bir medya patronuydunuz. Bugün medya patronu olsaydınız, köşe yazarlarının harcanmasına rıza gösterir miydiniz?</strong>Ben şimdi yapmam derim ama bekara karı boşamak kolaydır. O kadar mesuliyet taşıyan insanlar, diyelim ki Aydın Doğan, askeri yönetime karşı direndi. Ama maddi bir sarsıntı geçirirken ayakta kalabilmek için bu fedakarlığı yapmak zorunda hissedebilir kendisini. Ama şunu yapmazdım. Daha fazla para kazanmak, ihale almak için köşe yazarından vazgeçmezdim.<br />
<br />
<strong>SEVİLEYİM İSTERİM, ANTİPATİK OLMAK İSTEMEM</strong><br />
<br />
<strong>Eskiden daha kavgacıydınız, şimdi daha sakinsiniz?</strong> Genç kızlığımda Güneri Cıvaoğlu’nun eşi Canan ile birlikte Lozan’da okuyorduk. Türkiye’nin karışık günleri. Canan bana, “Ne münakaşa ediyorsun, ne sen onu, ne o seni değiştirebilir. Bir de antipatik oluyorsun tartışınca” dedi. Ben sevileyim isterim. Antipatik olmak istemem. O gün bugün özel hayatımda bu anlamda siyasi tartışmaya girmedim. Ancak sorarlarsa söylerim, fikrimi açıklamam.<br />
<strong> Televizyondaki tartışmayı özel hayatınıza taşımıyorsunuz yani öyle mi?</strong>Hayır taşımıyorum. Televizyonda meslek icabı tartışıyoruz. Düşüncemi söylerim ama münakaşaya götürmem özel hayatımda. Tartışma programlarında da daha saygılı davranmaya, kendimi kontrol etmeye çalışıyorum. Karşıdan bir saldırı gelmezse ben birden saldırmak istemiyorum.<br />
<strong>Yine siyasete girmek ister misiniz?</strong>İstemem, bu benim meslek hayatımda gerileme olur.<br />
<br />
<br />
<strong>DUAYENLERE DİKKATLİ DAVRANMAK GEREKİYOR</strong><br />
<br />
<strong> Günde ne kadar Twitter’a bakıyorsunuz?</strong>Ya iPad ya iPhone’dan gündüz bakıyorum. Bana yazanlara cevap veriyorum. Akşam gittiğimde evde de bakıyorum. Tartışmaları yakından izliyorum. Şu dizi iyi diyorlar, oraya dönüyorum mesela.<br />
<br />
<br />
<strong>Çok dizi izler misiniz?</strong>Evet izliyorum. ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’ ve ‘Ezel’i kaçırmam. ‘Ezel’i kaçırdığım zaman da bilgisayarımdan da izliyorum. ‘Çocuklar Duymasın’, ‘Fatmagül’ün Suçu Ne’yi de beğeniyorum.<br />
<strong> Güneri Cıvaoğlu’nun katıldığı dans yarışması ‘Yok Böyle Dans’ı izliyor musunuz?</strong>Onu kaçırdım. Güneri’yi parça parça gördüm. O da, eşi de benim can arkadaşlarım.<br />
<strong>Köşeler ciddi yerlerdi ama biraz kırılmaya başladı sanki. Siz Twitter’dasınız, Güneri Bey dans yarışmasında, Haluk Şahin yurttaş yorumculuğu başlattı. Neler oluyor?</strong>Kırılıyor evet. Ben Twitter’ın ne olduğunu bilmiyordum. Ahmet Hakan sütununda yazmıştı. Ahmet’e sordum, o gösterdi. Benim hayatımı merak yönlendirir, meraklandım ve çözdüm. Torunuma oyun indiriyorum. Onları önce kendim öğreniyorum. Sonra “Sana yeni oyun aldım” deyip yanına gidiyorum. Beraber oynuyoruz. 6 yaşında “Anneanne bana iPad’ini yolla” diye arıyor.<br />
<strong> “Anneanne” dediniz ya, insan sizin karşınızda otururken, “Hani nerede anneanne” diyesi geliyor. Nasıl koruyorsunuz formunuzu?</strong>Aaaa bu çok iyi bakın. Sevindim. İnsan süre kısaldıkça daha hızlı yaşıyor sanırım.<br />
<strong> Yorulmuyor musunuz, siz hiç depresyona girmiyor musunuz?</strong>İnsan gençken daha depresif oluyor, yaşlandıkça daha iyi şeyleri görmeye başlıyorsunuz. Bir depresyona girsek çıkamayacağız çünkü.<br />
<strong>Botoks yaptırıyor musunuz?</strong>Botoks yaptırıyorum, cilt kremleri de kullanıyorum. özen gösteriyorum.<br />
<strong> Alışveriş yapmayı sever misiniz?</strong>Türkiye’de yapacak zaman bulamıyorum. Paris’e falan gittiğimde yaparım. Eve eşya almayı severim.<br />
<strong>Ahmet Hakan kitabınızı yazıyordu, ne oldu?</strong>Ne olacak, tembel, oralı olmadı! O da çok yoğun, anlayabiliyorum aslında. Çok kişi yazmak istiyor, ama ben onun yazmasını isterim.<br />
<strong> Çok mu başarılı buluyorsunuz ?</strong>Bence çok başarılı ama eleştirdiğim taraflar oluyor. Mehmet Barlas’la polemiğe girmesini yakıştırmıyorum mesela. Bu meslekte duayenlere dikkatli davranmak lazım. Oktay Ekşi, Hasan Cemal, Mehmet Barlas’lar kolay yetişmiyor.<br />
<br />
<strong>HAYRÜNNİSA HANIM İLE EMİNE HANIM ARASINDA KISKANÇLIK YOK</strong><br />
<br />
<br />
<strong>29 Ekim günü Twitter’a ‘Hepimiz Hayrünnisa Gül’üz’ yazdınız. Sonra nazire yaptığınızı açıkladınız. Ama hiç böyle düşündüğünüz oluyor mu sahiden?</strong>Hiç olmuyor. Ben o yüzden Ayşe Böhürler’e kızdım. Şu anda Hayrünnisa Gül’ün mağdur olduğunu düşünmüyorum. Çankaya’da oturan, kocasının yanında bütün dünyayı gezen, ağzından çıkan en basit söz manşet olan bir insanın mağdur olduğunu düşünemem. Tamamen Cüneyt Özdemir’in Twitter’daki ‘Hepimiz Emine Erdoğan’ız’ sözü üzerine latife yaptım. Beni üzen nokta bir latifenin bile ciddiyetle üzerinize yapışması.<br />
<strong> Hayrünnisa Gül’den konu açılmışken, şunu sormak istiyorum. Ne Hayrünnisa Gül, ne de Emine Erdoğan röportaj veriyorlar. Oysa dünyaya bakın, Carla Bruni dergilere kapak olabiliyor örneğin. Ama biz ne Gül, ne Erdoğan’ı yakından tanıyoruz. Siz tanıyorsunuz. Bilmediğimiz bir şey söyler misiniz bize?</strong>Ben şahsen röportaj vermeleri gerektiğine inanıyorum. Ama konuşmaları büyük tartışmalar yaratabiliyor. Artı bir baş ağrısı yaratmasınlar diye konuşmuyorlar. Ama en azından güvendikleri gazetecilere biraz da denetlemek kaydıyla röportaj verebilirler.<br />
<strong> İşte konuşmayınca da böyle şehir efsaneleri üzerinden tanıyoruz onları… Gerçekten araları bozuk mu, birbirlerini kıskanıyorlar mı?</strong>Bence birbirlerini kıskanmaları bahis konusu bile değil. Şu anda ikisi de ayrı ayrı değerli konumda. Emine Hanım, en fazla şunu düşünmüş olabilir. Niçin 2007’de Cumhurbaşkanlığına aday oldu, olmaması gerekirdi. Çünkü Tayyip Erdoğan da böyle düşünmüştü.<br />
<strong>29 Ekim’de Bülent Arınç, CHP liderini, jet sosyetenin merkezi Bağdat Caddesi’nde Cumhuriyet’i kutlamakla eleştirdi. Bu sizce ‘herkesi kucaklayacağız’ diyen zihniyete ters değil miydi?</strong>Fena bir laf değil. Lafın kendisine söyleyecek sözüm yok.CHP bunu yapmamalı. Nasıl öbürü Bağdat Caddesi’ni kucaklamalıysa, CHP’nin de Bağcılar’ı kucaklaması gerekiyor. Yanlış bir tercih orada kutlamak. Bağdat Caddesi senin zaten, senin gibi düşünüyor. Ama tabii siyasetçinin dikkatli konuşması, ortamı germemesi gerekiyor.</div></div>IPEK OZBEYhttp://www.blogger.com/profile/05867555609568370578noreply@blogger.com0